yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

GİNKO TİYATRO: ÖNEMLİ OLAN ÇOCUĞA HAYAL KURDURABİLMEK.

Çocuk tiyatrosu, Stanislavski’ye göre “tıpkı büyüklere oynandığı gibi ama daha yetkin” olmalıdır. Oyuncuları, dekoru, müziği, ritmi her şeyiyle çocukların ve çocuk kalanların dünyasına hitap etmelidir. Çocuk tiyatrosu ülkemizde Meşrutiyet dönemiyle tanınmaya başlasa da 1935 yılında şehir tiyatrolarına kabul edilerek resmiyet kazanır. Türkiye’de ilk olarak, Muhsin Ertuğrul’un Sovyetler Birliği’nde yaptığı incelemeler doğrultusunda gelişim gösterir[1] ve günümüze kadar gelir. Fakat hem eğlendirmeli hem öğretmeli hem de eleştirmeli diyerek başlatılan bu türün, günümüz Türkiyesi’nde gerek piyasaya ayak uydurma çabasından gerek imkânsızlıklardan dolayı yeterince hakkı verilmiyor. Çocuğu birey olarak gören, engin hayal dünyasına dahil olabilen işler oldukça kısıtlı. Özensiz karakterler ve yaşadığımız bu dünyanın hiçbir gerçekliğini yansıtmayan metinler birbirini takip ediyor. Hal böyle olunca da çocukların merak ettiği, biz büyüklere sorduğu soruların çoğu cevapsız kalıyor. Halbuki bu soruların cevabını, bilimin ve sanatın ışığında çocuklarla el ele verip bulmak ve her şeye rağmen hâlâ “başka bir dünya kurabiliriz” demek mümkün. Tam da bu sebeplerle ve bu dertle yola çıkmış bir ekip: Ginko Tiyatro.

Ginko Tiyatro, “Bu dünya insanına değen her konu, çocuğun da yaşamına dahildir. Dünyayla yaşamayı öğrenmeye henüz başlamışken; onu değiştirme ve dönüştürme cesaretini hisseden her çocuk, insanı dünyayla barıştırabilir,” diyerek kolları sıvadı ve geçen aylarda perdesini açtı. Ezgi Keskin’in yönetmenliğinde, Ginko Çocuk’un yayımladığı, Davide Cali’nin yazıp Serge Bloch’un resimlediği Düşman-Barış İçin Bir Kitap adlı eseri tiyatroya uyarladı. Kitaba yer yer sadık kalarak, yeni, distopik bir dünya kurdular. Ezgi Keskin’in ve Can Yıldırım’ın oynadığı bu hayalin adına da “Canavar mı Yok mu?” dediler. Bizlere de seyreylemek düştü…

Zamanlardan bir zaman, ülkelerden birinde iki kaplumbağa kral bir portakalı soyamayınca halklarına bir yalan uydurmuş: “Köyü ele geçirecek bir canavar var!” Halk bu yalana inanmış. Canavarı alt etmesi için köylerinden en cesur kaplumbağadaşlarını seçmiş, “canavarla nasıl başa çıkılır” adlı el kitapçığını da vererek yolcu etmiş ormana; canavarla savaşmaya. Onlar gidedursun biz sohbetimize Ginko Tiyatro’nun yola çıkış hikâyesiyle başlayalım…

Nasıl başladı bu yolculuk?

Ezgi Keskin: Düşman’ı ilk defa okuduğumda çok hoşuma gitti. Yalınlığını beğendim. Yazar ve çizer, bir kişi üzerinden yoğun bir hikâyeyi çok sakin bir yerden anlatmış. Ama alt metnine baktığımızda birçok değinilen nokta var. Bu durum hoşuma gitti. Konu gündemle de çok uyumluydu ve evrenseldi. Var olan metin üzerinden yola çıkıp başka bir dünya kurduk ve Ginko Tiyatro’ya ulaşmış olduk.

Can Yıldırım: Oyun tiyatroyu doğurmuş oldu diyelim. Başta ekip ismi düşünmedik, nasıl olur demedik, oyunu hayal ettik ve odaklandık. Sonunda da Ginko Tiyatro ortaya çıkmış oldu.

Biriniz fiziksel tiyatroyla biriniz de gölge tiyatrosuyla ilgileniyor. Bu zamana kadarki deneyimlerinizden de bahsederek bu oyunla güçlerinizi birleştirmiş oldunuz, diyebilir miyiz?

E.K.: Evet, biraz öyle oldu. Ben fiziksel tiyatroya pantomimle başladım. İtalya’da Lecoq üzerine; maske, palyaço, buffon vs. fiziksel tiyatro adı altında toplanan biçimler üzerine eğitim aldım. Maskeler yapıyorum, ders veriyorum. Oyunda da bunu kullanmaya çalıştık. Gölgeyi dahil ettik. Oyunu tasarlarken ve içine gölgeyi koyarken en çok Can’a güvendim. Daha önce gölge yapmamıştım. Can yıllardır gölge tiyatrosu yapıyor. Hakikaten de güçlerimizi birleştirmiş olduk.

C.Y.: Ben de gölge oyununa usta-çırak geleneğiyle başladım. Sonrasında eğitim vermeye başladım. Eşzamanlı drama eğitmenliği yaptım. Ezgi’nin açtığı her atölyeye katıldım. Fiziksel tiyatroyla da tanışmış oldum. Bu oyunda güçlerimizi birleştirirken biraz daha farklı bir disiplin ortaya koymak istedik. Mesela gölgeyi geleneksel formlarda kullanmadık. Benim yaptığım aslında, geleneksel Türk tiyatrosunu biraz daha günümüzde bilinir kılmak, sevdirmekti. Canavar mı Yok mu’ da ise gölgeyi biraz daha modernize ettik. Farklı açılardan ele aldık. Mesela oyunda gölgeler siyah beyaz, renk yok. Geleneksel gölge tiyatrosuna baktığımızda şaşaa, renk cümbüşü, işlemeler gibi detaylar var. Bizim oyunda gölgenin biçimi değişmiş oldu. Atilla Atala’nın çizimleriyle birleşince de farklı bir yorum çıktı ortaya.

E.K.: Metni uyarlamaya girince hikâyenin öncesini anlatmak gerekiyordu. Öncesinde yalancı kralları anlattığımız kurmaca bir hikâye vardı. Bu hikâyeyi gölgeyle biraz daha karikatürize ederek anlatmak istedik. Geleneksel Karagöz oyunu biraz daha döneminin seyircisi için. Metin ve karakterler bunun üzerine kurulmuş. Canavar mı Yok mu?’da öyle değil. Tasvirler farklı, hikâyeler farklı… Böylelikle gölge biçim olarak oyuna büyük katkı sundu. Anlatımımızı kolaylaştırdı diyebiliriz. Çocuklar oyunun nasıl kurulduğunu da görüyor, oyunu kimlerin kurduğunu da görüyor. Aslında çocuk evde oyun oynarken nasıl bir dünya hazırlıyorsa, sahnede de açık bir şekilde oyunun arka planını görüyor. Oyunun tiyatroyu doğurması gibi metin de gölgeyi oyunda doğurmuş oldu.

Davide Cali’nin Düşman-Barış İçin Bir Kitap adlı metnini oyunlaştırırken aslında çocuklara anlatılmakta zorlanılan bir konuyu da tercih etmiş oldunuz. Size bu seçimi yaptıran sebepler neydi?

E.K.: Çocuğa hep korumacı, “yumoş yumoş” yaklaşan bir tarafımız var. “Aman onu söylemeyelim bilmesin, çocuğum bunu duymasın…” vs. Fakat içinde yaşadığımız dünya öyle bir dünya değil. Özellikle son yıllarda her yanımız savaşla çevrili. İnsanlar ölüyor, ki en çok çocuklar etkileniyor bu durumdan. Savaşın illa iki ülke arasında olmasına gerek yok. Sokakta, halkın içinde de bu savaşı çıkarıyorlar. Devamlı birileri birileri için düşman, canavar, öteki… Ötekileşme, kutuplaşma her yerde var. Buradan baktığımızda da ister istemez çocuklar bununla büyüyor, bununla yoğuruluyor. Çocuklar bu sorunla mücadele etmeyi öğrenmek zorunda. Çünkü yaşamak zorundalar. O hayalini kurduğumuz daha güzel bir dünyayı kuracak, bu doğayı koruyacak olanlar onlar. Düşman kitabı tam da bu noktalara değiniyordu. Bir yandan da çocuklar oyun izlemeye anneleriyle, babalarıyla gelecekler. Çocuklardan ziyade annelerin, babaların da izlemesini istediğimiz bir oyun.

C.Y.: Genel olarak yaygın bir problem var: Çocuğun ciddiye alınmaması. “Ne versen yer,” mantığı var. “Her konuyu anlayamaz ki çocuk, zor şeylere ne gerek var ki şimdi, ona eğlence gerek.” Ama hayatın gerçekleri böyle değil. Çocuk her yerde bir çatışmanın farkında. Düşman kitabından alınan şey sadece askerlik değil. Çok geniş bir kavramı içinde barındırıyor. Oyunu izleyen çocuklardan kimi sadece “krallar kandırmış” lafına takılabilir, “halklar öyle yapmaz aslında”ya takılan biri olur, bir başkası oyunun içinde “bak ne güzel arkadaş oldunuz” lafını çeker alır. Yani her çocuk bu oyundan kendine dokunan sonucunu çıkarabilir. Oyun bu ciddiyeti içinde barındırırken, aynı zamanda da eğlenceli olmasına dikkat ettik.

E.K.: Bizim manifestomuzun ilk sözü: Çocuk da insandır! Bir sürü şey oluyor, çocuk istismarından tutun da başka şeylere kadar. Bizler hep çocuk hatırlamaz, çocuk bilmez diyoruz ama kendi çocukluğumuzu hatırlayalım. Neleri hâlâ içimizde tutuyoruz… O yüzden çocuk da insandır ve ciddiye almak gerekiyor. Bizim için önemli nokta hayal ettirebiliyor olmak. Olmayan bir şeyin var olduğunu düşünmek, gerçekte olmayan, gerçekleşmemiş bir şeyi gerçekleştirmeyi tahayyül etmek… ve bunu çocuklarla birlikte yapıyor olmak önemli olan. Çocuklara bu dünyayı gösterebilmek, hayal gücünü kullandırtabilmek için çalışıyoruz. Hayal kavramı çocuk için de dünyayı değiştirip dönüştürmek, cesaret demek ya… Biz de biraz daha böyle bir yerden hareket ediyoruz. Öğretici olması, mesaj vermesi değil de önemli olan çocuğa hayal kurdurabilmek. Çünkü yaşadığı bu dünyada çocuğun en çok ihtiyacı olan şey bu galiba. Kısıtlanmış bir dünyada eline kalan tek şey hayal dünyası. Yaşamı savunmak, haklarını aramak için o güce, dönüştürme enerjisine ihtiyaç var.

“Canavar mı Yok mu?” sahnedeyken veya sonrasında çocukların, anne ve babaların tepkileri nasıl? Bu tepkilerin gerek metne gerek size bir yansıması oluyor mu?

E.K.: Oyunu şimdiye kadar üç defa oynayabildik. Üç oyuna rağmen tepkiler çok güzel. Son sahnede duygulanan çocuklar, anneler, babalar var. “Kralları sevmedim,” “krallar halkına yalan söyledi,” diyen çocuklar var. Gelen tepkiler üzerine tabii metinde bazı düzeltmeler yapıyoruz. “Şu yerin üzerine daha çok basmak lazım, burası biraz uzun,” vs. gibi biz de kendi aramızda konuşuyoruz. Çocukların dışında anne ve babalar bu oyun aslında bizim için, diyerek heyecanlanıyor. Yaşsız bir oyun oldu.

C.Y.: Biz ilk başta oyun yaşını 6 ile başlattık. Sonra 5’e çektik. 4 yaşındaki çocuklar da izleyebilir dendi, 4 olsun dedik vs. En son bir veli 3 de izler bu oyunu dedi. Bir taraftan yaş büyüyor, bir taraftan da küçülüyor. Oyunu izleyenlerden “liselerde de olur, ortaokullar da izler,” tepkileri alıyoruz. Zamanla oyun oturacak.

Yetişkin oyunu ile çocuk oyununu kıyaslamanızı istesem nasıl bir tablo çıkar ortaya? Sizce hangisi daha keyifli?

E.K.: Aslında süreç olarak ikisinin de birbirinden farkı yok. Aynı ciddiyeti istiyor, aynı eğlenceli olma halini istiyor. İkisi için de işleyiş aynı. Çocuk oyunu belki biraz daha tempolu. Çocuğun dikkati çabuk dağılabildiği için hareketli, sürekli değişen, konuyu temiz anlayabileceği bir zemin istiyor içinde. Bu yüzden de bolca renkler, şarkılar dahil oluyor oyuna. Belki yetişkin oyunuyla arasında böyle bir fark olabilir. İş niteliği açısından da daha titiz yaklaşımı isteyen tiyatro, çocuk tiyatrosu diyebilirim.

C.Y.: Bana göre çocuk tiyatrosu daha zor. Nasıl bir oyun yaptığına bağlı olarak söylüyorum bunu. Çok daha kolay olabilir, sadece bir saatte oynayıp çıktığın, yorulmadığın bir oyun da hazırlayabilirsin ama bizim bahsettiğimiz çocuk tiyatrosu anlayışında olmaz. Çünkü çocuğu küçük bir birey olarak alıyorsun. Yetişkinler için, “burada psikolojisini altüst eder miyiz, aman korkutmayalım.” diye düşünmüyoruz. Örnek verecek olursam mesela son oyunda annesinin kucağında bir bebek vardı ve bağırmam gereken bir sahnede bağıramadım. Çocuğu gördüm, korkar belki diye düşündüm vs. Sahnede korktum. O yüzden daha dikkatli yaklaşılması gereken bir iş çocuk tiyatrosu.

E.K.: Tabii o enerjiyi iyi gözlemlemek gerekiyor. Yetişkin oyununda izleyici kendi tercih ediyor, okuyor, araştırıyor vs. Beğenir veya beğenmez… Çocuk oyununda durum böyle değil. Çocuğu oraya ailesi getiriyor. O yüzden çocuğun enerjisini bir yerden yakalamak gerekiyor. Tüm salona hâkim olmak önemli.

Çocukların zekâsının küçümsendiğine dair fikirlerinize ben de katılıyorum. Zaman zaman gittiğim sahnelerde veya günlük hayatımda şahit olduğum birçok durum oluyor. Ülkemizde çocuk oyunu önemsenmiyor, sonucunu çıkartabilir miyiz? Size göre çocuk tiyatrosu nasıl olmalı, içinde neleri barındırmalı?

E.K.: Bizim ülkemizde tiyatroya yeni başlamışsan gideceğin yer çocuk tiyatrosudur. Amatörsen oradan başlayacaksın gibi bir anlayış var. Bu anlayışın altında da şu var: “Çocuk yer, çocuk kanar.” Maddi kazanç daha ön planda. Bu yüzden işin niteliği çok da önemsenmiyor. Metinde hiçbir nitelik bulunmayan, birtakım kötü kötü esprilerle, şarkılarla bezenmiş işler görüyoruz. Bir keresinde “Gangnam style”lı Karagöz izlemiştim. Yani ciddi durmuyor. Çocuk, tiyatroyu ailesinin onu götürdüğü herhangi bir etkinlik olarak algılıyor. Bir süre sonra da bundan sıkılıyor. İnanmadığı karakterler, inanmadığı hikâyeler vs.

C.Y.: Bu oyunlara gülüyor, eğleniyor tabii çocuklar. Çünkü biri, birine çarptığında komik oluyor. Durum komedileri yaratılıyor ama totale baktığında niteliksiz. Ne anlattın sen şimdi çocuğa? Dişini fırçala teması üzerinden bir şey anlatılıyor. Bu tema bu kadar da anlatılacak bir şey mi? Zaten ailenin özen göstermesi gereken bir mesele bu. Küçük konuların üzerinde çok fazla duruluyor. Bu da oyunun kalitesini düşürüyor.

E.K.: Sürekli çocuklara böyle temaları anlatmaya çalışıyoruz fakat içinde bulunduğumuz bir yaşam var. “Tiyatro hayatın kendisi” vs. diyoruz. Bilgileri kafasına sokmak değil de bu hayatın içinde maruz kalabileceği bir durum anlatmak istiyoruz biz. Oyunla beraber bir şeylere tanık olsun, bir hikâye görsün. O hikâyeden illa mesaj almasına gerek yok. Almak isteyeceği küçücük bir his alsın. Oyunla gerçek bir etkileşim kursun.

C.Y.: Bazen “1 saate çıkar oynarsınız,” yaklaşımıyla karşılaşıyoruz. Biz bir buçuk saate dekor kuruyoruz. Oyun başlamasına yakın işlerimiz bitiyor vs. Bundan biz de mustaribiz ama bir taraftan da oyunu ciddiye alıyor olmak da çok önemli. Yaptığımız işe saygı duyuyoruz. Eğer bu işi yapacaksak hakkıyla yapalım. Öyle olmayınca da ortaya piyasa işi çıkıyor maalesef. Gelen çocuklar aslında birer bilet, düşündükleri önemli değil, çocuk bunlar beğenirler zaten vs. Bizim bilmediğimiz o kadar çok çocuk tiyatrosu var ki. Biz de daha her şeyin çok başındayız. Yeni sezonu bekleyeceğiz artık.

Peki “Canavar mı Yok mu?”dan sonra sizi takip edenleri neler bekliyor? Yeni oyunlar olacak mı? Yetişkinler için de temsil hazırlığı var mı?

C.Y.: Biz aslında salt çocuk tiyatrosu yapmıyoruz. Biz tiyatro yapıyoruz, izleyici kitlemizin çoğunluğunu çocuklar oluşturuyor. Hitap ettiğimiz kişiler şu an için çocuklar. Yarın öbür gün yetişkinler de olabilir. Üst üste çocuk oyunu yapmaya da devam edebiliriz. Aslında nasıl olacağı sürecin içerisinde belli olacak. Ezgi’nin aklında yeni şeyler muhakkak var.

E.K.: Aklımızda bir şeyler var. Yine Ginko Çocuk’ta yayımlanmış Birte Müller’in Gezegen Willi kitabı aklımda. Ona çalışmaya başladım. Herhalde ikinci oyun o olacak gibi. Yetişkin oyunu için fikirlerimiz var ama Ocak ayına kadar Gezegen Willi’yi hazırlamayı planlıyoruz.

CANAVAR VAR MI YOK MU?

Yazan: Davide Cali

Uyarlayan ve yöneten: Ezgi Keskin

Oynayanlar: Ezgi Keskin-G. Can Yıldırım

Çizimler: Atilla Atala

Müzik: Yasin Kayırtar

Dekor-Kostüm: Ezgi Keskin-G. Can Yıldırım
Işık Tasarım:

Alev Topal

Afiş: Seda Yılmaz

[1] http://www.mimesis-dergi.org/2016/02/erken-cumhuriyet-doneminde-ilk-cocuk-oyunu-ilk-tiyatro-dersimiz/

Kübra Yeter
diğer yazıları