yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Coğrafyayı Tanımak

Ağaçlardan arkadaşlarım oldu. Hâlâ da var.
İlhan Berk

Türkiye’yi kasıp kavuran 2021 orman yangınlarında gündeme gelen Sarıkeçili Yörüklerinden Pervin Çoban Savran, 1+1’e verdiği söyleşisinde Orman İşletme’ye atananların coğrafyayı ve ağaçları tanımadığından söz eder. Şehirlinin gündelik yaşamına oldukça uzak bir konudur ağaçları tanımak, bahsi geçtiğinde şaşırırlar, genellikle belgesellerde, Kızılderili filmlerinde ya da anlatılarda karşılaştıkları bir şey olarak kalır hafızalarında. Orman bölgelerinde uzun zaman geçirmiş ya da yaşayan kimseler ağaçlarla arkadaşlardır ve ağaçları okuyarak mevsim dönümlerini, rüzgârın yönünü ve şiddetini, rüzgâr geçişleri dolayısıyla yağmuru ve ihtimal dâhilindeyse heyelanı takip edebilirler. Bunlar ağaç lisanı 101. Peki coğrafyayı tanımak?

TDK orman kelimesini ağaçlarla kaplı geniş alan olarak verir. Tarihi 1300’lü yıllarda Oğuzname’ye kadar giden kelimenin etimolojisi hakkında kesin bir hüküm yoksa da eski Türkçede kesmek anlamına gelen or- fiilinden günümüze geldiği kabul edilir. Ormanı sadece ağaçlarla kaplı geniş alan olarak tanımlamak ne kadar can sıkıcıysa, orman yangınlarının bu kadar uzun sürmesinin can sıkıcılığı da coğrafyayı tanıma hadisesine dâhil. Sarıkeçili Yörüklerinden Pervin Çoban Savran aynı söyleşide, atananları ve haliyle coğrafyayı, ağacı tanımayanları maaş günü bekleyenlerin sistemi olarak adlandırır. Her yer müthiş bir hızla betona dönerken çoğumuzun aklındaki manzarada rüzgâra eşlik eden ağaç dalları kalır ya da Edip Cansever yazmış: ‘’sonrası kalır’’.

Betona karşı ağacı savunmak ya da ağaca karşı betonu öne sürmek coğrafyanın tanıdık çatışmalarından. Bu çatışma bana hep J. R. R. Tolkien’in şaheseri Yüzüklerin Efendisi serisini anımsatır. İyi ve kötü arasındaki çatışma, fantezi edebiyatı metinlerini okurken eleştirel analiz için kilit noktadır. Fredric Jameson kahramanın ya da iyiliğin düşmanına kötülük olarak bakar. Bilimkurgunun tarihe sorgulayarak baktığını, alternatif bir tarihi kurcaladığını ve geleceği irdelediğinden bahseder. Şimdiyle kıyaslar bilimkurgu ve amacı toplumsal ve siyasal eşitlik oluşturmaktır. Tolkien’deki Hristiyan köy nostaljisinin bilimkurgu geleneğindeki tarihselcilikten net şekilde ayrılması gerektiğini savunması bundandır. Çünkü bilimkurgudaki tarihselcilik fantezideki din kavramları yerine üretim tarzı kavramlarına odaklanır. Kısaca Jameson’a göre fantaziyi bilimkurgudan ayıran en temel nokta fantezinin herhangi bir tarih anlayışına sahip olmamasıdır. İyiliğin düşmanına kötülük olarak bakmak coğrafyayı tanıyanların hatırındadır.

Ağaç kelimesi eski Türkçedeki ığaç kelimesinden gelme. Orhun Yazıtlarında (735) ığaç, Divan-ı Lügat-it Türk’te (1070) yığaç olarak kullanılmış. TDK yine bir acayip anlam vermiş ağaç için: meyve verebilen, gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki. ‘’Bugünün Düşman’ının bütün ormanları soldurması muhtemeldir,’’ diye yazar Tolkien, o muhteşem Entlerden bahsederken.

Farklı bölgelerde ardı ardına ormanlar yanarken, yardıma koşanlar ve bölge halkı aynı lisanda tek bir şey istediler: havadan müdahale. Lisan ortaktı ama yardım çığlıkları duyulmadı. Neden? Herkesin kendine göre bir cevabı var. Günlerce müdahale bekleyen halk çaresizliğini seferberliğe dönüştürürken de aynı lisanı konuşuyordu: daha fazla yanmasın. Ötekiyle ilişkisini kendini ön plana koyarak inşa edenler inisiyatif almadılar.

Lisan üzerine çalışmak zordur ama keyifli oluşu zorluğunu çoğu zaman unutturur. Müthiş bir dilbilimci ve lisan profesörü J.R.R. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi üçlemesini yazmadan önce yazdığı Hobbit kitabı yayımlandığında aslında çok da önemsenmeyen bu kitabı yazan çok da önemseyen bir İngiliz dilbilim profesörüdür. Bırakın o çocuklara masal anlatmaya devam etsin görüşünden öteye pek de dikkate alınmaz yazdıkları. Dönemin İngiltere’sinde ‘’coğrafyayı tanıyan’’ edebiyat ön plandadır ve Tolkien kendisinden pek de beklenmedik bir şey yaparak Yüzüklerin Efendisi’ni yayımlar. Süreç içerisinde güç yüzüğünü kapitalizm olarak yorumlayanlar da çıkar, başlı başına 2. dünya savaşı üzerine yazılmış bir fantastik eser olduğunu savunanlar da. Tolkien hayatımıza cepheden girdi, der Sevin Okyay.

Köti kelimesi fena ve yaramaz anlamında kullanılmış ve tarihi de 1000’li yıllara uzanıyor. Bugün kötü kelimesi olarak kullanıyoruz. TDK kelimeye iyi karşıtı anlamını da vermiş.

Tolkien’ın kurmaya çalıştığı temel problem doğa sanayi çatışmasıdır: doğanın iyiliği sanayinin kötülüğü temsil etmesi. Bunu doğayla bütünleşik köy hayatında Hobbit köyü Shire’da görebiliyoruz. Atların ve süvarilerin diyarı Rohan’da tüm yerleşim yerlerinin ahşap olması ve ormanların, dağların kıyılarına yerleşim de bunu açıklıyor. Elfler yüksek soy, Entler müthiş Fangorn ormanlarının duygusal ve öfkeli yoldaşları, Cüceler maden işçileri ve zanaatkârlar… Saf değiştirmek coğrafya gündeminden alışık olduğumuz eylem. Saruman kötülüğün efendisi Sauron’un safına geçtiğinde Isengard isimli bölgesinde müthiş orman katliamları yaparak devasa sanayi ateşleri yakar. ‘’Ormanlar yok olacak, kadim dünya sanayi ateşiyle yanacak,’’ cümlesinin bize pek de yabancı gelmemesi iyi-kötü çatışmasını şekillendirmesindendir. Bu sanayi ateşleri ve tabii ki orman katliamları sayesinde ordusunu daha da güçlendirecek olan kötü düşman, insanlığı, elf ve cüce soylarını bitirmek ve Orta Dünya’ya hükmetmek gayesini taşır. Bu kötülüğe karşı ve kötülüğün dünyayı işgaline karşı –ölüme, yağmaya, sanayi ateşine karşı, oluşturulan direniş savaşla kırılacaktır, sadece savaşla, yağmayla değil. Çok tanıdık değil mi? Tolkien, Ağaçsakal’a, Fangorn ormanlarının yağmalanmasıyla ilgili şunları söyletir: ‘’Biz trollerden daha kuvvetliyiz. Biz toprağın kemiklerinden yaratıldık. Biz taşları ağaçların kökleriyle parçalayabiliriz; hem de çok çabuk, eğer aklımıza koymuşsak çok çok çabuk! Eğer bizi baltayla deviremezlerse, ateş veya büyücülük rüzgarıyla tahrip etmezlerse Isengard’ı un ufak edip, duvarlarını moloza çeviririz.’’

Bükler, burunlar, koylar derken uzun sürmüş bir günün akşamına Kızlan Köyünde yel değirmenlerine karşı rakı içiyorum. Can Yücel mekânı Datça’da diyordu: ‘’Bahçeler tarlalar/ Çiçekleri sarı yeşilleriyle/ Ardımızda Kızlan’daki yel değirmenleri’’, o hesap. Yel değirmenlerinin karşısındaki Datça üzüm bağlarında bizim köyün Laz üzümüne Frenklerin cabarnet sauvignon deyişlerinin hikâyesini, hafif takılarak, aradaki farklarını anlatıyorum. Mahallemizin köpeği Firdevs bahçedeki begonvilin yanında üzerine çamın iğne yaprakları düşerken uyukluyor. Gocadağ kararıyor. Coğrafyayı tanımak bahsine geliyor konu. Sosyal bilimlerde sık kullanılan Bourdieu’nün kuramsal yaklaşımlarından habitus ve doxa, alan analizlerine çok yakışır. Yüzyıllar sürse de değişecek, demiştim, yıllar önce Mülkiye’deki bir etkinlikten önce Amerikalı şair arkadaşımın dediğine: maya asla değişmez. Dağda açan çiçek şehirde büyümez, derken arkadan Ahmet Kaya.

Bu yazıyı yazarken orman yangınları çoktan unutuldu. Bartın, Kastamonu ve Sinop’ta seller oldu, unutuldu. Ne unutulmaması gereken şeyler unutuldu, unutulacak. Unutmayanlar kıvranacak, tarihe sarılarak. Bize dair hiçbir şeyi koruyamamanın öfkesini ya da neden bu kadar berbat hissettiğimizi bize en iyi tarih açıklar çünkü. Enkaz olmasının dışında, Walter Benjamin’in dediği gibi: tarih için hiçbir şey kaybolmuş sayılamaz. Niye anlattım Tolkien’i? Zekice gülümseyerek, coğrafyayı tanımakla ne ilgisi var, derdi zamanında Zonguldak’ta arkadaşlarıyla kurduğu Türkiye Orman İşçileri Sendikası kapatılan dedem.

Ormanlar yandı, bitti, kül oldu. Sönmesi yüzyıllar alacak.

Kerim Akbaş
diğer yazıları