yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

AKİF KURTULUŞ: İSKENDER UYUMA/ SOSYETEYE BAĞLAMA’

küçük İskender’in bir şair olarak bendeki karşılığı üzerine yazdım, aşağı yukarı bir yıl önce de yayımlanan güzel bir sohbetimiz olmuştu.

Burada, kısa süren arkadaşlığım üzerinden yazmak istedim.

Bilen duyan, arkadaşlığımızın çok eskiye dayandığını sanabilir. Bilmem, nedense bana da öyle gelmiştir. İskender’le birbirimizi tabii ki tanıyorduk ama 90’lı yılların ortasında, Ankara’da bir şiir toplantısında tanıştık. 2014’te Bodrum ve Gümüşlük’te hemhal olmaya başlamadan önceki yirmi yılda, iki ya da üç kez karşılaştık. O kadar!

Söylediği dibine kadar doğrudur. Ayda en az iki buluşmalarımızda hayat neyse onu konuştuk. “Şiir ve şiirin sorunları” üzerine okumayı ve yazmayı değil de kelâm etmeyi benim kadar sıkıcı bulan birisi olması, aramızdaki arkadaşlığı yavaştan uçurmaya başlamıştı bile.

Bu buluşmaları şöyle ayarlıyorduk. Genellikle saat 14’te başlayacak iç sahadaki Gümüşlükspor maçına Bodrum’dan 11 – 12 gibi geliyordu, ya sahilde bir mekâna ya da Selo’nun oraya geçiyor, maç saatine kadar kafamızı yapıyorduk. Ne de olsa Gümüşlükspor’un oyun felsefesi de, “Güzel Kafa Güzel Oyun”du. Ellili yaşlarımızda beş artı beş eksiyle yürüyorduk ama tribünde iki çocuk gibi olabiliyorduk sonuçta. Futbolu çok seviyordu İskender ama tribüncü değildi. Ben de doğrusu ancak ona hava atacak kadar tribüncülük oynuyordum.

Gümüşlük’teki ilk maçıydı. Beş yıl önce mi dört yıl mı olmuş acaba? Ekim ayıydı. Bizim trübünün en gözde tezahüratıdır. Bir grup “Siyah!” çeker, karşısı cevap verir, “Sarı!”. Top döner ilk gruba gelir, onlar bu kez “Balık!” diye inletir ortalığı. “Rakı!” diye karşılık alır anında.  küçük İskender öyle bir izliyor ki, gören ofsayttan bile anlamadığını sanacak. Benimkisi çakallık… :bizim bebelere veriyorum ayarı, İskender’i gösteriyorum, dalın diyorum. Ortalık bu kez inliyor: “İskender uyuma/ Sosyeteye bağlama.”

O günden sonra bu bizim tribünü, futbolu sevdiği gibi sevdi İskender. Artık iki haftada bir iç saha maçları, bizim buluşmalarımıza da güzel bir vesile olmuştu. Maçtan sonra da genellikle kalıyor, maçtan önce kaldığımız yerden devam ediyorduk. Akşam son minibüsle dönüyordu.

Gezi’yi konuşuyorduk, giden arkadaşlarımızın bizi attıkları karanlığa bakıyorduk, Jim Jarmusch’un Coffee and Cigarettes 3’ü neden sevdiğimi, o da Stranger than Paradise’ı neden sevdiğini anlatıyordu.

Öyle bir akşam “Akif” dedi, “şu stoper oynayan çocuk bizim takımda…”

“İki oyuncu var orada, hangisi?”

Sırt numarasını söyledi.

“Evet”

“Nasıl bir çocuk?”

“Hangi takımın scout ekibindensin” dedim. O da benim hınzırlıklarımı tanıyordu artık.

Gülerken sesi daha bir kalınlaşırdı. Çok kalın güldü. Yüzümde aynı muzip ifadeyle izledim onu.

Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra, kadehini tokuşturmak üzere bana uzatırken “Bana rakı içirip olmadık sorular sorduruyorsun,” dedi. Ne olsa içerdi ama biracıydı İskender daha çok.

Mizahını seviyordum İskender’in. Tam sobelenecekken sobelemesini… Sobelendiğinde oyuna devam etme iştahını.

Sonra bir gün aradı. “Biz deplasmana niye gitmiyoruz?”

İlk deplasmanımız, daha doğrusu İskender’in ilk dış saha tecrübesi, bir puan farkla geriden takip ettiğimiz Yeni Milas maçıydı. Yol üstünden aldım İskender’i, forma kaşkol tam gaz Milas’a girdik. Yağmur altında Gümüşlük’ten gelen iki yüz kadar kadın erkek çoluk çocuğu kapalı tribüne almadılar, bizimkiler gırgır şamatayı bırakmadı, yağmur altında eğlendik eğlenebildiğimiz kadar.

Bir ara koptu Milaslılar. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” Bizimkilerin aslında geneli itibarıyla katılacağı bir tezahürat ama Milaslılar atınca tavır almak ihtiyacı hissettiler. Müellifi Sedat’tır, iyi tribüncüdür, aktördür, döndü bir “sus” işareti yaptı, verdi bize sufleyi: “Köylü milletin efendisidir!” Koptu bizim taraftar, İskender şaşkın, “Bu ne demek şimdi?” diye soruyor. Dedim, “Tefsir mi istiyorsun, Türkçe mealini mi?” Bana öyle bir bakıyor ki teneke kutudan birayı yudumlarken, anlıyorum, bir şey söyleyeyim de ne dersem diyeyim.

“Şu anda bizim ligde bir tek köy takımı var o da Gümüşlükspor. Köylüyü şimdi anladın mı İskender?”

Şampiyonluk için yarıştığın takımın sahasından bir puanla dönmek çok iyi ve pazartesi günü İskender beni arıyor, “Anca kendime geldim,” diyor, “ben Atatürk’ün bu cümleyi Gümüşlükspor için kurduğunu bilmiyordum.” Sesini duyuyorum, yüzünü görmüyorum, nasıl bir hinliğin peşinde, tahmin edebiliyorum.

“Desene ki güzelim sen hiç yaşamamışsın.” Böyle bir cevap beklemiyor. “Peki Akif, ilk dış saha maçımız bundan sonra…”

Söylüyorum.  O sezon ve devamında, söyleşi, imza günü filan yoksa, artık İskender deplasmancı da oluyor.

Bu arada “Takip eden sezon, içerdeki Misal maçında beni unutma,” diyor.

Menteşe deplasmanına gitmeden bir hafta önce içerdeki maça geliyor İskender. Cumhur’un yerindeyiz. 1985 Mayıs’ında İzmir’de kararname bekleyen Savcı Yardımcısı Asteğmenken bir hafta sonu buraya kaçtığımı anlatıyorum İskender’e. Üst katında kaldığım odayı parmağımla işaret ediyorum. Ece Ayhan’ın ilerde kaldığı Dalgıç’ın pansiyonunu gösteriyorum. Ayhan Ağbi’nin o odadan bana yazdığı mektuplarından uzun uzun konuşuyoruz. “Bazı mektuplarını da yayımlamadın herhalde,” diyor bir ara. “Bir belki de iki en fazla,” diyorum.

Sonra Milas bize geliyor. Çok seyircisi var. Bizim seyirciye, bize yani, bir ara “Bir avuç ibne otur yerine!” diye höykürüyorlar. Kimsenin aslında umursadığı yok. Bizim Promil Duvarı var tribünde. Koltuk filan yok orada. Tek tribünün aşağısında sağa doğru konuşlanan seyirciye yakın bir yerdeyiz İskender’le. Tanıyanlar var haliyle onu. Artık küçük İskender’i bilenlerin dışında tribüncü olarak da aşinalar İskender’e.

Ama hep birlikte kopmamızın onunla bir ilgisi yok. Hem de hiç!

O aradan birisi –erkek mi kadın mı çocuk mu gerçekten ayırt etmek zor- “Bir avuç hetero otur yerine” diye bir ses veriyor. Tıpkı Milas’taki maçta “Köylü milletin efendisidir!” ayarını veren Sedat gibi.

Kopuyor bizim Promil Duvarı. “Bir avuç hetero otur yerine!” İskender de giriyor topa. O da katılıyor. Karşı tarafta Milaslılar şaşkın, ne dediğimizi onlar anlayana kadar da maç bitiyor zaten. Yine berabere kalmışız. Olsun sonuç önemli değil artık. İlk kez bir tribünde “Bir avuç heterolar” mevzuu edilmiş.

Neyse!

İzmir’e Kitap Fuarı’na gidiyoruz. Ortak söyleşi yapacağız Fuar’da. Aynı yayınevinden kitaplarımız ‘çıkmış’.

Ben onu evinden alıp yola vuruyoruz. Rüya Alifefendioğlu, lise öğrencisi İzmir’de küçük İskender’in iyi okuru, “ona güzel bir hediye verelim” diyorum, soluğu orda alıyoruz. Ertesi gün “Canım Kardeşim Nasılsın” diye dertleşiyoruz. “Akif’le buraya gelmeden önce aramızda çok konuştuğumuz bir meseleydi bu,” diyor, “ikimiz de ne kadar uzun bir süredir, bu soruyu çok az sorduğumuzu fark ettik. O nedenle bu soruyu, söyleşinin başlığı koyduk.”

Zaman sonra daha hızlı akıyor.

İskender bir gün beni arıyor. 1 Haziran. Unutmuyorum. 2018.

“Kemiklere bile sıçramış,” diyor.

Dördüncü evre.

3 Temmuz 2019 günü erken saatlerde telefonum susmuyor.

Penok Aris sağlam Çarşı’lıdır sıkı da Gümüşlüksporludur.

Belli, besbelli çok yanmış, çok acımış içi. Yazmış: Bir Gümüşlükspor maçında tanıştık, maç bitmedi ama sen gittin be!

İyi işte Penok, maç bitmedi ki!

İskender’in dahil olduğu hiçbir maç bitmeyecek zaten.

diğer yazıları