yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

İlkokula takunyayla başlayan çocuklar da seni unutmayacak Füruzan

Füruzan için Memet Fuat, “Füruzan edebiyatımızda bir olaydır”, “Orhan Kemal’in kahramanı olan kızlardan biri yazmaya başladı,” derken de yanılmıyordu. Behçet Necatigil, Füruzan’ın Kırk Yedi’liler romanı için “sosyal otopsi” ifadesini kullanırken de iddialı davranmıyordu.

İlk öykü kitabı Parasız Yatılı’nın 1971’de yayımlanmasının öncesinde, Füruzan’ın öykücülüğe farklı bir ses getireceği Papirüs dergisinde yayımlanan “Piyano Çalabilmek” ve “Nehir” adlı öyküleriyle seziliyordu. Füruzan, ilk öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı (1972) kazanarak, aynı zamanda bu ödülü alan ilk kadın öykücü oldu. İlk öykü kitabının ardından, Kuşatma (1972), Benim Sinemalarım (1973), Gül Mevsimidir (1973), Gecenin Öteki Yüzü (1982) ve Sevda Dolu Bir Yaz (1999) adlı öykü kitaplarını yayımladı. Yazarın Kırk Yedi’liler (1974) ve Berlin’in Nar Çiçeği (1988) adlı iki romanı bulunmaktadır. Kırk Yedi’liler 1975 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü almıştır.

Füruzan’ın edebiyatı, altmışların sonunda Papirüs’te yayımlanan öykülerinden beri göç olgusuyla ilgilenmiştir. Füruzan değişimin ve hareketliliğin olduğu her dönemi, keskin gözlem yeteneğini kurguyla birleştirerek edebi estetik içinde kâğıda dökebilir. Füruzan, 12 Mart edebiyatının en önemli kalemlerindendir. Altmışlardaki sosyoekonomik sınıflar arasındaki etkileşim, göç ve gecekondulaşmayı onun kadar mesafeli, onun kadar sıcak öyküye taşıyan başka bir ismi bulmak kolay olmayacaktır.

Öykü türü, Füruzan’ın ilk öykü kitabının ismini taşıyan sözcüklerle, tarihi bir uyum içindedir: Öykü, edebiyatın parasız yatılısıdır. Belki bu yüzden, piyasayla ilişkisi zayıftır. Ancak, sosyal değişimlerle ilişkisi de bir o kadar sıkıdır. Dünyayı değiştirecek toplumsal hareketlerin olduğu dönemler önemli öykücülerin doğuşuna sahne olmuştur. Savaş ve ayrımcılığa karşı hareketlerin dünyayı sardığı altmışlar, Türkiye için de değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesi gerçekleşmiş, kısa ömürlü çok partili demokrasi deneyimi kesintiye uğramıştır. 1961 Anayasası hazırlanmış, ekonomik açıdan da beş yıllık, bir türlü kalkındıramayan, kalkınma planlarının devrine girilmiştir. Ancak aynı dönem örgütlü işçi hareketlerinin, sanayileşme adımlarıyla birlikte köyden kente kitlesel göçün de başlangıcı olmuştur. Bu hareketli dönemde öykü dilini bulan Füruzan’ın metinleri dünya savaşları ertesinde baş gösteren yoksullaşma, özellikle de orta-üst sınıfların yoksullaşmasını güçlü bir biçimde öyküye taşımıştır:

“Anneannen yerelmasının lafını ettirmiyordu. Her defasında, ‘Hanımcığım, enginar bu’ diyordu Nazire. Nazire olmasa ne yapardık bilmem. Ben hayatımda yalnız Üsküdar’a bile inmemiştim. Anneannen, ‘Francaladan başka ekmek yemem’ diyordu. Gözleri mi iyi seçmiyordu, bilmem. Her şeyi eskisi gibi görüyordu. Daha sonra dedeni yaşar sanmaya başladı. Anneannen, ‘Haydi Müberra,’ diyordu bana, ‘piyanoya geç.’ Ben piyano çalarken yan bölükteki kiracıların, ‘Deli saraylılarda yine eğlence var’ diye konuştuklarını biliyordum.” (Piyanoya Çalabilmek öyküsünden)

Füruzan’ın kült öykü kitabı, Parasız Yatılı’daki öykülerin bir diğer özelliği, öykülerin tümünde ölümün yer alması, aslında bir ölümün izinde kurulmasıdır. Bu da savaş yılları sonrası bir dönemde öykülerin yazıldığının işaretçilerindendir. Kitap, ‘Sabah Eskimişliğin’ başlıklı öyküyle açılırken, metinde babanın ölümü, annenin içine düştükleri yoksulluğa yabancı olması, çocuğun temiz belleğinin penceresinden hissettirilir. Füruzan öyküsü, “ayakların suya ermesinin” öyküsüdür:

“… kimse en mükemmel değil; bunu öğrendiğimizde kendimizi tanımış olduk, beğendik de, bu ayağımızın suya ermesiydi.” (Sabah Eskimişliğin öyküsünden)

‘Sabah Eskimişliğin’, bir kesit öyküsü olma özelliğini taşırken, sınıflar arası farkı da, babanın ölümüyle birlikte yoksullaşmış bir anne kızın, eski günlerinden kalmış arkadaşlarıyla ilişkilerine mercek tutarak gösterebilmiştir. ‘Sabah Eskimişliğin’, babanın ölümünün ardından kurulmakta, bir sonraki öykü, ‘Özgürlük Atları’ ise, küçük kızın babasının ölümünden sonra aileye dâhil olan üvey babasını anlatışıdır. Ancak bu öyküde, elli ve altmışlardaki değişim de konu edilir:

“Pembe suskun çay fincanları kırıldı. Yerlerine, bitkisel yağlarla yapılan akşam kahvaltıları geldi.”

‘Özgürlük Atları’nda üveylik duygusu sezdirilirken, bu öykü bir öncekinin devamı olmasa da, onu hatırlatmakta ve yine çocuk belleğinden çıktığı anlaşılmaktadır. Bu öyküsünde üveylik, yaşamına giren yeni babayla ilişkisi güçlü bir ifadeyle yansıtılmaktadır: “Kapıyı iyice kapayın. Sizden üşüdüm…”

İlk öykü grubunun son öyküsü, ‘Münip Bey’in Günlüğü’, öykülerin sadece cümlelerle değil, boşluklarla da örülebileceğinin örneğidir. Münip Bey’in kısa kısa yazdığı, detaylı betimlemelerden kaçındığı günlüğü bir öykü niteliği taşımaktadır. Okurun zihnindeyse, bu kesikli anlatım birden fazla öyküyü doğurmaktadır:

“Yarbay Faik Bey evleniyormuş. Her taraf bembeyaz. Geçen gün radyoda şedaraban faslı geçilirken bizimki ağlamaya başladı. Ne ister bu kadın, bilmem! Acayip halleri senelerdir sürer gider. Vezneciler’de ilk gerdeğe girdiğimiz gece boyu kestane rengi saçlarıyla gene böyle mükedderdi.”

Münip Bey’in eşinin “mükedderliği”nin nedeni tam olarak anlaşılmaz, ancak anlatım okurun zihninde pek çok soru işaretinin ışığını yakabilir.

‘Taşralı’dan başlayarak ‘Yaz Geldi’ye uzanan ikinci öykü grubu, Füruzan öykücülüğünün köşe taşlarını oluşturur. ‘Taşralı’ adlı öykü de, “Sen babanı bilmezsin kızım. Altı yaşındaydın öldüğünde…” cümleleriyle yine bir ölünün izlerini taşır. Füruzan’ın öyküleri kız çocukla evin kadınlarının ilişkisini aktardığı kadar, kız çocukla ölü babanın görünmez ilişkisini de anlatır. ‘Taşralı’ adlı öykü, ‘Sabah Eskimişliğin’e benzer biçimde, sınıflararası ilişkiyi gösterir. Aynı aileden çıkmasına rağmen, iki kız kardeşin yaşamları geçirdikleri evliliklerle birlikte başka ekonomik sınıflara, başka coğrafyalara akmıştır. ‘Taşralı’ adlı öykü de, zenginleşmiş teyze ile yeni üniversiteye başlayacak yoksul yeğenin diyalogudur. ‘Nehir’ ve ‘Su Ustası Miraç’ öyküleri, ‘Taşralı’ ve ‘Piyano Çalabilmek’ öykülerinin ardından sıralanırken, birbirleriyle ilişki kuran öykülerdendir. ‘Nehir’de yaratılan karakterler, sanki ‘Su Ustası Miraç’ adlı öyküde yaşamaya devam ediyor gibidir. ‘Su Ustası Miraç’, sadece öyküye ismini veren karakterle değil, Vedat karakteriyle de diğer öykülerden ayrılır. ‘Parasız Yatılı’ olmak, Füruzan’ın ilk öykü kitabında yoksullaşmaya bağlı bir zorunluluktur. Oysa Vedat varsıl bir toprak ağasının oğludur. Ancak annesi, yaptığı evlilikle sınıf atlamış bir kadındır ve asıl sınıfına karşı bir kin gütmektedir. Bu aile ortamında Vedat, ezilenden yana tutum almakla kalmaz, varsıl olmasına rağmen parasız yatılılık sınavına girerek, böyle eğitimini sürdürmeyi seçer.

‘Parasız Yatılı’, Füruzan’ın edebiyat serüveninin ana izleğinin sınıf çelişkisi yoksulluk ve yoksunluk olacağının baş gösterenidir. Füruzan’ın öykü ve romanları, röportajları ve gezi yazıları hep bu izleğin çevresinde biçimlenmiştir.

1988-89 arasında senaryolaştırdığı ve 1990’da Gülsün Karamustafa ile birlikte yönetmenliğini yaptığı Benim Sinemalarım, 1990’da Cannes Film Festivali’nin “Eleştirmenlerin 7 Günü” ve “Altın Kamera” bölümlerinden çağrılmış, 1991 İran Fecr Film Festivali’nde “En İyi İlk Film” ödülünü almıştır. Ayrıca, Füruzan, ‘Ah Güzel İstanbul’ adlı öyküsünden uyarlanan ve aynı adla gösterime giren filmi Ömer Kavur yönetmiş, senaryosunu da birlikte kaleme almışlardır. Ah Güzel İstanbul, 18. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi İkinci Film seçildi. Altmışlarda hızlanan sanayileşme hareketleriyle Füruzan’ın da metinlerine yansıyan kapitalist sömürüyle birlikte belirginleşen sınıf çelişkisi, dönemin Türkiye sinemasında da görülür. Toplumsal düzeni ve iktidarı eleştiren sorgulayan, göç ve gecekondulaşmayı konu eden filmler görülür. Bu anlamda Füruzan’ın metinleri, belki döneminin edebiyatından çok, dönemin sinemasıyla konuşur, onunla etkileşim halindedir.

Füruzan, kentin görünmezlerini, kenar mahallelerde yaşayan insanların yaşamlarındaki çaresizlikleri edebiyata taşımıştır. Ece Ayhan, onunla yaptığı bir röportajda, soru yerine şu cümleyi söyler: “İlkokula takunyayla başlayan çocuklar da seni unutmayacaklar Füruzan.”
Füruzan, Ece Ayhan’ı yanıtlar: “Bu benim için en büyük övünç olur. Bit, sirke muayenelerinin vazgeçilmez erleri, hâlâ arka sıralarda oturuyorlar.”

Parasız Yatılılar, hâlâ arka sıralardalar… Onları destanlaştıran Füruzan’ı unutmayacaklarına eminim.

Ayşegül Tözeren
diğer yazıları