yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

BOYANIN AKIŞKANLIĞINDA ÖZGÜRLEŞMEK

ASLI ÇAĞLAR

Günümüzde giderek içine kapanan ve bireyselleşen insanların yalnızlaşmasının, öngörülemez bir durum olan COVID-19 ile zorunlu olarak iyice arttığı yaşadığımız yılı renklendiren sergilerden bir  sergi Paint It Up. Tunç Süerdaş ve Emre Yetkin, üç yıl önce başladıkları bu atölyede birlikte ürettikleri işleri, 17 Ekim-17 Kasım tarihleri arasında Galeri 8 ARTI 1’de sergilediler. İlk ortak sergilerinin ardından, sosyal medyadan da ilgiyle takip ettiğim işleri hakkında bu iki sanatçı ile söyleşme fırsatım oldu.

Tarihi 1930’lara dayanan akışkan sanat günümüze kadar bir sürü kişiyi etkilemiş ve bu kişilerin kendi özgün yaklaşımlarını kattığı sanatsal üretimi teşvik etmiştir. Bunun Türkiye’deki örneklerinden biri de 2017 yılından beri akışkan sanat işlerinin üretildiği Paint It Up atölyesidir. Bu projenin arkasındaki Tunç Süerdaş ve Emre Yetkin, daha önce fotoğraf alanında yaptıkları işleri ve sergilerinden sonra, kendilerini daha özgür hareket edebildikleri bu mecrada işler üretirken bulmuşlar.

Bilkent Üniversitesi iç mimarlık lisans ve Politecnica di Design’da ürün tasarımı yüksek lisansını tamamlayan, sanat ve tasarımla hem kişisel hem de eğitim hayatının başından beri iç içe olan Tunç Süerdaş, kendini anlatabilmek için fotoğraf çekmeye başlamış. Daha sonra mimari ve belgesel fotoğraflar çekmeye yönelmiş. Kendi kişisel dönüşümü ve farklı kültürlerle karşılaşması onu fotoğraf yerine kendini anlatacak yeni bir mecra arayışına yöneltmiş: Akışkan sanat. Hikâyesini anlatabileceği, kafasındaki ikilikleri sorgulayabileceği, karşısındakiyle bağlantı kurabileceği ve hislerini aktarabileceği, fotoğraftaki gibi zıtlıkların ve kalıpların olmadığı, denge ve uyum üzerine kurulu bu ifade şekli, olan Paint It Up, ona kendi yaşamında geldiği nokta ile daha uyumlu imkanlar sunmuş. Kendisi için bu işleri üretirken kullanılan tekniğin değil, ifade ve duygu boyutunun önemini “Benim için kısaca bir iç yolculuğun dışa vurumu.” diyerek vurguluyor.

Sergiyi ortak açtığı Emre Yetkin ise, 1999-2000 yılları arasında Alem FM‘de (akşam grubu) çalıştıktan sonra, İstanbul Kadir Has Üniversite’si İngilizce işletme bölümünden mezun olmuş, çeşitli medya kuruluşlarında çalıştığı reklamcılıktan menajerliğe evrilen bir çalışma yaşamı olmuş. Küçüklüğünden beri çizim yapan ve on yıldır özellikle yurtdışında belgesel/gezi fotoğrafları çeken Yetkin, akışkan sanatın ona anlatmak istediklerini aktaracağı yeni bir mecra sunduğunu söylüyor. Kültürel konjonktürden bağımsız düşünülemeyecek fotoğraftan farklı olarak, daha özgür davranabileceği bu mecranın ona, daha özgür yeni hikâye anlatma olasılıkları ve biçimleri sunduğunu dile getiriyor.

Paint It Up, acrylic pouring (akrilik dökme), liquid art (sıvı sanat) ya da fluid art (akışkan sanat) gibi farklı şekillerde adlandırılan bir akımın parçası. Akışkan sanat, farklı yoğunluklardaki akrilik boyanın dökülmesi ve manipüle edilmesiyle yaratılan derinlik hissi ve dokularla karakterize edilen özgün ve benzeri olmayan işlerin yaratıldığı soyut bir sanattır. Son yıllarda popülerleştiği yanılgısının tersine, akışkan sanatın tarihi aslında 1930’larda başlıyor. Bu yıllarda “accidental painting” (tesadüfi, rastlantısal, kaza eseri) olarak adlandırdığı tekniği keşfeden Meksikalı sosyal realist ressam, duvar resmi/fresk sanatçısı ve politik aktivist David Alfaro Siqueiros, bu teknik ile ortaya çıkan işlerin yarattığı görsellik ve histen çok etkileniyor. Farklı renkte ve yoğunluktaki boyaları birbirinin üstüne dökerek karışmalarına ve yayılmalarına fırsat verdiği deneysel süreçten yola çıkarak, boyaların karışmasının arkasındaki teknik ve bilimi keşfetmeye başlıyor. Siqueiros “kontrollü kaza” olarak nitelendirdiği metoduyla yaptığı işleri yazdığı bir mektupta şöyle açıklar:

“(D)eğişik renkteki boya katmanlarını dökerken bunlar birbirlerinin içine sızıyorlar. İnsan zihninin hayal edebileceği en sihirli hayalleri ve formları oluşturuyorlar.”

Sanatçının modern ve endüstriyel malzeme ya da araçları kullanarak gerçekleştirdiği, 1936’da New York’ta düzenlediği workshop’ına o zamanlar genç bir sanatçı olan Pollock da katılıyor. Pollock’un daha sonraki sanat yaşamında temsilcisi olduğu soyut dışavurumcu eserlerinde, bu sanatçının etkisi açık bir şekilde görülüyor. Bu işlerin teknik boyutu sanat dışında disiplinlerin de ilgisini çekmiştir. 2012 yılında fizikçi Sandra Zetina ve Roberto Zenit bu sanatın arkasındaki bilimi kontrollü bir ortamda kurgulayarak detaylı bir şekilde kayıt altına almış (Physics Central, 2012) ve bu sürecin sonunda akışkanlar dinamiği alanındaki makalelerini yayınlamışlardır. Tıpkı Siqueros’un işleri gibi Pollock’un işlerinin arkasındaki bilim ve teknik de farklı disiplinlerden pek çok araştırmacının ilgisini çekmiştir.

Tunç Süerdaş ile Emre Yetki’nin sergideki işleri pek çok yönüyle, sanatçıların “dedemiz” dediği Jackson Pollock’u hatırlatmaktadır. Üretim aşamasından itibaren belli araç ya da format dayatmalarının kırılması, malzemelerin ya da yerçekimi gibi doğal koşulların dayattığı durumların tamamen kontrol edilememesi ve sanatçının fiziksel ve duygusal bütün bedeniyle yaratım sürecine dahil olması, Pollock’un da eserlerinde mevcut olan özelliklerdir. Damlatma tekniğiyle, yatay bir kanvasta çalışarak, yerçekiminin de üretim sürecine dahil olmasıyla resim, kurmaca ve yapay olmaktan çıkıp, doğaya yaklaşıyor. Buna ek olarak, figüratif somut nesneler yerine, soyut formlar üreten Pollock’un, geleneksel resme meydan okumasına, action painting’in çağdaş bir yorumu olan bu işlerde de rastlıyoruz. Süerdaş işlerin üretim sürecini, “(R)esim yapmıyoruz, doğa kanunlarının işlemesine sebep oluyoruz.” diyerek özetliyor. Ve bana kalırsa, ortaya çıkan işlerin etkileyiciliği en çok da bu özgürleştirici ve doğayı kontrol etmeye çalışmayan yaklaşıma bağlı olarak ortaya çıkıyor.

Paint It Up sergisinde “akışkan sanat” kategorisinde değerlendirilen işler, akrilik dökme tekniğiyle üretilmişler. Fakat boya dökme kısmı sadece işin bir noktaya kadar kontrol edilebilen teknik kısmını oluşturuyor. Oluşumunda teknik yerine duyguların daha baskın bir etkisinin olduğu bu sanat pratiğinde, eserin üretim aşamasında ve son çıktısında deneyim bir noktaya kadar sonucu öngörülebilir kılıyor. Sanatçı da dahil olmak üzere kimse eserin nihai halini tamamen kontrol edemiyor. Bu işlerin asıl ilginç kısmını da bu “kontrollü” kontrol edilemezlik oluşturuyor. Hem eserin üretim sürecine bağlı kararlaştırılamazlık halleri hem de eserle karşılaşan üçüncü tarafların anlamlandırma süreçlerindeki öznellikleri, özgünlükleri ve özgürlükleri boyanın kendi akışkanlığıyla benzerlik taşıyor. İşin bitmiş halinden çok üretim süreciyle anlamlandırılmasına da katkı sağlıyor.

Çağımızda yaşamın her alanında var olan akışkanlık totaliterliğinin, Bauman’ın sözleriyle varoluşsal müphemliğe (2017), parçalanmışlığa ve buna bağlı endişeye (2018) neden olmasının aksine, buradaki akışkanlık heyecan, rahatlama ve özgürlüğe imkan tanıyor. Yetkin’in sergiye gelen ziyaretçilerin en çok sorduğu, üretim aşamasını ne derece kontrol edebildikleri sorusuna verdiği cevap da aslında bu özgürleşmeyi ve yaşanan tatmin duygusunu açıklıyor:

“Ne kadar planlanırsa planlasın, kültürel, toplumsal ya da çevresel faktörlere bağlı olarak hayatın planladığından farklı bir yöne evrilmesine benzer şekilde, bu işler de bir noktaya kadar kontrol edilebiliyor. Kişinin kendisiyle dış etkenlerin harmanı sonucunda işler üretiliyor.”

Kontrol edilebilen teknik kısım haricindeki, bireysel duygular, yerçekimi gibi doğal koşullar ve hatta işin üretim sürecinin devamı olan başkalarının yorumlama süreci denetlenemiyor. Fakat boyanın akışkanlığını çağrıştıran bu kontrolsüzlük, tedirginlik yaratmanın aksine, duygular da dahil olmak üzere her şeyin denetlendiği ve kişinin kendi kendisine bir öz denetim uyguladığı toplumda, özgürleştirici bir durum olarak deneyimleniyor. Zaten hem sergiye hem de workshoplar’a katılanların  sergiden çıkarken çocuksu ve neşeli bir ruh haliyle dolması da bu durumu kanıtlar niteliktedir.

Sanatçılar, kendi üretim ve ifade süreçlerini özgürleştirmesinin yanı sıra, “formsuz” ve katı kalıpları olmayan bu mecra ile fotoğrafla ulaştıklarından daha fazla kişiye ulaşmışlar. Burada daha fazla kişiye ulaşmak derken kastettiklerinin ulaşılan kişi sayısındansa, ulaşılan kişilerle kurdukları iletişimin niteliği olduğunu belirtiyorlar. Bu süreçte, kendi deneyimlerine paralel bir şekilde, yaptıkları işin başka kişilerin de kendi iç yolculuğa çıkmasına aracılık ettiğini fark etmişler. Gerçekten de bu işlerin, karşılaşanlar üzerinde terapiye benzer bir etki yaptığını söylemek mümkün. Yani bu sanat aslında sadece tekniğine bağlı olarak değil, farklı anlamlandırma süreçlerini tetiklediği, etkileşimle hem üreteni hem bakan kişiyi dönüştürdüğü için de akışkan bir sanattır.

Fiziksel ve teknik boyutun çok daha ötesinde duyguları, anlam üretimini tetikleyen, kişiselin ötesine geçip kolektif bir deneyim haline gelen bu sanattan iki sanatçı, hem üreten olarak kendilerinin hem de ürettiklerine bakan kişilerin kendi hikâyelerini oluşturabilmesini anlıyorlar. İşleri ortak bir hikâyenin parçası olarak biçimleniyor da diyebiliriz. Bu ortak hikâye daha işin üretim sürecinde başlıyor; çünkü Paint It Up’un en belirgin niteliği etkileşimli soyut sanat olması. Süerdaş’ın deyişiyle “(İ)nsan duygularının internetine erişim”i sağlayan bir sanattır Paint It Up.

Salgından önce düzenlenen altı kişilik workshoplar’a katılanların, workshop’a başladıklarında yorgun ve keyifsiz bile olsalar; workshop sırasında hem renklerin etkisiyle hem de çocukluklarındaki daha özgür ve kaygısız hallerini hatırlamalarına bağlı olarak, baştakinden tamamen farklı bir ruh haliyle ayrıldıklarını söylüyorlar. Bu rahatlatma etkisinin yanı sıra düzenlenen workshop’ların iki sanatçı için de önemli bir yeri var. İşlerinin etkileşimle farklı bir noktaya taşındığını düşünmelerinin yanı sıra, Yetkin, bu workshoplarda kişilerin boyayı kullanma biçimlerinin onların karakteriyle ilgili de birçok ipucu verdiğini söylüyor. Ayrıca daha önce denemedikleri tekniklerin ya da boya yoğunluklarının tesadüfi olarak kullanılmasına bağlı olarak, bu workshoplar onlar için de etkileşime ek olarak bir keşif ve öğrenme süreci haline geliyor. Workshoplar’daki özgürleştirici ve başta değindiğim terapiye benzer etkiyi, üretim aşamasında olduğu gibi sergiye katılanlarda da gözlemlemek mümkün oluyor. Sergilenen bir işten çok etkilenerek önünde uzun süre kalan kişiler, iş ile ilgili soru sorarken, hissettikleri farklı duygulara ve çağrışımlara bağlı olarak, adeta kendi çözümlemelerini yapıp, işin üretim aşamasında sanatçının aklında olmayan kendi kişisel anlamlarını üretiyorlar. Bu durum, sanatın duyguları harekete geçirmesi, iletişim imkanı yaratması ve kişisel bir anlamlandırma sürecine aracılık etmesi özellikleriyle tutarlıdır.

İki sanatçının da her işi, projenin tamamını, üretim süreçlerini günlük tutar gibi belgeledikleri Paint It Up‘ı kendi bireysel iç yolculuklarını kayıt altına almak olarak nitelendirmelerinin yanı sıra,  Süerdaş’ın ifade ettiği gibi, “Paint It Up insanların kendi dünyasında kaybolduğu günümüzde, herkese kendi hikâyesini yazma” fırsatı veriyor. Üretenin kendi duygularından yola çıkarak içsel yolculuğunu yansıttığı her bir soyut eser, böylece esere bakan her kişinin kendi öznel hikayesini yazmasına fırsat veren kolektif ve bitmeyen dinamik bir sürece aracılık ediyor. Bana kalırsa, herkesin yalnızlaştığı ve “bireycilik” dayatması olan günümüzde, sanatın birleştirici ve iletişim sağlayıcı işlevine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Paint It Up atölyesi, sergileri ve düzenlediği workshoplarla ve sosyal medya etkileşimleriyle bunu gerçekleştiriyor.

Zaten sergi yolculukları da bu şekilde başlamış. Birlikte üretmekten keyif alan, çevrelerini de bu konuda teşvik eden iki sanatçı, pandemi dönemiyle, bireysel çalışmak durumunda kalmış ve aynı zamanda da düzenledikleri workshopları iptal etmişler. Beraber üretmek kadar yapıcı ve keyifli olmadığını belirttikleri bu sürecin ardından, 2019 Art Show İstanbul’dan beri Koray Arman’la birlikte düzenlemeyi planladıkları serginin zamanının geldiğine karar vermişler. Yetkin, bu durumu, pandemide yaptıkları işlerin evden taşmasının serginin bahanesi olduğunu söyleyerek özetliyor. Küratörle çalışmadıkları ve ağırlıklı olarak son üç ayda ürettikleri işlerle, organize ettikleri sergiye hazırlık sürecinin de onlar için önemli bir deneyim olduğunu dile getiriyorlar. Sergi mekanının tasarımını da kendi süreçlerini yansıtacak şekilde yapmaya özen göstermişler.

 

Farklı ama birbirini tamamlayan işlerin ortak bir hikâye anlatmasını istedikleri sergide, bir diğer dikkat çekici unsur da her bir işe bir metnin eşlik etmesidir. Bir eserin isimlendirilmesi ya da açıklamasının, anlamlandırma süreci üzerinde kısıtlayıcı ve yönlendirici bir etkisi olmasına karşın, bu sergideki eşleştirmeler böyle bir sınırlandırma getirmiyor. Yetkin her bir metinin üretim süreciyle eşzamanlı olarak yani tamamen kontrol edilmesi mümkün olmayan bir şekilde ortaya çıktığını söylüyor. Soyut işlerle eşleşen metinlerin sembollerle dolu olmasından ötürü, ziyaretçilerin anlamlandırma sürecinde kısıtlayıcı ve belirleyici olmayacağını düşündüklerinden sergiye dahil etmeye karar vermişler. Her kişinin hem görseli hem de metni yorumlaması bana kalırsa yapılan işi kısıtlamak yerine zenginleştiriyor. Bu sergide metinler de tıpkı işlerin kendisi gibi, etkileşimi sağladıkları ve ziyaretçinin kendi hikâyesini yazmasına fırsat verdikleri için durağan hale gelmeyen işin ve üretim sürecinin bir uzantısı haline geliyor.

Paint It Up sergisinde, kişilerin bireyselleşerek yalnızlaştığı çağda; Baudrillard’ın (2018) vurguladığı gibi bolluk toplumunda yüzeyselleşerek yok olan anlam üretiminin yeniden teşvik edildiği ve kısıtlanmadığı işlerle karşılaşıyoruz. Hem başkalarına hem de kendi duygularına yabancılaşan insan, bu işlerle iletişim kurmaya ve kendini gerçekleştirmeye yönlendiriliyor. Foucault’nun (2019) değindiği gibi denetim ve disiplinin sözde bir özgürleşme söylemi arkasına gizlenerek artmasına karşı bir duruş sergileyerek gerçek özgürleşmeyi temsil eden bir sanat türü akışkan sanat. Bu sanat, hem sanatçı hem de bakan kişi için, boyanın ve üretim sürecinin denetlenemez doğasına paralel olarak çok daha kapsamlı ve çok boyutlu bir sürece aracılık ediyor. Akışkan sanatın tetiklediği, yaratım, etkileşim ve çözümleme sonlanmayan dinamik kolektif bir süreç haline geliyor. Benliğin parçalanarak belirsizleştiği, aidiyetin ve varoluşun tedirginlik kaynağı olduğu çağımızda; Paint It Up bütünleştiriyor, anlam üretimini teşvik ediyor, özgürleştiriyor, yarattığı iletişim kurma imkanı sayesinde duyguları harekete geçiriyor. Dolayısıyla bu soyut deneysel sanat, bütün bu yönleri dikkate alındığında çağımıza bir tür çözüm öneriyor sanki; bu da onun ilgi çekmeye devam edeceğini gösteriyor. Her aşamasında bir kontrol edilemezlikle karşılaşılan bu sanat, endişe ve güvensizliğe yol açmak yerine olumlu duyguları tetikliyor; insanın bedensel olarak tüketilip tek bir varoluş kipine sıkıştırıldığı sistemde öznel anlamlandırma sürecine aracılık ederek, insanın kendisini bütün bir özne olarak yeniden kurmasını teşvik ediyor.

Sergideki işler sanatçıların aktarmak istediği ve duyguları harekete geçiren sembolik anlamlar barındırmalarının yanı sıra, görsel boyutları açısından da keyifli bir deneyim sunuyorlar. Sergiyi ilk gezdiğimde, yönlendirici olacaklarını düşünerek metinleri okumamayı tercih ettim,  fakat daha sonra metinleri okuduğumda böyle sınırlandırıcı bir etkileri olmadığını görmek hoşuma gitti. Soyut sanatın kısıtlamayan ve öznel anlam üretimini teşvik eden boyutundan hiçbir şey eksiltmeyen metinler, işlerin anlamlandırma sürecini sınırlandırmadıkları gibi, bana kalırsa sanatçıların kişisel yolculuklarının da daha iyi anlaşılmasını sağlıyorlar. Daha önce işlerin üretim aşamasını izlemekten keyif almış biri olarak, sergiye üretim aşamasının görülebileceği bir video dahil edilmesinin, görsel olarak dikkat çekici olacağını ve akışkan sanatın özgürleştirici boyutunun daha iyi bir şekilde yansıtılabileceğini düşünüyorum. Her bir işe eklenen karekod ile üretim süreci izlenebilse de, videonun işlerin, projenin ve sanatçıların kendi kişisel hikâyelerinin devam eden bir süreç olduğu olgusunu daha net bir şekilde vurgulayacağı kanaatindeyim. Sergileri sonlanmış olsa da 17 Aralık tarihine kadar, Galeri 8 ARTI 1’de işlerinin bir kısmını görebileceğiniz Tunç Süerdaş ve Emre Yetkin’in daha sonra düzenleyecekleri etkinliklerini, üretim süreçlerini ve yeni işlerini paintitup.net sitesinden ya da Paint It Up sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz.

Kaynakça

Baudrillard, J. (2018). Tüketim Toplumu. (N. Tutal ve F. Keskin, Çev.). Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Bauman, Z. (2017). Modernlik ve Müphemlik. (İ. Türkmen, Çev.). Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Bauman, Z. (2018). Parçalanmış Hayat. (İ. Türkmen, Çev.). Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Foucault, M. (2019). Özne ve İktidar. (I. Ergüden ve O. Akınhay, Çev.). Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Physichs Central (2012, 7 Aralık). Art and Physics. Zenit, R. ve Zetina, S. National Autonomous University of Mexico.Erişim: 9 Kasım 2020. https://www.youtube.com/watch?v=lUcogtIISTA&feature=emb_title.
Zetina, S. ve Zenit, R. (2012). Siquieros accidental painting technique: a fluid mechanics point of         view. Erişim: 7 Kasım 2020. https://arxiv.org/abs/1210.2770.

diğer yazıları