yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

BESİM CAN ZIRH*: BİZİM BÜYÜK SANCIMIZ: ODTÜ’NÜN BAHAR ŞENLİĞİ…

Bu yıl 33. defa düzenlenecek olan ODTÜ Bahar Şenliği’ne ilişkin yaşananlar ülke gündeminde öngörülemez bir yankı buldu. Hadiselerin nasıl geliştiğine baktığımızda aslında enikonu toplumsal bir vaka yaşadığımızı düşünüyorum. Ne zaman yapılacağı aşağı yukarı belli olan şenlik için düzenleyici Uluslararası Gençlik Topluluğu (UGT) ve rektörlük arasındaki görüşmeler aslında ikinci dönemin başından itibaren başlar. Son yıllarda biraz gecikmeli de olsa bu düzen değişmedi. Özellikle 2013 Bahar Şenliği sonrasındaki dönemde tansiyonu yükselen bu görüşme süreci bu yıl da işledi. Bu süreç içerisinde Rektörlük, son ana kadar masada müzakereleri sürdürüyor fakat şenliğin yapılması kararlaştırılan tarih yaklaştıkça adımlarını değiştirerek daralan zaman baskısıyla UGT’nin (gün sayısının azaltılması ya da kimi alanların kullanılmaması gibi) belirledikleri şartları kabul etmesini sağlamaya çalışıyordu. Öğrenciler ise önceki kuşaklardan devraldıkları deneyimler ışığında son dakika değişikliklerine hazırlıksız yakalanmamak için birden çok seçeneğe göre senaryolarını hazırlıyordu. Son yılarda yeni medya araçları öğrenciler açısından bu süreçte ellerini güçlendirecek bir manivela olarak kullanılmaya başlandı. Hatırlayanlar olacaktır. 2015 yılında görüşmeler açmaza girdiğinde dönemin UGT Başkanı Emre Kara, Radikal’den Yekta Kopan’a bir röportaj vermiş; konvansiyonel medyayı daha etkili kullanan bir rektör olmasına karşın Prof. Dr. Ahmet Acar’a karşı önemli bir üstünlük kazanmış ve sürmekte olan müzakerelerde ciddi bir kamuoyu baskısı oluşturarak öğrencilerin süreçten kazanımla çıkmasını sağlamıştı.

Bu yıl ise farklı bir durum oluştu. Rektörlük henüz görüşmeler nihayetlenmemişken, tarafların belirlediği tarihten iki hafta önce, 12 Nisan Cuma günü (saat: 15:51’de) ODTÜ mensuplarına bir e-posta göndererek UGT’nin şartları kabul etmediğini belirterek ve okulun “teknik ve idari olanaklarıyla gerçekleştirilmesi mümkün olmadığı” gerekçesiyle şenliğin bu yıl yapılmayacağını oldukça kesin bir dille duyurdu. UGT beklenmedik bu açıklama sonrasında hızla bir sosyal medya kampanyası başlattı ve #Şenliğinesahipçık etiketiyle sürecin kendileri açısından nasıl yaşandığı konusunda kamuoyu oluşturmaya başladı. Konunun çeşitli gazetelerin sosyal medya hesaplarından dolaşıma girmesi gecikmedi. İşte tam bu noktada bir başka beklenmedik durum oluştu ve sosyal medyayı hayırseverlik faaliyetleri alanında güçlü bir şekilde kullanıyor olan müzisyen Haluk Levent, BirGün Gazetesi’nin Twitter paylaşımını retweet ederek şu mesajı verdi (saat: 20:23):

Sayın ODTÜ rektörüne çağrımdır! Ben eski okulumda konser vermeye hazırım. Bir- iki rock grubu da yanımda getiririm… Bu festival olsun. Valla para almayacağız ve ses-ışık tesisatını da kendimiz getireceğiz… Haydi sayın Rektörüm!

Haluk Levent’in mesajı bu yazı kaleme alınıyorken 10,6 bin retweet ve 64,4 bin beğeniye ulaşmıştı. Bu tweet sonrasında 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece, yakın zamanlardaki en önemli Twitter dalgalarından birine tanık olduk. Birçok müzisyen ve müzik topluluğu doğrudan desteğini açıkladı ve Rektörlüğün açıklamasındaki “olanaksızlık” gerekçesine işaretle ücret almadan sahneye çıkabileceklerini duyurdu. Bu destek dalgası sanat ve siyaset dünyasından katılımlarla öngörülemez şekilde büyüdü. Kuşkusuz dalganın böylesi bir hacme ulaşmasında 31 Mart Yerel Seçimleri’yle birlikte iktidar açısından tersten esmeye başlayan rüzgârın etkisi inkâr edilemez. ODTÜ’nün Bahar Şenliği neredeyse iki haftadır sürüncemede bırakılan İstanbul mazbatası gündemiyle linkaja girdi ve “Martın Sonu Bahar!” sloganına eklemlendi.

UGT’nin 16 Nisan Salı günü Rektörlük önüne yaptığı destek çağırısı bu görkemli destek yağmurunun altında heyecanlı bir bekleyişe dönüştü. Bahar Şenliği’nde gönüllü iş yapan topluluk üyesi bir öğrenci olsaydım sanırım “hayatımın en büyük iki günüydü” diye anacağım bir hafta sonu geçirdik. Henüz Pazartesi’ne uyanmıştık ki (kendisi de bir ODTÜ mezunu olan) Deniz Zeyrek’in Sözcü’deki “Prof. Kök: Anlaşmayı öğrenciler bozdu” başlıklı yazısı bizi karşıladı. Zeyrek yazısına “ODTÜ bir ruhtur gelenektir. ODTÜ, aynı zamanda bir hayat okuludur” diye başlıyor ve bu ruhu (bir önceki gün Fox TV’de konuya ilişkin verdiği kısa röportajda kullandığı bir ifadeyi yineleyerek) şöyle kısa tanımlıyordu: “Hazırlık okulunda kolçaklı sandalyede başlayan tedirgin, ürkek halinizle Devrim Stadyumu’ndaki mezuniyet yürüyüşünde sergilediğiniz özgüvenli, gururlu haliniz arasındaki farktır ODTÜ.” Yazının devamında TV röportajına dair ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök’ün bir mesaj gönderdiğini belirtiyor ve bu mesajdan alıntılar paylaşıyordu. Prof. Kök’ün sonrasında içeriden gelen eleştiriler karşın “yayınlansın diye göndermedim” dediği mesajda geçen bazı ifadeler ertesi gün için çağrısı yapılan gösteride kullanılacak dilin genel hatlarını da belirledi.

Zeyrek’in yazısıyla birlikte Twitter dalgası hız kesmeden sürdü. 16 Nisan Salı günü son yıllarda görülmemiş bir kalabalık rektörlüğün önünde buluştu. Böyle bir fırsatı kaçırmamak adına vermekte olduğum bir ders kapsamında sahaya çıktık ve tesadüfi olarak seçilen 250 öğrenciyle beş soruluk kısa bir anket gerçekleştirdik. Gördüğümüz protesto katılımı konusunda fakülteler arasında (sahip oldukları öğrenci sayısına oranla düşünülürse) dengeli bir dağılım olduğu ve katılımcılarının yarıya yakınının 2017 ve 2018 yılı girişli olduklarıydı. Neredeyse beşte biri ise, bu veriyi doğrular bir şekilde, daha önce Şenliğe katılmamıştı. Katılımcıların “Bahar Şenliği denince aklınıza gelen üç kelime” ve “Neden buradasınız?” soruları verdikleri cevaplar ise Şenliğin ODTÜ öğrencileri açısından nasıl bir anlamsal çerçeveye işaret ettiğinin kaba bir haritasını betimliyordu. Günün sonunda ise ertesine güne bir toplantı alındı ve 17 Nisan’da yapılan görüşmelerde UGT’nin en önemli talebi olan Devrim Stadyumu’na sahne kurulmasını konusunda uzlaşmaya varıldı. Ne tesadüftür ki aynı saatlerde İstanbul da mazbatasına kavuştu ve “Martın Sonu Bahar!” sloganı hem şenlik hem de 31 Mart Yerel Seçimleri için bir kez daha birlikte anıldı.

Görsel: Ankete katılan 250 öğrencinin “Neden buradasınız?” sorusuna verdiği cevapların oluşturduğu 1960 kelimelik ifadelerinin kelime bulutu.

Bizim büyük sancımız Bahar Şenliği’yle ilgili son vakamız özetle olarak böyle gelişti. Bu konuda bir yazı yazmam istendiğinde açıkçası söze nasıl başlamalı konusunda pek emin değildim. O nedenle en güvenli yerden, yaşananların kısa bir çerçevesini not ederek başlamayı tercih ettim. Yine güvenli bir güzergâh olarak kendi tarihçemden devam etmek isterim.

Özlem Kavak Mengilibörü’nin Zıtlar Mecmuası için kaleme aldığı “#ŞenliğineSahipÇık – ODTÜ Şenliğinden Kareler” başlıklı yazısında işaret ettiği gibi 1987 yılında başlayan Şenliğin tarihi 1979 ve 1980 yıllarında ODTÜ-ÖTK tarafından düzenlenen “Uluslararası ODTÜ Sanat ve Kültür Şenliği”ne dayanıyor. Fakat sonrasında gerçekleşen 12 Eylül Askeri Darbesi’yle birlikte memleketin üzerine kapanan kalın kara örtü nedeniyle bu şenlik gelenekleşemeden sonra eriyor. Bugün 33. defa düzenlenen şenliğin ilki Türkiye’nin Özal dönemiyle birlikte bir tür liberalleşme (bu yazı kapsamında tartışmaya gerek görmüyorum) sürecine girdiği dönemde düzenleniyor. Nitekim ilk şenliğin iki yıl sonrasında gerçekleşen 1989 Yerel Seçimleri’nde SHP oyların %32’sini alarak 31 Mart Yerel Seçimleri’ne benzeyen bir haritayla karşımıza çıkmıştı. 12 Eylül sonrası bu görece açılım dönemi özgün bir öğrenci muhalefetinin oluşmasına zemin hazırlamış ve fakat sonrasında 1993 yılıyla birlikte Türkiye hızlıca oldukça karanlık bir döneme sürüklenmişti. Ben ODTÜ’ye girdiğimde 1996 yılında Gorbaçev Olayları (1995) sonrasında 1989 Kuşağı’nı temsil eden birçok öğrenci ya kendi tercihiyle başka bir mecraya yönelmiş ya da okuldan atılmıştı. Ankara’ya geldiğim Eylül ayının hemen ertesindeki 6 Kasım YÖK Protestosu çok sert yaşanmış ve bir grup öğrencinin okulla olan bağı da bu dönemde kopmuştu. Dolayısıyla benim ODTÜ’ye girdiğim dönem şenliğin kabuk değiştirmeye başladığı bir dönemdi. GÜDAŞ Kantinleri’nin özelleştirmesinde en açık ifadesini bulan neo-liberalleşme dalgası şenliği hedef almıştı. Çeşitli büyük markaların sponsorluğunda gerçekleşen Devrim konserleri tepki çekiyor bir yandan da Devrim Yürüyüşü ve Stadyuma mumlarla Devrim yazılması bir ritüel olarak Şenlikle ilgili başka bir tahayyülü örgütlüyordu.

Bahar Şenliği’ne ilk kez 1997 yılında bir hazırlık öğrencisi olarak katılmıştım. 2006 yılında doktora için yurtdışına gidene kadar sanıyorum bir kez katılamadım. Hiçbir zaman bir topluluk üyeliğim olmadı ama hazırlıkların nasıl geliştiği konusunda bilgi sahibi olacak kadar yakın bir yerde duruyordum. “Bizim zamanımızda” Stadyum konserleri sonrası mavi bereli komandoları taşıyan cemselerle birlikte A4’den yürüyerek çıkardık. Bugünlerden o yılları hatırlamak oldukça zor. Fakat geriye bıraktığı duyguyu bugün bile oldukça güçlü bir şekilde anımsıyorum: bir topluluğun parçası olmak ve dahası bu topluluğu her Bahar yeniden inşa ediyor olmak. Mevcudun başka türlü tahayyül edilebileceğini bir eşitler topluluğu (communitas) olarak müesses yapının dışında deneyimlediğimiz bir vaka (happening).

2012 yılında döndüğümde ise bambaşka bir ODTÜ vardı karşımda, jandarmanın olmadığı. Çeşitli gündemlerle oluşan tartışmalarda rektörlüğün ve öğrenci topluluklarının bir masa etrafında biraraya gelebildiği bir okul. 2014 yılından bu yana, ODTÜ tarihinin bir diğer müstesna oluşumu Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği (ÖED) üyesi olarak Bahar Şenliği tartışmaları etrafında yaşananlara tanık oluyorum. Bu deneyim öğrenci yıllarından kalan duyguyu anlamamı ve olgunlaştırmamı sağladı. Bugün durduğum yerden bunu ODTÜ’ye dair bir “sancı” olarak anıyorum.

Şenlik neden bizim için bir sancı? Her şeyden önce şenliğin yeri tarihimizde ve bizim için müstesnadır. ODTÜ’ye dair “ruh” ve “gelenek” olarak anılan her ne ise bunun tezahür ettiği en görkemli happening. Bu kendiliğinden ve kurum geleneği dışında bir karşı gelenek kuran şey ODTÜlüleşmeye dair en önemli deneyim. Dolayısıyla şenliğe değen bir durum olduğunda hiç beklenmedik bir dalga oluşuyor. Mezun olalı yıllar da geçmiş olsa Dünya’nın uzak bir köşesinden dönem arkadaşınız yıllar sonra size telefon açıp “Yahu ne oluyor okulda?” diye sorabiliyor. Diğer taraftan kuşkusuz bu kıymet kendinden menkul bir hadise değil. Zamanın ve mekânın bağlamında şeklini alan, bizim bir şeyi ifade etmemize olanak verdikçe anlamını kazanan bir şey. Dolayısıyla bize dair değişeni de izleyebileceğimiz bir ayna.

Şenliği kuşatan ve onu bizim için bir sancıya dönüştüren şeyleri kısaca sıralayarak bitirmek isterim. Öncelikle şenlik etrafında son yıllarda yaşanan tartışmaların temelinde yatan neden: bir kent olarak Ankara’yı kaybetmiş olmamız. 1980’lerin sonunda 12 Eylül’ün kalın örtüsü aralanmaya başladığında Ankara da tarihten biriktirdikleriyle yeniden ışımaya başlıyor. Bir yanda 1990’ların sonuna kadar devam edebilmiş Hipodrom Konserleri diğer yanda sanatevi ve kitapçılarla kentin farklı köşelerinde filizlenen yeni bir kültürel hayat kente rengini veriyordu. Fakat sonrasında 1993 yılıyla girdiğimiz uzun karanlık tünelden AVM’lerin kuşattığı bir rantiye kente çıktık. Bu yeni-bozkırın ortasında şenlik kuşkusuz bir vaha olarak dışarıda soluk alamayanları kendine çekiyor ve bu ilgi okulun taşıma kapasitesini aşındırıyordu. İkincisi dönüşen kentlerle birlikte biz de dönüştük. Hayatla ve birbirimizle ilişkilenme biçimlerimiz, konuştuğumuz dil, hissettiğimiz duygu ve alışkanlıklarımız değişti. TRT ya da BBC gibi kanalların arşivlerinden sosyal medyaya yansıyanlarla bir tür “The Man in the High Castle” melankolisine savruluyor olmamız biraz da bu büyük aşınma karşısındaki şaşkınlığımızdan. Diğer yandan tüm bu dönüşümü çerçeveleyen siyasi iklimle birlikte sertleşen mizacımız. Şenlik gibi etkinliklerdeki halimiz, tutumumuz. Uzak bir köşeden bakacak olursak Aylin Aslım 2016 yılında yazdığı “Memleketimden Konser Manzaraları” başlıklı yazısında son zamanlarda değişen seyirci profilinden bahsetmiş, insanların artık konserlerde performansı izlemek yerine kendi aralarında konuşuyor olmalarından şikâyet etmişti ve bir insan dinlemeyeceği konsere neden gider ki diye sormuştu. Son bir neden ise memleketin siyasi ikliminde, yerelde gelenekselleşen ve hayatın doğal akışının parçası olarak görülen yapılan birçok etkinliğin bugün neredeyse bir suçmuş gibi yaftalanıyor olması. Söz gelimi, herhangi bir etkinlikten alkol içeren bir görselin malum medyadaki sunumlarına baktığımızda bu yaftalamanın ne kadar şiddetle yönetildiğini görüyoruz. Dolayısıyla şenliğe dair bu kadar hacimli bir gündem oluşmuş olmasının temel nedeni bizim belirleyebileceğimiz bir mefhum olmanın çok ötesinde ODTÜ’nün memlekette temsil ettiği değerlere dair alanların daralıyor olmasında aranmalı diye düşünüyorum. Buna karşın bir geleneği devam ettirmek, bu geleneği yeniden kurarak parçası olmak adına gönüllü bir çaba gösteren tüm öğrencilere hepimizin bir teşekkür borcu var. Onların koruyarak taşıdıkları bu nüve elbet gelecek baharların kurucusu olacak…

* ODTÜ Sosyoloji Bölümü

** Yazıyı okuyup yorumda bulunan Şahin Alp Taşkaya’ya teşekkürlerimle…

 

diğer yazıları