yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Edebiyatta TOKİ’leşme: Çok satar kitsch romanlar

Son yıllarda katıldığım fuarlarda hiç tanımadığım yazarların önünde uzayan okur kuyrukları ilgimi çekiyordu. Yazarları da, yazdıkları kitapları da merak etmeye başlamıştım. Birkaçının ismini sorup not defterime kaydettim. Sonrasında, kitapları yayına hazırlayan yayınevlerinin internet sitelerine baktığım zaman, uzayan kuyrukları gördüğümde hissettiğim tuhafsama, bu kez hayrete dönüşmüştü. Yazarlarını hiç tanımadığımız çoksatarlar ilk baskısında dahi otuz bin basılıyordu ve her biri yaklaşık yüz bin okura ulaşıyordu.

Romanda konsept danışmanı var, serim yok

Böylelikle, Bilal Sami Gökdemir’in Dost Kayığı adlı romanını okumaya başladım. Kapağında romanın adı olan Dost Kayığı, başlık altı olarak “gerçek bir dostluğun bitiş hikâyesi…” yazılıydı. Kapakta görsel unsur olarak, kâğıttan bir kayık ve yazarın kendisinin vesikalık fotoğrafı yer alıyordu. Yazarın vesikalık fotoğrafının yanına da bir ayna yapıştırılmıştı. Kitabın ilk sayfalarındaki mütevazılık boca edilmiş teşekkür metni ile yazarın kendi fotoğrafını ön kapağa yerleştirmiş olması da “kitabın konsepti”ndeki ilk çelişki olarak dikkati çekiyordu. Kitabın konsepti ifadesini kullanmamın nedeni, teşekkür yazısında kitabın konsept danışmanından söz ediliyor oluşu… Reklam ve pazarlama sektöründe yer alan konsept danışmanlığı edebiyat ve sanatta pek karşılaştığımız bir görev tanımı değil. Çünkü edebiyat metnini pazarlanacak bir ürün
olarak görmek, yazmanın anlamını baştan bozan bir zehir…

Dost Kayığı isimli romanda serim bölümüne gerek duyulmamış.
Onun yerine karakterler, metnin en başına kişiler başlığı altında sıralanmışlar. Romanda karakterler hikâyenin akışı içinde ortaya çıkmıyor, daha roman başlamadan karakterler okuyanın kucağına düşüveriyor. Başka bir deyişle, okuyanın karakterlerle ilişkisi yazar tarafından baştan belirlenmiş, romanda boşluklara yer yok. Karakterler tanıtılırken de, erkek karakterler ayrı başlıklar altında tanıtılırken, kadın karakterlerinin üçünün aynı başlık altında tanıtılması da dikkat çekici… Belli ki erkekler baş karakter, kadınlar yan karakter olmak “zorunda.”

Kitap çok sayıda bölüme ayrılmış ve bölümlerin başlarında, içinde ayna geçen alıntılara yer verilmiş. Çoğunluğu ünlü yazar ve düşünürlere ait olan bu alıntıların hangi kitaplardan alındığına ilişkin bir açıklama yer almıyor. Kaynakları belirsiz olan alıntılar, metafor olarak seçilen ayna kavramını beslemek için yerleştirilmiş. Ancak metaforlar metinle yüzeysel bir ilişki kurduğundan, okuru bir yerden başka bir yere götürmekten uzak.

Ucuz edebiyat: Para harcatsa da zaman harcatmıyor

Romanın başlığı Dost Kayığı, dost kazığı deyimiyle “dâhiyane” bir çağrışımsal ilişki kurmuş. Ana karakter Mustafa’nın arkadaşı Can’la ilişkisi ve onun tarafından suistimal edilmesi anlatılıyor. Metin “kitsch” tanımının yakın karşılığını oluştururken, “kötü edebiyat” tanımından çok, “ucuz edebiyat” ifadesine denk düşüyor. Çünkü Levent Şentürk’ün kitsch tanımındaki gibi, para harcatsa da, düşünmeye sorgulamaya sevk etmediği için zaman harcatmıyor.

Kitapta karakterler kalıp biçiminde sunulurken, edebiyatın özünü oluşturan iç çatışmalardan uzak, vıcık vıcık bir duygusallıkla kurulan ve derinlik taşımayan metin, dil bilgisi açısından da özensiz. Oysa tashih bölümünde altı kişinin ismi geçiyor. Altı kişinin altısı da cümle içinde geçen tırnak işaretli iç cümlelerin sonuna nokta getirilmemesi gerektiğinden habersiz! Türkçe dil bilgisi kuralına göre, bulunma hâl (durum) eki olan “-de” her zaman birleşik yazılır. Romanda bu kurala da dikkat edilmemiş. Örneğin, 33. sayfada “Biz de çay da kıymetli” yazılmış. “Bizde çay da kıymetli” olarak yazılmış olması gerekirdi. Romanda Gökdemir çoğunlukla sade ve yalın olarak nitelendirilemeyecek, kuru cümlelere yer verirken, “janjanlı”, uzun cümleler kurmaya çalıştığındaysa dili dolanmış: “Türk sinemalarının dışında, yoldan geçen taksiye el edip durdurabileceğimiz tek şehirde olmamızın verdiği avantajla boş bir taksiyi çeviriyoruz.”

Edebiyatın TOKİ’leşmesi

Romanda, karakterlerin sunumunun yer aldığı serim bölümünün bulunmaması, aktarılmak istenen dostluk hikâyesini de sakatlıyor ve sürekli, “Her şeyi içimde bulabilirsin, bütün dertleri içime attım çünkü,” cümlesinde taşınan “bir dertten” söz ediliyor. Ancak bu kadar büyük derdin ne olduğunu okur pek anlayamıyor, ama metin boyunca okura kitabı satın alırken karşılığını peşin olarak ödediği duygusallık vaadinin karşılığı boca ediliyor. Ana karakter hüzün, dert gömleğini giymiş, metin boyunca endam ediyor. Alımlı görünüyor, ancak sağlam bir hikâye ve estetik derinlik bulunmadığı için içi boş… Roman boyunca şöyle cümlelerle karşılaşılıyor:

“Her gözyaşı bir yağmur değil midir aslında?”

Bilal Sami Gökdemir’in Dost Kayığı isimli romanının neden otuz bin gibi bir baskı adediyle piyasaya sürüldüğüne ilişkin fikir yürütmeye başladığımızda bir kez daha kitsch ölçütlerine bakılması gerekir. Edebi eser yoruma açıktır, ancak kitsch okurun zihninde bildiklerini, ön yargılarını tekrar üretime sokar. Bir başka deyişle kitsch, “isteneni verir.” Tüketim kültürünün arz talep ilişkisine göbekten bağlıdır. Okuyanı düşünmeye ve sorgulamaya yönlendirmez. Yaşar Kemal’in bir eleştiri metninde yazdığı gibi, “Bizi düşünmeye alıştırmamışlar. Üstelik de düşünmeyelim diye ellerinden geleni yapmışlar.” Tam da bunun için, vasatizmden beslenen kitsch, egemenin elinde kültürel bir aygıt olarak bulunuyor. Hem okurun aklında bilindik ön yargıları tekrar üretiyor, hem yerlerini sağlamlaştırıyor, hem de bu ön yargılar üzerinden siyasi propaganda yapılmasının zeminini hazırlıyor. Örneğin mağduriyet üzerinden propaganda yapılırken, kitsch romanların stratejisine paralel bir zemin yaratılıyor. Dert belli değil, ama herkes dertli… Kitsche yöneltilen sosyolojik eleştirilerin odağında bu psikolojik ayartma yatıyor. Kitsch üreticilerinin iddia ettiği gibi, ürünlerine yöneltilen eleştiri yüksek edebiyat ya da yüksek sanat düzleminde yapılmıyor. Fergana Kocadoru’nun kitsche ilişkin makalesinde ifade ettiği gibi, kitsch bir psikolojik manipülasyondan ibaret. İnsanların yaşam alanlarında parklara, bahçelere ihtiyacı varken, o parkları yıkıp caddelere dikilen sentetik ağaçlar gibi kitsch romanlar… İnsanların tüketim kültürü içinde yaşamlarını sorgulamaları gerekirken, kitsch edebiyat hazır duygusallık paketleri sunuyor. Buna edebiyatın TOKİ’leşmesi de diyebiliriz.

Mimari alanda TOKİ’leşmenin gerekçesi halka ucuz barınak temini olarak sunulurken, edebiyatın TOKİ’leri olarak ifade edilebilecek çok satar kitsch metinlere ilişkin “halk bundan anlıyor, halk bunu seviyor” biçiminde savunular da bulunuluyor. Oysa halk edebiyatı ile çok satar kitsch metinler, ardında yatan düşünce sistematiği açısından herhangi bir yakınlık taşımıyor. Halk edebiyatında yazar ve üreten arasındaki sınır ortadan kalkmıştır. Dost Kayığı adlı romanda bu sınır ihlali, okura kitabın son iki sayfasına kendi hikâyesini yazması için bırakılarak ve kitabın bir bölümünün ayna aksi olarak basılıp, okurun ayna tutup okumasını teşvik ederek, taklit edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu taklit, metnin içeriğinin yansıması olmadığı gibi, okurla kurulmaya çalışılan ilişkiyi derinleştirememiş, performans sahicilikten uzak yüzeysel kalmıştır.

Ucuz edebiyat, iyi edebiyatı kovar mı?

Halk edebiyatı, Köroğlu’nun Bolu Beyi’ne meydan okumasıdır. Ancak halka yönelik edebiyat yapıyormuş gibi yapan bu metinler, iktidar her ne ise onu destekleyen argümanların kitaplarında propagandasını yaparlar. Propaganda ve suni bir duygusallıkla çevrili ajitasyondan mürekkep metinler, halk edebiyatında olduğu gibi bireyin özünde yer alan erdemleri uyandırmaktan çok, çelişkiden uzak olarak, acı, sevinç gibi duyguların hazır paketler biçiminde sunulmasından ötürü duygusal körlüğe yol açarlar ve düzenden hem beslenir, hem de düzeni desteklerler. Yani, Ersin Berk’in Adorno’dan aktardığı ifadesiyle, bilinç ve buyruk arasında bir değişime yol açarlar.

Çok satar kitsch metinlerinin ilgi çekmesinin bir nedeni de pornografiye benzer biçimde anlık haz yaratabilmelidir, okur duygusal manipülasyon sonucu bir karaktere karşı anında öfke ya da hüzün duyabilir, ama aynı hızla da okuduğu hikâyeden uzaklaşıp, kendi dünyasına dönebilir. Kitsch metinler okurları başka dünyalara davet etmez. Hatta başka dünyaların ihtimalini yok etmeye çalışırlar. Daha da kötüsü, ucuz edebiyat, kalıp duygu ve düşünceleri pazarlamasıyla edebiyatta bir değer kaybına neden olur. Ardından, tehlikeli bir soru kalır geriye:
“Ucuz edebiyat, iyi edebiyatı kovar mı?”
Gülümseyin, çektim.

Ayşegül Tözeren
diğer yazıları