yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

İlke Kodal: Farklı Manifestoları Bir Balerin Manifestosuna Çevirdik

İtalyan Rönesansıyla ortaya çıkan ve zaman içerisinde dünyanın birçok ülkesine yayılan bir sanat dalı bale. Bugünkü temelini dönemin halk dansının adımları oluşturur. Disiplinli duruş ve ayak hareketleri, kusursuz sahne düzeni, duyguların yoğunluğu ve tüm bunlara eşlik eden büyüleyici bir müzik… İlk akla gelenlerdir Fındıkkıran, Uyuyan Güzel, Kuğu Gölü ve bir de icra edenleri. Tütüler, pointeler, sıkı topuzlar ve o dik duruş… “Sistem parmak uçlarına acı çektiren ayakkabıları yaratmakla kalmadı,” sadece. Bale denince herkesin aklına kazılı o fotoğrafı da yarattı. İşte bu fotoğrafı yırtıp atmak isteyenler safları şöyle bi’ sıklaştırsın.

Moda Sahnesi’nde 2. sezonunu geride bırakmaya hazırlanan Balerin, “Türkiye’de dans tiyatrosu” dediğimizde akla gelecek işlerden biri olma yolunda gayet emin adımlarla ilerliyor. Projenin yönetmen koltuğunda Bedirhan Dehmen, proje danışmanlığında Kemal Aydoğan, yaratım ve dansta İlke Kodal… Bu ekip bir gerçekliğe davet ediyor izleyiciyi. Yıllardır hafızalarımıza kazınmış o kusursuz imajların altında yatan isyanın çığlığını atıyor sahnede. İnsan olmanın en saf halini görüyoruz müziğin ve figürlerin kıvrımlarında. İnsanı insan yapan o çelişkiler ve ruh geçişleri… Karl Marx’ın 171 yıl önce tüm emekçilere seslendiği gibi sesleniyorlar meydandan; “Balerinlerin insanüstü çabasının karşılığı elbet alınacaktır… Tüm ülkelerin balerinleri birleşin!

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde baş dansçı olan ve Balerin’e hayat veren İlke Kodal’la oyun öncesinde Moda Sahnesi’nde buluştuk ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik:

“Dans” ve “tiyatro” Bu iki disiplin arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

Farklı disiplinler her zaman birbirini destekliyor ve besliyor. Dansın kendi içinde anlattığı duygu yoğunluğu tiyatroyla birleştiği zaman ortaya çıkan güç çok daha etkili oluyor. Biz aslında yola dans tiyatrosu yapma amacıyla çıkmamıştık. Yolda dans tiyatrosuna dönüştü. İçinde hem dans olsun istedi sevgili yönetmenim Bedirhan Dehmen hem de Balerin’in bir disiplinden ziyade birkaç disiplini bünyesinde barındırıyor olmasını istedi. Böyle olunca daha önce sahne üzerinde hiç deneyimlemediğim, yüksek sesle hem konuşup hem dans ediyor olmak, üstümü değiştirirken bir yandan da anlatıyor olmak benim için değişik bir tecrübeydi. Çok özel bir tecrübe…

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin baş dansçısısınız ve birçok temsilde yer aldınız. O temsillerin biraz dışında bir proje Balerin. Oyuna hazırlık sürecinde neler yaşandı?

Evet, yirmi yıldır dans ediyorum ama Bedirhan bana, “tek kişilik bir oyun yapmak istiyorum, seninle çalışmak istiyorum,” dediğinde çok heyecanlandım. Çünkü o sırada ben de devlet opera ve balesindeki bir projeye dahil olmadım. Denk gelmiş oldu. Zaman bizi bir şekilde birleştirmiş oldu. Üstüne bir de Moda Sahnesi gibi en çok sevdiğimiz tiyatronun prodüksiyonu olması beni daha da heyecanlandırdı. Üç ay çalıştık biz Balerin’e. Bedirhan’la da yeni tanışıyorduk. Zamanla ben onu tanımaya başladım, o beni tanımaya başladı. “Ne yapabiliriz?” üzerine çok düşündük. Heyecanımızın yanı sıra yoğun bir süreç geçirdik. Bu süreç içinde benim yirmi yıllık dans hayatımın dışında, tamamen başka bir performans oldu. Açıkçası en başta çok zorlandım. Konuşabilir miyim, diyaloglarımı unutacak mıyım, diksiyonum nasıl, hiçbir şey bilmiyorum derken o sırada proje danışmanımız Kemal Aydoğan inanılmaz destek oldu. Hocam yapabilir miyim, diksiyon dersi alayım mı, dediğimde “sen devam et, yürü,” diyerek motive etti. Benim için de izleyici için de çok sürprizle dolu oldu. İlk oyunlardan sonra şöyle bir şeyle karşılaştım; beni tiyatrocu sanmışlar ve “ne kadar iyi dans ediyor,” diye tepkiler geldi. Aynı zamanda beni baleden takip eden seyircilerimiz var. Dolayısıyla Moda Sahnesi’yle tanışmış oldular. Bir bale izleyicisi tiyatroyla buluşmuş oldu. Tam tersi; tiyatro izleyicisi de baleyle bir araya geldi. Balerin, böyle ister istemez çok hoş bir misyonu bünyesinde barındırır oldu. İnanılmaz güzel mesajlar alıyorum. Hiç tanımadığım insanlardan, tiyatro izleyicilerinden, “bize dansı sevdirdiniz, merak ettirdiniz, artık baleye de gidiyoruz,” diyen oluyor. Bu da beni çok mutlu ediyor.

Bir izleyici olarak Balerin’le Pina Bausch arasında bir bağ kurmak istedim. Sahnede o güçlü kadını gördüm. Bu oyuna bir katkısı oldu mu?

Tabii ki büyük bir bağ var aslında. Bedirhan, ilham ve referans aldığı, çalışma, yöntem, metodoloji itibarıyla Pina Bausch’a en yakınlaştığı iş olduğunu söyler. Ingmar Bergama’nın Persona’sı, Michel Foucault’nun Hakikat Cesareti de yolculukta bize ışık tutan dans dışındaki referanslardandı. Tüm ilhamlarımızla, bunca yıldır biriktirdiğim arşivimi birleştirince Balerin’e ulaşmış olduk.

Bizlere geçen de tam olarak böyle bir duygu. Oyun, izleyeni o kadar içine alıyor ki sanki sanat hayatınız boyunca içinizde birikenleri bizlerle paylaşıyor ve dertleşiyormuşçasına metin bir anda ortadan kalkıyor…

Aslında sahnede pek çok farklı duyguyu dansla anlatıyoruz. Bu yoğun duygu geçişlerini, jestleri en belirgin dans etmiş olduğum 7 farklı karakter üzerinden geliştirdik. Mesela Kitri’nin eli belindedir, yelpazesi vardır, Giselle’in belli bir duruşu vardır. Böyle birkaç karakterin özelliklerini seçerek çıktık yola. İnanılmaz bir disipline giriyorsunuz. Ağır çalışma süreçleri yaşanıyor. Mesela Kitri karakterini canlandırıyorsunuz, üç perdeden oluşuyor ve o zaman tamamen Kitri’ye bürünüyorsunuz. Bu karakter de sizin içinize işliyor. Oradan sıyrılmak zaman zaman zor olabiliyor. Provalardan sonra, temsillerden sonra o yoğunluğu içinizden hemen atamıyorsunuz. Veya rüyalarınıza giriyor; “Şurada şöyle yapmalıyım, burada böyle olsun…” vs. Biz de oyunda biraz bunu irdeledik. Gerçekten kolay değil. Tiyatroda da aslında tüm sahne sanatlarında da böyle oluyor. Bir karaktere yoğunlaşıp onunla bütünleşiyorsunuz. Onu yaşatmak, onu geliştirmek, genişletmek, ifade ediyor olmak gerçekten büyük bir emek. Zaman zaman tüm karakterler birbirine girebiliyor. Biz de Balerin’de bunu biraz daha farklı bir dille anlatmak istedik.

Sahnede bir manifesto yazılıyor. Bir kadının, bir “balerin”in, haklı bir isyanın manifestosu… Peki “bütün dünyanın balerinleri” neden birleşmeli?

Birleşmeli… Oyun farklı manifestolardan ilham aldı. Mesela Emma Goldman’ın “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir,” sözü. Karl Marx’ın Komünist Manifestosu gibi… Farklı manifestoları bir balerin manifestosuna çevirdik. Bu da çok zevkli bir çalışma oldu. Birleşmeliyiz çünkü gücümüzü göstermeliyiz. Aslında bale göründüğü kadar kolay değil. Özgürleştirici, şifa olan bir sanat. Bu sorunun cevabı oyunun içinde saklı 🙂

Bale sahnesi ile tiyatro sahnesinin arasındaki farkın sizde karşılığı nedir?  Seyircilerin enerjisini ve sosyolojisini dikkate alırsak, farklı kurumlarda sahne aldınız. Bunun size yansıyan avantajı veya dezavantajı oldu mu?

Yirmi yıldır sadece İtalyan tipi dediğimiz sahnelerde dans ettim. Bu tarz sahnelerde dans ederken her zaman seyirciyle aranızda bir mesafe oluyor. Ama sahne üstünde sergilediğiniz karakterin varlığını yaşattığınız sürece seyirciye zaten o his geçiyor. O his geçerken, büyük sahnelerde seyircinin enerjisini en son selamlamada alabiliyorsunuz. Moda Sahnesi’ndeyse şöyle; Balerin’i “Meydan Sahne” dediğimiz bir formatta yaptık. Seyirciler sahneye çift taraflı yerleşiyor. Daha önce hiç bu kadar yakın olmamıştım. Bir meydanın ortasındayım ve seyircilerle baş başayım. Beni en başta ürküten bir tecrübeydi. Fakat sonrasında inanılmaz rahatladım. Onların ilgisini, merakını görmek, hissetmek gibi…

Seyirciler benim nefesimi, ben onların nefesini duyuyorum. Oyun biraz interaktif bir oyun olduğu için birisi öksürdüğünde ben ona “Su ister misiniz?”, “İyi misiniz?” diyebiliyorum. Süreç içerisinde böyle şeyler yaşayabiliyoruz. Bu da ben sahne aldıkça gelişen, beni rahatlatan bir tecrübe oldu. Gerçekten çok yakınız. Balerin benim için her anlamda çok özel.

Hem izleyen açısından hem de bu sanatı öğrenmek isteyenler açısından düşünürsek bale büyük şehirlere sıkışıp kalmış bir sanat diyebilir miyiz?

Büyük şehirlerde, devlet opera ve baleleri ve konservatuvarların var olmasıyla gelişen bir sanat. Bir tek bale için konuşmayalım, bütün sanat dalları için aynı şey geçerli. Mesela Tan Sağtürk var. Ülkemizin çeşitli illerinde okullar açtı ve baleyi tanıtıyor. Bunlar çok kıymetli şeyler. Keşke daha çok olsa, keşke bütün illere turneler gerçekleşse, insanları daha çok teşvik ediyor olsak ve sanatla daha çok iç içe olunsa… Talep oluşması turnelerle gerçekleşebilir. Farklı illerden buraya gelinmesi, bizlerin diğer illere gidebilmesi gibi çeşitli organizasyonlarla ve festivallerle toparlanabilecek bir şey olduğunu düşünüyorum. Tabii bunun için sanata ayrılan bir bütçe olmalı, sponsor destekleri, tanıtımlar olmalı. Sanat merak uyandırmalı, teşvik etmeli insanları. Çünkü sanat aydınlıktır, şifalandırır.

 

Proje Danışmanı: Kemal Aydoğan

Tasarım, Yönetim, Koreografi: Bedirhan Dehmen

Yaratım, Dans: İlke Kodal

Sahne Tasarımı: Bengi Günay

Işık Tasarımı: İrfan Varlı

Ses Tasarımı ve Müzik: Utku Şilliler

Görseller: Murat Dürüm

Proje Asistanı: Belçim Yavuz

Kübra Yeter
diğer yazıları