yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

GÖBEKLİTEPE’DEN SURNAME-İ HÜMAYUN’A MANGALA OYUNUNUN PERDE ARKASI

SÖYLEŞİ: YASEMİN FELEK ve SİNAN DANACI

Oyun kavramı TDK sözlüğünde, “Yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence” diye tarif edilmiştir.  Bebeklerden çocuklara, yetişkinlerden yaşlılara kadar her yaş grubunda oyunun yeri muhakkak vardır. Elbette kimisi hoş vakit geçirmeyi, stresimizi azaltmayı kimisi de zekâmızı, düşünme kabiliyetimizi, muhakemeyi, planlı çalışmayı, disiplini, strateji ve taktik geliştirmeyi sağlayan pek çok işleve sahip oyunlar. Biz burada, az bulunan kadim bir oyundan “Mangala” oyunundan söz edeceğiz size.

EN AZ 9 BİN YAŞINDA BİR OYUN

Mangala oyun alanlarına, 12 bin yıllık geçmişiyle tarihin sıfır noktası kabul edilen, Göbeklitepe’de M.Ö 9000, Kazakistan’da M.Ö 4000 ve Mersin’de M.S 1100 yıllarında rastlanmıştır. Kökleri binlerce yıl öncesine dayanan, iki kişi ile oynanan, kuyu esaslı zekâ ve strateji oyunudur. 2000’li yıllara dek Anadolu’da farklı isimlerle ve kurallarla varlığını sürdürmüştür. Oyun hakkında yerli ve yabancı kaynaklarda ne yazık ki detaylı, net bilgilere ulaşmak mümkün değil.

Anadolu’da ve Orta Asya’da binlerce yıldır oynanan Mangala’nın serüvenini, bu konuda uzun ve meşakkatli bir araştırma yapan, deyim yerindeyse oyunun “küllerinden yeniden doğuşunu” sağlayan, ona ab-ı hayat veren Serdar Asaf Ceyhan ve Serkan Aziz Ceyhan kardeşler oldu. Mangala’nın tarihsel arka planını, kahvehane kültürüne yönelik bir araştırma esnasında bir Osmanlı arşiv belgesinin izini sürerek günümüzde tekrar ayakları üzerine dikilen bu oyunun seyrini, onu geçmişin tozları arasından çıkaran kardeşlerden Serdar Aziz Ceyhan ile konuştuk. Haydi başlayalım!

Okuyucularımıza kendi hikâyenizden bahseder misiniz?

Biz kahvehane araştırmacısıyız. 2007 yılında şair bir büyüğümle birlikte Gazi Üniversitesi kütüphanesine gittik. Belgeleri tararken ilk kahvehanenin 1554 yılında Şems ve Hakem tarafından, İstanbul Tahtakale’de açıldığını öğrendik. Bu bilgiyi teyit etmek için resmi kaynaklara başvurduk. En son Osmanlı’nın resmi tarihçisi Peçevi Efendi’nin kaynaklarında bir bilgiye rastladık. Bu belgede şöyle diyordu: “Sene 1554 tarihine kadar İstanbul’da ve tüm Rum diyarında kahve ve kahvehane yoktu. Osmanlı’da tüm kamusal mekânların sahibi devletti. Bu kurala aykırı olarak Halep’ten Hakem, Şam’dan Şems gelerek seyyar kahve satışına başladı.”

Kahve’nin mazisini araştırdığımızda ise El Ceziri’ye ait kaynaklarda 1511 yılında Mekke’de caminin kenarında kahve içen insanlar görülmüş olduğu bilgisine ulaştık. Kahvenin İstanbul’a gelişi ise, Vali Özdemir ile 1543 yılına tekabül ediyor. O dönemde yeniçeriler kahve çekirdeklerini Tahmis Sokak Numara 66’da öğütüp satmaya başlıyorlar. Tahmis kahve öğütülen yer demektir. Kurukahveci Mehmet Efendi, Tahmis Sokak Numara 66’da halen faaliyetini sürdürmektedir. Ebced alfabesinde 66 Allah demektir. O tarihte Mehmet Efendi burada uyanıklık ediyor ve önceden öğütülmüş kahve çekirdeklerini paketleyerek satışına başlıyor.

İSTANBUL’DAKİ İLK KAHVEHANE VE FRANSIZ DEVRİMİ!

Peki, kahvehanelerin sosyal ve siyasal yaşama etkisi nedir?

1554 tarihi, Osmanlı devleti ve dünya tarihi açısından son derece önemli bir tarih. Bunun nedeni, imparatorluk sınırları içerisinde tüm sosyal yaşamı devletin kontrol ediyor olmasıdır. Hamamı, askeriyeyi, medreseleri, camileri vs., tüm kamusal alanları, devletin kendisi açıyor. Halkın kendisinin teşekkülüyle açılan ilk kamusal alanlar kahvehanelerdir. Dolayısıyla insanlar burada sosyal hayata katılıyorlar ve ilk baskı gören yerler de kuşkusuz kahvehaneler oluyor. Dünya tarihi açısından da durum farklı değildi. Harvard Üniversitesi tarih profesörü Cemal Kafadar hoca ile yaptığım bir görüşmede şöyle söylemişti: “Eğer Şems ve Hakem İstanbul’da ilk kahvehaneyi açmasaydı Fransız devrimi 100 yıl sonra olurdu”. Çünkü İtalya‘da kahvehane bizden 91 yıl sonra 1645’de açılıyor. Dönemin Papa’sı tarafından bu Türk içeceği denilerek yasaklanıyor ve içenler dinden aforoz ediliyor. Fransa’da ise 1686 yılında ilk kahvehane olarak Cafe Procope açılıyor. (Halen faaliyetini sürdürmekte.) Cafe Procope‘a gelen isimler Voltaire, Jean Jacques Rousseau, Danton yani devrimin zihinsel yapısını oluşturan isimler. Buna ilaveten Steve Jobs’ın kendi ağzından anılarının yayınlandığı Walter Isaacson tarafından yazılan kitapta 1974 yılında kurduğu bilgisayar kulübünün (The Homebrew Computer Club) temellerinin, İngiltere ve Londra’da açılan Türk kahvehanelerinden esinlenerek kurulduğu bilgisine ulaştık.

Ulaştığımız bu bilgilerden, taradığımız onlarca kaynaktan sonra dünyanın ilk kahvehanesinin aslına sadık kalarak, ilk açıldığı noktada tekrar faaliyete geçirmeye karar verdik. Tabi bunu yapabilmemiz için çok ciddi miktarda paraya ihtiyacımız vardı, ama öyle bir paramız yoktu.

‘SURNAME-İ HÜMAYUN İZLERİNİ TAKİP ETTİK’

Mangala oyunu ile nasıl tanıştınız, ortaya çıkış hikâyesi nedir?

1582 yılında Sultanahmet meydanında Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü töreninde bir Surname-i Humayun düzenleniyor. Bu yıla ait gravür ve minyatürleri incelerken bir oyun kardeşim Serdar’ın dikkatini çekiyor. Tabii ki ben ‘şimdi oyun oynamanın zamanı mı’ diyorum ve bunu gerçekten söylüyorum. (Gülüyor.) Oyunun adı yazmıyor, kurallar eksik; kardeşim üretelim diyor, talep sıfır. Akabinde orijinaline sadık kalarak, felsefi anlamlar yükleyerek, eğlenceli hale getirebilmek adına kurallar bütünü oluşturarak oyunu yeniden tasarladık. Surname-i Humayun eserinin kitap kapağını esas aldık.

Osmanlı ‘da bu oyunun oynandığını biliyoruz fakat kaynak sıkıntısı yaşıyoruz. Sizin elinizde bu oyunun Osmanlı’da ne denli yaygın oynandığına dair bir bilgi mevcut mu?

18. yüzyılda Enderun’da oynandığını biliyoruz fakat ismi ve kuralları farklı. Kahvehanelerde sıklıkla oynanıyor. Kadınlar tarafından da oynandığının en büyük kanıtı Osmanlı dönemine ait gravürlerdir.

Peki, Mangala oyunu nasıl oynanıyor?

Mangala, oynaması zor bir oyun değil. Karşılıklı iki kişi tarafından oynanıyor. Oyun tahtası üzerinde karşılıklı 6’şar adet olmak üzere 12 küçük kuyu ve her oyuncunun taşlarını toplayacağı birer büyük hazine bulunmaktadır. Oyun 48 taş ile oynanır ve her oyuncunun kendine ait 24 taşı bulunur. Her oyuncunun önünde yan yana dizilmiş 6 kuyu o oyuncunun bölgesidir, karşıda bulunan 6 küçük kuyu ise rakibin bölgesidir. Her kuyuya 4’er taş konulur. Oyunun amacı en fazla taşı kendi hazinesinde toplamaktır. Mangala 5 set olarak oynanır ve en fazla seti alan oyunu kazanır.

Kuralları nelerdir? Okuyucularımıza biraz bilgi verir misiniz?

Hemen hemen her oyunda olduğu gibi bu oyunda da kura ile başlanır. Temelde 4 ana kural var. Birinci kuralımız, oyuna başlayan oyuncu, kendi bölgesinden istediği bir kuyudan 4 adet taşı alıp, 1 adet taşı aldığı kuyuya bırakıp saatin tersi yönünde, yani sağa doğru her bir kuyuya birer taş bırakarak, elindeki taşlar bitene kadar dağıtır. Elindeki son taş hazinesine denk gelirse tekrar oynama hakkına sahip olur. Oyuncunun kuyusunda tek taş varsa, sıra kendisine geldiğinde taşı sağındaki kuyuya kaydırır. Her seferinde oyuncunun son taşı oyunun kaderini belirler. İkinci kural ise, sırası gelen oyuncu taşları dağıtırken elinde taş kaldıysa rakibin kuyusuna da taş bırakmaya devam eder ve elindeki son taş rakibin kuyusundaki taşları çift yaparsa, kuyudaki taşları alıp kendi hazinesine bırakır ve oyun rakibe geçer. Üçüncü kuralımız, oyuncu taşları dağıtırken son taşı boş bir kuyuya denk gelirse, hem kendi kuyusundaki taşı hem de karşısında bulunan taşları alıp kendi hazinesine bırakır ve hamle sırası rakibe geçer. Dördüncü kuralımız ise, oyunculardan biri kendi bölgesindeki taşlar bittiğinde oyun seti biter. Oyunda kendi bölgesinde taşları ilk biten oyuncu rakibinin kuyusundaki taşları da kendi hazinesine katar. Burada amaçlanan oyunun kaderini son ana kadar dinamik tutmak içindir.

Oyunun puanlama sistemi nasıl?

Oyunu kazanan kişi (1) puan alır, kaybeden oyuncu ise (0) puan alır. Oyunda eşitlik bozulmaz ve berabere biterse (0.5) puan alır. Mangala oyununu tasarlarken bizim toplumumuzun yapısını da dikkate alarak zamansal olarak çok uzun sürmemesine dikkat ettik ve keyif alarak oynanmasına özen gösterdik. Kuralları koyarken zor olmamasına çalıştık, ama insanların hamlelerini yaparken düşünmelerini de istedik.

Dijital ortamda oynanabiliyor mu?

Bununla ilgili 2021 yılında dijital ortamda ligler düzenlemek gibi bir niyetimiz var.

Mangala oyununu insanlara nasıl tanıttınız? Meşakkatli bir iş olsa gerek…

Tanıtım aşaması ise şöyle gelişti. İlk etapta ünlü kişilere, tarihte böyle bir oyun olduğunu, unutulduğunu 125 farklı isimle oynandığını izah eden mektuplar ulaştırdık. Galata’da ikamet ettiğim dönemde film çekimi için evimi kiralamak istediler. Biz de onlara oyunu tanıtmaları şartını sunduk ve bu sayede filmde mangala oyunu görüntülerine yer verildi. Yazar arkadaşlardan romanlarında yer vermelerini rica ettik. Bununla beraber oyunun kendine ait bir filmi ve bizim bestelediğimiz bir şarkısı da mevcut.

Neticede siyasi ayrım gözetmeden ulaştığımız 2.000 kişiden yalnızca 7 kişi teşekkür için geri dönüş sağladı. Neredeyse 1,5 yıl hiç satış olmadı. Bununla ilgili size bir hikâye anlatayım. Bir gün kardeşim geldi, Mekanik Türk isimli bir kitap okumuş.1700’lerde birisi bir otomat yapıyor. Satranç oynayan Türk kıyafetleri giymiş bir makine, dönemin tüm asillerini yenerek müthiş bir sükse yapıyor. Yazar Edgar Allan Poe makinenin sırrını araştırarak keşfediyor. Akabinde deşifre ediyor ve adamın işleri kötü gitmeye başlıyor. Bindiği bir gemide satranç tahtasına sarılmış bir şekilde ölüsü bulunuyor. Bu hikâyeye çok üzüldüm ve dedim ki: Elimde mangala tahtası ile ölmek istemiyorum.

Devam eden süreçte ilk olarak gazetelerde haber oldu. Taksim meydanında gezen dolaşan insanlara oyunu tanıtarak kurallarını anlatmaya başladık. Birçok insanın dikkatini çekmeyi başardık. 2009 yılında Ankara‘da dört yılda bir düzenlenen kahvehaneciler konfederasyonun seçimine katılarak 1.200 kahvehane sahibine tek tek anlattık. Ortak reaksiyon ‘bunda zar yok, bu tutmaz’ oldu. Ne yazık ki kahvehanelerde istediğimiz algıyı oluşturamadık.

Oyunun Afrika kökenli olduğuna dair yorumlar için ne söylemek istersiniz?

Aslını isterseniz bu oyunun kurallarını kardeşim Serdar Ceyhan yazdı. Unesco Türkiye başkanı Prof. Dr. Öcal Oğuz’un hazırladığı küreselleşme ve halk bilim kitabında, unutulan yerel kültür değerlerinin küreselleştirilmesinin veya yerel ortamlarda varlıklarını sürdürmelerini sağlamanın yönteminin, küresel animasyon olduğu söylenir. Yani kültürel değerleri yeniden yorumlayıp, geliştirip çağdaş yaşamın parçası haline getirmek kültürel animasyondur. Bizim yaptığımız şey tam olarak budur. Bu oyunun yeniden var olma sürecinde üç kişiyiz biz: ben, kardeşim ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde tarih profesörü Prof. Dr. Abdulvahap Kara. Desteği çok büyük; hiçbir beklentisi olmadan bizimle birlikte Türkiye’nin birçok yerine geldi.

Afrika konusuna gelirsek kardeşim Serdar Göbeklitepe’ye giderek Arkeolog Klaus Schmidt’le röportaj yaptı, bu kuyu esaslı oyunun kökeni Anadolu’dur. Bu da delilidir. Belgeselimizi izlerseniz orada Sunay Akın’ın bu konuya istinaden yaptığı ince göndermeleri, kültür kurumlarının ne yapması gerektiğiyle ilgili verdiği güzel mesajı görebilirsiniz.

Belgeselinizde Sunay Akın’ın “Hayatı kuran oyunlardır” cümlesi dikkatimizi çekiyor. Siz oyun ile gerçek yaşam arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Belgeselde Mehmet Emin Bey’in söylediği bir cümle var: “Gerçek hayatta aldığımız kararların bedelini ödüyoruz.” Oyun ise gerçek hayatın simülasyonu gibi. Ya kazanıyorsun ya kaybediyorsun, çok önemli değil. Ama oyunun içinde uyguladığınız stratejilerin, gerçek hayatta bir karşılığı var. Biz mangalanın sonuna dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir kural ekledik. Varsayalım sizinle oyun oynuyorum. Benim daha çok taşım var. Ve öndeyim. Kendi bölgesindeki taşları ilk biten rakibinin bölgesindeki taşların da sahibi oluyor. Diyelim ki ben hamlemi yaptım ve sizin bölgenizdeki taşların hepsini aldım. Bu çok ciddi bir hata oluyor. Son hamlemle sizi yenmeye çalıştım ama maçı kaybediyorum. Gerçek hayatta da kazanmak her zaman işe yaramıyor. Kazanmak, oyunu kaybetmek anlamına da gelebiliyor. Burada Mevlana’nın eserlerinden esinlendik.

‘HERKES AKIL ve ZEKÂ OYUNU OYNAYABİLİR’

Mangala oyununu normal gelişim gösteren bireyler oynayabilir gibi düşünülse de tüm engel grupları için oynanabilen bir oyun olduğunu birçok çalışma bize kanıtlamaktadır. Buna bir örnek çalışma, 2019 yılında, Çanakkale de NG Zekâ Oyunları Mental Aritmetik Eğitim Derneği’nin ‘Hepimiz Zekâ Oyunları Oynayabiliriz’ projesi kapsamında yapılan Mangala Turnuvası gösterilebilir. Bu turnuvaya zihinsel engelliler, görme engelliler, işitme engelliler, 65 yaş üstü bireyler ve gelişim açısından sıkıntısı olmayan çocuklar katılmıştır.

Dernek Başkanı Nazlı Giral, proje ortağının Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi EAB olduğunu, destekleyici kurumların ise, Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı, Çanakkale Belediyesi, Çanakkale Halk Eğitim Merkezi, TAZOF ve proje koordinatörü ÇOMÜ öğretim üyesi Dr. Çiğdem Nilüfer Umar’ın destekleriyle gerçekleşti.

[email protected]

[email protected]

diğer yazıları