yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

HÜSEYİN ÇUBUK: İMGENİN YERİNİ KAVRAM; SANATÇI ÖZNENİN YERİNİ ŞİRKETLER ALIYOR

 

  1. İktidarın yeryüzündeki konumlanışı bir tarih yazımı meselesidir.Bu tarih yazımında her şey onların istediği şekilde ilerler.Oluş,yok oluş sırasına girerama bunların hiçbiritarihin sınıf savaşımı tarihi olduğu gerçeğini değiştirmez. İktidarın sanatla ilişkisi; devletin, özel mülkiyetiniktidarlaşmasıylabirdir. Sanatın bir iş bölümü haline gelmesi de Rönesans’taMedici Hanedanı’yla başlayan bir süreçtir.

Piyasa talepleri ile sınırlandırıldığı, idari ve kurumsal figürlerin yardımına bağımlı olduğu kendi gerçekliğinde sanat, iktisadi üretim koşullarının dışına çıkamayan bir gerçekliğin içinde yer alır ve kendini buradan kurar.

İktidar kendi tarihini yazarken, sanat datüm bu tarihsel dönüşümleri kendi oluşum çerçevesi ileiçererekkendi tarihini yazar. Aynı zamanda sanat, iktidar ve egemen gücün tarih yazımının negatif yönünü göstererek gerçeği imgelerle ifşa eder.

“Sanat, insanlık tarihinde, maddesel üretimin ve toplumlarımızın, gelişiminin tarihsel karakterini anlamamız da rol oynar. Tarihsel değişim süreçlerinin, yansımasının algılanışı olarak anlaşırlar.”[1]

Bu yüzden “Sanat, üretimin ayrılmaz bir parçasıdır ve endüstriyel kapitalizmin, karakteristik olarak gördüğü bozulmalardandır. Tıpkı insanın kurtarılması gerektiği gibi sanat dakurtarılmalıdır.”[2]

 

  1. Bence bu soru sanatın ne olduğunu ve gücünü anlamak için onu biraz tanımlamaktangeçer. Sanat bir soyutlamadır. Soyutlama maddenin, insanın en üstseviyesidir. İmgeler bu soyutlamanın ürünüdür.Tarihsel süreçlerden geçerek, bize aktarılan bilgilerin bir boyutudur. Bu açıdan, gerçek hayalin üstündedir.Hayal ve imge ise, gerçeğin bir ürünüdür.Önemli olan söylemin kendisini, hangi aidiyet üzerinden varettiğidir. Karşı duruşunun konumudur.

Bana göre sanat zaten bir karşı duruştur. ‘Karşılığını’ mecburi olduğu koşullar içerisinde,yeni olasılıklar aramak,denemek ve bunun karşılığında dayeni bir dünya ve özgürlük alanı yaratımıdır.Sanatçı özne, sanat nesnesi yaratırken,aynı zamanda, sanatsever kitlesi de inşa eder.Sanatın yani imgelenen dünyanın, bu yönüyle toplumsallaştırıcı bir güç alanı oluşu toplumsallaşmış bir sorgulama biçimini alır.Bu sorgulamalar bizi tarihteki özel çıkarın genel çıkara yeğlenipsavunulduğunun görünür kılınışına kadargötürebilir. Bu aynı zamanda “imgelenen varlık durumundan, gerçek varlık durumuna inme[3]olasılığıdır. Sanat bu yönüyle, sisteme karşı bir duruş içerisindedir.Sanatçının imgelemi, üretiminin bulunduğu koşullar ve toplumsal ilişkiler, bunlarla bağlı olan duyumsamaların içerisinden gelir. Buradan çıkan söylemler, hayata müdahalesiyle kendini var eder.Tarihte, Paris Komünü’ndekiGustaveCourbet‘densosyalist gerçekçiliğe, sürrealizmdenfütürizme, Meksika Rönesans’ındanSovyet avangardına kadar uzun soluklu deneyimlenmiş bellekler var.

 

  1. Evet,iki şekilde görüyorum:

Birincisi, sanatın piyasalaşması ve şirketlerin sanat kavramı altında, piyasanın kültür sanat ortamındaki hâkimiyeti olarak her şeyin sanat olabileceği bir muallaklıkla güncel sanat söylemi piyasanın dolaşımının önünü açmış ve ideolojik yönden sakat bırakmıştır.En son Yeditepe Bienali’nin muhafazakâr çizgi ile ilişkilenme çabaları iktidar mekanizmasının, sanata müdahalesi olarak bizlere yansımıştır.

İkincisiyse, kültür sanat alanındaki görünür müdahaledir. Sinema, belgesel ya da oyunların sansürlenme ile sık sık karşılaşması ve kitapların yasaklı hale gelmesi gibi… Akademik alanlarda nü modelinkaldırılması, sergilere ve kamusal alandaki sanatsal üretimlere saldırı haberleri her geçen gün artıyor. İktidarın muhalifsanat anlayışına da ‘terörün arka bahçesi’ söylemiyle yönelmesine yakın zamanda karşılaşmıştık.

 

  1. 1980 ile90’ların neoliberal şirket yapılanmalarının, sermaye dolaşımı ulus-devlet bariyerine çarpmadan akabilmesi için kültür sanat alanındaki değişimlerdir.Bunlarla birliktesanatı şirket, banka ve vakıfların yardımına bağımlılık durumuna sokacaktır.Sanat alanında ise eseri bir yatırım aracı olarak görmek, onu metalaştırmak ile sonuçlanmış;müzeler, galeriler ve bienallerkurularak sanatın toplumsallıktan yalıtımı ile birlikte tüm tartışmalar mikro alanlara kaydırılmıştır. ‘Sivilleşme’ söylemi altındabu görevler küratör görünümlü gardiyanlara verilmiştir. Bunlar sivilleşme değil, tam zıttı şirket kimlikli durum içinde hasta kapitalizme doktorluk yapmaktadırlar. Sistem böylece o alanda kendini var eder; bunların toplamında sanatçılar memurlaştırılır, sanat ise şeyleşipsilikleşir.Estetik eserler,egemen ideolojinin elinden geçerek topluma sunulurken,hayattan koparılmaktadır. Böylelikle egemen güç,egemen estetik bakışınıdakurmuş olur. Marx‘ın deyimi ile“Maddi üretim araçlarına, sahip olan güç aynı zamanda zihinsel egemen güçtür de.”[4]

 

  1. Burada öncelikle kentin,yani mekânın kimler tarafından ve ne amaçla yapıldığının anlaşılması gerekmektedir.Kent(ler), “Toplumsal bir varlığın kendi yapısını denetlemek ve ayakta tutmaküzere kullandığı araçlardan biridir ve kâr için kurulmuştur.”[5]Sanat da bu mekâna sahip kapitalist üretim biçimi ve toplumsal ilişkiler içerisinden gelir. Kârınakâr katmak için politik ve ideolojik bir yönlendirme ile arzu mekanizmalarını hareketlendirmiş ve patlama yaratarak karşılığını bulmuştur. Günümüz koşullarında hayatın her yanına yayılan tüketim politikaları sanatın üretim sürecindensergileme sürecine kadarbütünsel yapının kendisini tahribata uğratmıştır. Kârla çevrelenmiş bir mekânda, insanın kendini gerçekleştirdiği bir alanda her şey ‘şeyleşip’ muğlaklaşmıştır.Bulların içerisinde sanat piyasaya bağımlı hale gelerek popülerlik ile moda arasında silinmiştir. Sanatsal emeğin değeri düşürülmüş ve en önemlisi kafa ile kol emeği arasındaki temel çelişik durum sanatta da çağdaş sanat ile keskin bir görünüm kazanmıştır. Atölyeler fabrikalaşırkenasistan görünümü altında emek sömürüsü yapılmaktadır. Sanatçının sanat nesnesi ile olan eylemsel ya da fiziki ilişkisi asistanların omzuna bindirilmiştir. Bu ayrım küratörlerinkavramsal ya da teorik aklı ile sanatsal nitelik kazanıp toplumsal alanlara indirilmeye çalışılmıştır.

 

  1. Son dönemdekien dikkat çeken durum çağdaş sanat alanındaki yönelim. Koleksiyonerya da galerilerin, disiplinlerarası kavramıyla video-arttan enstalasyona kadar geniş bir çerçeveye uzandığını biliyoruz. Resim, heykel neredeyse hiçdeğerine indirgenmiş bir hale dönüşüyor. İmgenin yerini kavram; sanatçı öznenin, benliğin yerinişirketler alıyor.Kapitalist sistemin üretim anarşisi, çağdaş sanatta malzeme anarşisi olarak kendini gösteriyor.

Sergilemeler toplumsal alanlardan, seçkin alanlara çekilmiş ve tartışmalar,minör alanlara hapsedilmiştir.Galeri, müzeler, konser salonları, tiyatrolar kentsel dönüşümadı altında, belirli sınıfın yaşam çizgisi ya da yolu üzerine kurgulanmıştır. Sanatçı atölyelerinin yerini kafeler almış, sanatçılargöçe zorlanmıştır. Bu durumun en dikkat çekici yanlarından bir diğeri ise piyasanın sanat üzerindeki varlığını muhalif söylemler üzerinden üretmiş olması ve reklamlaştırmasıdır.

[1] K.Marx’tan alıntılayan, Margaret A.Rose, Marx’ın Kayıp Estetiği (Çeviren: Aydın Çavdar) Ayrıntı Yayınları

[2]K.Marx, 1844 El Yazmaları, (Çeviren: Murat Belge) Birikim Yayınları

 

[3]K.Marx, 1844 El Yazmaları, (Çeviren: Murat Belge) Birikim Yayınları.

 

[4]K.Marx, Alman İdeolojisi (Çeviren: Tonguç Ok, Olcay Geridönmez)Evrensel Basım Yayın, 2016.

[5]HenriLaborit, İnsan ve Kent (Çeviren:Bertan Onaran) Pavel Yayınları,1990.

 

diğer yazıları