yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Fırtınada, Zulüm Öyküleri, “Zor”la mı Yazıldı?

“İşte fırtına koptu. Şimdi dalgalar azgın. Taşkın öfkeleriyle çarpışmaktalar. Ve rüzgâr, güçlü kollarıyla bir daha hiç kopmamacasına sarmakta suları. Yeşil kütleleri kayalara koşturmalı; bir an önce parçalamalı, çatır çutur kırmalı onları”[1] Gorki kendisini tutuklatan bu öyküsünde fırtına kuşlarından bahsederken, atmosferin kendisini böylece bir öykü haline getirir. Birazdan başlayacak sandığımız öykü gök gürlemelerinin arasından kendini gösteren güneşle aniden bitiverir. Martıların da insanların da içinden geçtiği koşullar bu yalınlıkla onun öyküsü haline gelir. Dahası öykülerinin kendisi bu atmosferdir. Bunda bir terslik görülmeyebilir. Eh düpedüz materyalisttir Gorki. Atmosferi ne kadar gerçekçi tasvir ettiği tutuklanmasından da bellidir.

İlk kez Bir İsyan Andı’nın girişinde okuduğum Fırtına Kuşları öyküsü/şiiri dönemin koşullarını çarpıcı bir şekilde anlatan genel bir fotoğraf özelliği gösterir. Çünkü Gorki’nin Rusyası köylülüğün toprakla ilişkisinin yeniden belirlendiği, feodalizmin ufalandığı, üretim koşullarındaki değişmenin, sosyal ve siyasal devrimi koşulladığı bir Rusya’dır. Lenin’in yalın bir şekilde ifade ettiği gibi “köylüler, özgürlüklerini geri almak için para ödedikleri halde, özgür insan olamadılar; yirmi yıl boyunca ‘geçici olarak zincirlenmiş’ durumda kaldılar, kendi hallerine bırakıldılar; ve bugüne dek (Nisan 1900) kırbaçlanabilen, özel vergiler ödeyen, ve yarıfeodal komünden özgürce ayrılma, kendi topraklarını özgürce elden çıkarma hakkı olmayan alt tabaka olarak kaldılar.”[2] Gelişen sanayi ise yüz binlerin toprağından kopmasına, ağır koşullarda madenlerde, fabrikalarda demir yollarında çalışmasına, köyde yaşamını idame ettiremeyen insanların gündelik işler için de olsa kente doğru kaymasına neden oldu. Fabrikalarda dayatılan ağır çalışma koşullarına dayanamayan birçok işçinin köye geri dönmeye yeltenmesi bir tarafta dursun, diğer taraftan da fabrikalarda bu koşullara karşı işçilerin birleşme ve dayanışma eğilimi açığa çıkıyordu. Artık Rusya proletaryasının varlığından da güçlenmiş bir burjuvaziden de söz etmek mümkündü. Çarlık iktidarı ise, anti sosyalist yasalar, gerici işçi örgütleri, terörcü polis yapılanmaları, geniş bir tutuklama furyası ve suikastlarla, yaklaşan halk hareketini boğmaya çalışıyor ve neredeyse tüm Rusya’da bir fırtına kopuyordu.

Fırtına alametleri sadece şimşeklerin boğucu gürültüsü altında onun en gergin uçlarında, çarlık iktidarıyla devrimci örgütler arasında kendini göstermedi. Esas fırtına toplumsal hayat içerisinde, köylülükle büyük toprak sahipleri arasında, işçilerle patronlar arasında, milyonların gündelik yaşamının içerisinde kabarıyordu. Gorki’nin bu usul kabarışı anlattığı, gerçekleri yarıştırdığı öykülerinde Türkiye’de vadisini koruyan köylülere bağıran bir bakanın sözleriyle, köylülüğün eylemini bastırmak için gönderilen çarlığın bir valisi arasında, devletin “zor” kullanan sürekliliğine tanıklık ederiz. “Bakalım şimdi ne halt edeceksiniz, eşşoğlu eşşekler? Kazan kaldırırsınız ha? Ayaklanırsınız ha? İt sürüsü sizi! Serseriler, vergi kaçakcıları, vatan hainleri”[3] sözlerini Gorki’nin bir öyküsünde mi, yoksa Yenişafak gazetesinin haberinde mi okuduğunuzu unutursunuz bir süre sonra.

ÇAĞIN İÇİNE İŞLEYEN “ZOR”LA, ÇAĞIN “ZOR”LADIĞI ŞEY

Kendiliğinden ayaklanan insanlar, birdenbire depresyona giren ara sınıflar, kendinden sevgisiz insanlar, duru kötüler yoktur Gorki’nin yazınında. Hiçbir hastalık kişiselleşmez, felaketler tanrısallaşmaz, insan eylemleri onu harekete geçiren koşullardan bağımsız okunmaz. Biri akciğer kanseriyse en azından bir akciğere sahip olmalıdır öncelikle. Bu nedenle Gorki’nin kişiselleşme sahası nesnel koşulların yakıcı zoruyla, bu yakıcılık içinde gelişen olası rastlantılarla genişler. O belirli bir psikolojik atmosferi, sosyolojik atmosferden ayırmayarak, o psikolojinin nasıl kazanıldığıyla ve üretildiğiyle ele alır. Eğer böyle olmasaydı popüler edebiyatımızda sıkça gördüğümüz gibi çoğunlukla vasat bir bilinç durumunun romantize edilmesiyle sonuçlanırdı. Böylece aynı geri bilince sahip olduğunuz için yazarla bağ kurabilir, kendi vasatlığınız üzerine bir edebiyat kurabilirdiniz.

Gorki bu açıdan, iyi bir istatikçidir. Sadece bu yazının merkezinde yer alan zulüm öykülerinde değil, genel olarak öykücülüğünde aynı duyguyu yaşayan, aynı yalnızlığı hisseden, sevgisizlikle boğuşan, duygudaş milyonların olduğunu size hissettirir. Ve bu milyonlarca olayın, tek tek milyonlarca kötü tesadüf sonucu oluşmadığını öğretecek bir görme biçimine ulaşır. Bir duygu birliği kurmanın ötesine, bilincin hareketinin duraklarına atıflar yaparak, bu duygu birliğini daha ileri bir bilinç düzeyine vardırmak ister.

Bu nedenle Gorki bizi anlatmaya başladığında bütünün en belirgin özelliklerini gösteren bir parçayı ele alır. Örneğin onun öykülerinde vicdan, üretim ilişkilerinin şekillendirdiği toplumsal ilişkilerin yansıdığı bilinç durumunun, tikel bir görüntüsüdür. Gorki, büyük bir zulüm altındaki köylü ve işçilerin karşı çıkış biçimlerine, hayatta kalma mücadelelerine yer verirken, sadelikle daha genel bir tabloyu; üretim ilişkilerinin nesnel durumunu, sınıf güç ilişkilerinin seyrini, “zor”u hatırlatır. Burada zor iki temel biçim alır. Birincisi yaşamın diyalektiğidir, işleme, harekete geçme biçimidir, nesnel koşulların tarihsel itkisidir. Öbürkü yine bunun bir parçası olarak egemen sınıfların kullandığı zordur.

Gorki, “zor”u fotoğraflarken, belirli bir çarpışma anında, (örneğin; bir grev anında devlet müdahalesiyle karşı karşıya kalındığı durumda) olayın yarattığı etkiyi, bu olay sırasındaki işçilerin/köylülüğün bilinç durumunun görüntüsünü kadrajın içine alır. İktidarın uyguladığı “zor”u, başka nesnel koşullarda bir diğer iktidarın uyguladığı “zor”la karşılaştırırken, zoru uygulayan mekanizmaların aynılığına bakarak, basit bir neden sonuç ilişkisi kurmaz. Bu da kaba bağlantılardan, aynı gözüken iki eylemin, biçiminin ve sonuçların neden aynı olmadığı sorusundan bizi korur. Denklemin diğer ucuna toplumsal birikimi, sınıfın toplam mücadele deneyimini, toplumsal psikolojiyi, genel olarak üretim ilişkilerinin gelişme düzeyini koyarak, gerçeklik içindeki “zoru”, yenilenen ilişkileri içerisinde kavramayı olanaklı kılar. Bu da “bu halk gerçekten koyun hiçbir şeye tepki vermiyorlar ya da bu kuşaktan bir şey olmaz, ya da tersten z kuşağı harika” demekten sizi alı koyar. Gorki, birikeni gösterme ustası olarak, Rus devrimcilerinin akıl sağlığını korumasına sanıyorum bu yolla yardım etmiştir! Gerçekçi bir edebiyat olmadan, yaşamın doğru anlamlandırılması, sorunların kaynağının bulunması, tüm ilişkilerin ilişkileriyle birlikte kavranması mümkün olmazdı. Gorki edebiyatında, sıklıkla bu nedenle bir sokak serserisinin iç hayatı ile bağ kurmamızın, onu serseri yapan koşulları görmemizin ya da bir hırsızın yaşadığı ikilemi anlamamızın yolunu açar. Asıl ilginç olan bu edebiyat yine de iyiyle kötünün ayrılmadığı, kimsenin yargılanmadığı bir bütün oluşturmaz. Anlamayı, alışmayı ve bilmeyi, teslim olmayla karıştırmaz.

AÇLIKTAN ÇÜRÜYENLER, RESMİ MAKAMLAR VE KARGALAR

Gorki’nin gerçekliği betimlerken kullanmakta cimrilik yapmadığı kavramlardan biri de çürümedir.

İnsanların etlerinin çürümesi, çürümüş bataklıklar, evin girişindeki çürümüş bir basamak, hapislerde çürüyenler, çürüyen kayıklar, bataklıkta çürüyen ağaçlar ve pek tabi yoksulluk içinde çürüyen insanlar.

“Ama köyde, açlık insanı gölge gibi izler. Doyasıya ekmek yeme olanağı yoktur! Açlık ruhları yutmuştur, insana benzer yanı olmayan yaratıklar haline getirmiştir. Bu yaratıklar yaşamazlar, inanılmaz bir yoksulluk içerisinde çürürler… Çevrelerinde, resmî makamlar kargalar gibi bekçilik eder, acaba bir lokma fazla mı yedi diye… Fazla bir lokma gördüler mi hemen kaparlar elinden, üstelik bir de dayak atarlar…”[4]

Çürüme ile tarif edilen sadece sefalet, eşitsizlik ve adaletsizlik düzeninin akan irini değildir, çürüme aynı zamanda bu düzenin serpilip gelişebileceği geniş vahalardır. Çürüme egemen bir ilişki olarak “biz”e de yansır. Bu nedenle köylü ve işçilerle, küçük burjuvazinin birçok geri özelliği, Gorki’nin ana karakterlerine yansıyarak, kendimizle hesaplaşmamızı olanaklı kılar.

Elbette “bizdeki” çürümeye kulak kabartırken bizim çürük dediklerimiz için de diyecekleri vardır Gorki’nin: “oysa bizler yozlaşmış erdemlerimize sıkı sıkıya sarılarak bencilliğimizin daracık kulesine çekilmişiz. Dışımızdakilere sınırlımı sınırlı bir bakış açısından bakıyor ve bunu bir türlü anlamıyoruz.”[5] Yoksullukla boğuşan dilencileri, düşkün olarak adlandırılanları, dayatılan ahlak ölçütleriyle yargılanan kadınları yeni bir temelde görmeye, ağacın içindeki gürültüyü duymaya çağırır burada Gorki’nin öyküleri. Kökler binlerce damlacığı yukarı doğru iterken, toplumsal bilinçte eskiyi yargılayabilecek yeni bir uğrağa ulaşır Gorki. Giderek bu uğrağın güçlü yazınsal ifadelerinden biri haline gelen Gorki, yeniyi görmüş ve onu tutanak altına almıştır.

BİR ACI HAYAT İÇİNDE MÜKEMMELLEŞEN SANAT

Gorki ile tutanakları arasında, “ben eserlerini hayatından, düşüncelerinden bağımsız okuyorum” diyemeyeceğiniz bir geçişkenlik vardır. Her şeyden önce Rusça acı anlamına gelen Gorki takma adı, Gorki’nin kendi imzası haline acıyı anlatma çabası içinde gelip yerleşmiştir. O yüzden Zulüm Öyküleri’nden Gorki’ye bakmak, romanlarından daha fazla konuda yaşamını ve düşüncelerinin seyrini izleme fırsatı verir.

Gorki’nin sanat anlayışı, onun dehasının ürünü değildir, tıpkı öyküsüne konu olan ilişkiler gibi tarihsel olarak koşullanmıştır. Gorki’nin deyimiyle, “Gelişen, mükemmelleşen sadece gerçek olmakla beraber, yalan da hâlâ yaşamaktadır. Yalan çok uzun zamandan beri elde ettiği mevkiini sağlamlaştırmıştır. Gelişmiyor, artık daha ince olamıyor, çelimsiz yavanlığını, bayağılığını her geçen gün biraz daha ortaya koyuyor. Burjuva düşüncesi elli yıldır hiç bir yeni “toplumsal felsefe sistemi”, burjuvazinin dünyaya egemen olmak için doğa, tanrı, tarih tarafından yaratıldığını güçlü biçimde kanıtlayacak sistemler kuramıyor”[6] Gorki, Ortaçağdan kalma ideolojik kalıntıların kapitalist Rusya için yeniden restore edildiği, burjuvazinin, eski toprak sahipleriyle birlikte, kiliseyle kol kola halkın üstüne yürüdüğü bir fırtınada, küçük burjuvazinin yalpalamaları altında, sanatı sınıflar mücadelesinin bir alanı olarak kavrayarak, gerçekliğin mükemmelleştirilmesi için çarpışıyordu. Bu nedenle o sadece bu akımın belirli düzeyde temsilcisi değil, aynı zamanda fırtınada uzun yıllar yol alacak sosyalist gerçekçilik gemisinin yapımında çalışan bir işçidir.


[1] Maksim Gorki, Seçme Öyküler (Devrimin Yolu), Oda Yayınları.

[2] Christopher Hill, Lenin ve Rus Devrimi, Kor Kitap

[3] Maksim Gorki, Zulüm Öyküleri, Oda Yayınları

[4] Maksim Gorki, Ana, Anadolu Sanat Yayınları.

[5] Maksim Gorki, Zulüm Öyküleri, Oda Yayınları

[6] Maksim Gorki, Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi, Gerçek Sanat Yayınları.

Kayhan Geyik
diğer yazıları