yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Küllerine Sarıldığımız Şair: Metin Altıok

2 Temmuz 1993, Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nde yakılan Türkiye’nin kalbiydi. Bir ülkenin yönetenleri otel zayiatını sanatçısından, aydınından, edebiyatçısından, müzisyeninden önde tutuyor ve parmak oynatmıyorsa o ülke nereye gider? Yanıtı bilinen bir sorudur bu. Sivas yangını nice değerli hazinemizi fiziksel olarak bizden alsa da ürettikleriyle hep bizimle olmaya devam edecekler. Ancak yaşasalardı kim bilir neler üreteceklerdi? Bu sorunun yanıtı korkunç bir yangınla bizim elimizden alındı. Küllerine sarıldığımız o güzel insanlardan biri de şair Metin Altıok.

“İnsanın yurdu çocukluğudur” diyor Jorge Amado. “Affan dedeye para saydım sattı bana çocukluğumu/Artık ne yaşım var ne adım/Bilmiyorum kim olduğumu”, diye sesleniyor Cahit Sıktı Tarancı ve “gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/hiçbir yere gitmiyor” diyerek bizi kucaklıyor Edip Cansever. Çocukluğumuz, eğer güzel geçirdiysek dönüp dönüp özlediğimiz günler…Eğer kırgın, kızgın, küskün kısacası kötü bir çocuklu geçirdiysek, kaçmak istedikçe yine kendimizi kapısında bulduğumuz o eskimeyen ev. Yetişkinliğimiz ve yaşlılığımızın öyle ya da böyle vazgeçilmez durağı. Şairler hep çocukluklarına döner, aslında tüm insanlar gibi. Metin Altıok’un kişiliğini de, şiirini de şekillendiren anayurt çocukluktur. Diğer dönemler bu temelin üstünde yükselir.

Metin Altıok, 14 Mart 1941’de İzmir Bergama’da dünyaya gelir. Çocukluğunun şekillendiği evde otoriter bir anne figürü hâkimiyeti, şiirlerinde geçen anne imgesinin baskı, sevgisizlik, şefkat eksikliği gibi kavramlarla birleşmesi ile daha da görünür kılınır. Çocukluğumuz, ya bizim sürekli görmek istediğimiz güzel rüyamız ya da bir türlü görmekten kurtulmadığımız kâbusumuz olarak hep bizimledir. Şairler, sanatçılar bunu belki daha derinden duyumsadıkları için dönüp dönüp çocukluluklarıyla konuşurlar. “Bu yaşıma geldim içimde bir çocuk hâlâ/Sevgiler bekliyor sürekli senden./İnsanın bir yanı nedense hep eksik/Ve o eksiği tamamlayayım derken,/Var olan aşınıyor zamanla./Anamın bıraktığı yerden sarıl bana”, “Ölümü arayarak geçti/Bunca yılım/Kötü annem/Beni komşunun oğlu kadar seven,/Yok olan babamdı belki/Ölüm tutkumu pekiştiren” gibi dizeler çocuklukta tamamlanmamış sevginin bir ömür aranmasının izdüşümüdür. Çocuklarına sevgisini aktaramamış bir anne, Metin Altıok’un küçük yaşta kendi iç dünyasına kapanmasına ve orada saklanıp, hayal gücüyle kendisine farklı bir dünya kurmak için yaratıcı olmaya itmiştir. Anne otoritesinden, baskısından kaçıp saklandığı odası, ilk çizgilerinin ve dizelerinin doğduğu yerdir. Resme ve şiire olan yeteneği lise öğretmenleri tarafından hemen keşfedilmiştir. Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Hindoloji bölümünde okurken resme yatkınlığı ve merakı sayesinde Sanskrit alfabesini farklı bir yazıya dönüştürmüştür. Ancak bu bölümden ayrılıp felsefe bölümüne geçmiştir. Bu yıllarda benimsediği dünya görüşü olan sosyalizm, hayatında daha da belirginleşmiş ve tüm yaratılarında, sosyal, edebi ve siyasi yaşantısında hep var olmuştur. O sıralarda şair kimliğinden çok ressam kimliği ile tanınan Altıok için Ankara yıllarında Turgut Uyar ve Tomris Uyar ile kurduğu dostluk bağı büyük önem taşır. 1976’da ilk şiir kitabı Gezgin’i eşi Füsun Akatlı’nın ısrarlarıyla bastıran şair bundan sonra resimden çok şiire yönelecektir. Kızı Zeynep’in doğumundan sonra Bingöl’e tayini çıkan şairin kızına olan bitimsiz özlemi ve sevgisi de şiirine yansımıştır.“Yeni çekilmiş bir dişin/Yadırganan boşluğu/Dilimin ucunda ismin./Somunu yitik bir vida/Düştü düşecek yüreğim./Bir an önce gel buraya/Karpuz, kavun yiyelim”,“Cevapsız sorunun/Boynu büküktür;/Hemen anlar/Yetim olduğunu/Ben neden hala/Duyuyorum avucumda/Bir çocuk elinin/Sızlayan boşluğunu”, “her şeyin üstünde sulusepken bir kar;bir aşkı delik deşik ediyordu/lar./bense inatla susuyordum/ve kızımı seviyordum ekmek kadar.”

Metin Altıok, Şiirin İlk Atlası’nda “Şiiri öğrenmenin bana göre biricik yolu şiirle yatıp kalkmaktan geçer. Bunun bir başka yolu da yoktur. Şiirin bilgisini şiirin dışında aramak, bir takım estetik araştırmalardan yola çıkmak safdillikten başka bir şey değildir. Şiiri bilmek isteyene şiirden başka kaynak yoktur.” der. Altıok sadece şiir yazan değil şiir üzerine düşünce üreten bir şair olması açısından da Türkçe şiir için çok değerli ve önemlidir. Şairlerin bireysel şiir tarihlerine bakıldığında genellikle ilk kitaplarından sonrakilere doğru bir gelişme görülür. Ancak bazı şairler ki bu şairler oldukça azdır, daha ilk kitaptan çok iyi bir düzey tutturarak ve bu düzeyi hiç bozmadan, dil işçiliğinde daha da derinleşerek şiir yolunda ilerlerler. Metin Altıok da daha ilk elden çok iyi bir düzeye şiir dilini oturmuş şairlerdendir. Yalın, damıtılmış, arınmış ve derinleşmiş dil yapısı ilk kitabından son kitabına kadar pırıl pırıl parlar. İlk şiir kitabı Gezgin’de, “Üstümde bu ütüsüz gökyüzü,/Altımdaki tarazlanmış yol benim/Hep yanımdaydı zaten,/Kendimi bildim bileli./Zaman zaman katlayıp bazen açardım,/Cebimde taşıdığım bir mendil gibi.”, “Sonunda kendime bir top yangın edindim,/Soluğumla besledim dudağımın ucunda./Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,/Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri/Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla./Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,/Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya” gibi daha nice eşsiz dizeleri yakalamıştır.

Şairin felsefe öğretmenliği yapmak için Bingöl’e atanması onun hem kişisel hayatını hem de edebiyat hayatını derinden etkiler. Şiirlerinde sıklıkla rastladığımız yabancılaşma, sürgünlük hali, başka yerler özlemi gibi izleklerde Bingöl’deki yaşantısının izdüşümleri görülür. Büyük kentten taşraya gitmek, şairi özellikle de o dönemlerde imkân yokluğu, sosyal çevre farklılığı gibi birçok yönden zorlamıştır. “O can sıkıntısına;/İçimde bir tozlu/Sarnıç boşluğu/Gitmekle kalmak/Arasında kararsız/Yürüdü kederle/Dağlara doğru”, “kendine sürgün/bir garip kişiyim;/(…)/Bilmemem gereken/Şeyler öğrendim./Sorular sordum/Sormamam gereken./Gördüm apaçık/Görmemem gerekeni./Söylenmezi söyledim/Suçum büyük/Ve taammüden.” Ancak bu zorlanma sanatçının tanıdık, bildik, alıştığı hayatın dışına çıkması, başka hayatlar,  başka insanlar, başka yaşam koşulları tanıması açısından çok zenginleştirici olmuştur. Şairin kendi hayatını Bingöl öncesi, Bingöl sonrası olarak ikiye ayırması boşuna değildir. Altıok’un Bingöl’e ilk geldiği zamanlardaki sürgün bakışı zaman geçtikçe değişmiştir. Özellikle öğrencileriyle zamanla kurduğu sıkı bağ onun dünyasını zenginleştirmiş ve güzelleştirmiştir. Kızı Zeynep’ten uzak kalmanın sızısını biraz olsun katlanılabilir kılmıştır. Öğrenciler için Metin Altıok, sadece bir felsefe öğretmeni değil, müfredata bağlı kalmayan, onlara sorgulamayı öğreten bir yol göstericidir de aynı zamanda. Bu nedenle öğrencileri onu çok sevmiş ve içtenlikle benimsemişlerdir. Zeynep Yurtsever adlı öğrencisinin aşağıdaki satırları bu içtenliğin en güzel kanıtlarından biridir.

“Metin hocam hem Bingöl’ü hem de bizi çok sevdi, Bingöl de onu. Farklı bir tarzı, yapısı ve görüntüsü vardı. Briyantinli saçlarıyla bu şehir halkına biraz aykırı duruyordu. Ama o çok sevgi dolu ve mütevazı olduğu için, kısa sürede Bingöl Lisesi onu çok sevmiş, briyantinli saçlarını da benimsemişti. Ders kitabı taşımaz, anlatacağı konuların sayfalarını yırtar cebine koyar dersi öyle anlatırdı. Bir gün ona sormuştum hocam neden sayfaları yırtıyorsunuz? Gülümseyerek, ‘boşuna hamallık yapıp kitap taşımıyorum, konuları anlatıyorum ya Zeyno’ demişti. Felsefe dersimiz çok zevkli geçerdi. Çünkü sürekli tartışırdık. Bize hep derdi ki; ‘Çocuklar sorgulayın, irdeleyin, sorun, sürekli sorun, sakın susmayın, günlük yaşamdan kopmuşsanız, hayattan da kopmuşsunuz demektir. Ona göre felsefe yaşamın kendisiydi.” (Yurtsever, 2013: 83).

Bu şiir kitabım Bingöllüdür dediği Küçük Tragedyalar kitabındaki Öndeyiş şiiri insanın aslında hep kendine sürgün edildiğini bize derinden duyumsatır. “Bedenim üşür, yüreğim sızlar./Ah kavaklar, kavaklar!/Beni hoyrat bir makasla/Eski bir fotoğraftan oydular./Orda kaldı yanağımın yarısı,/Kendini boşlukla tamamlar./Omzumda bir kesik el,/Ki hâlâ durmadan kanar./Ah kavaklar, kavaklar!/Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.” Şiir İlk Atlası’nda kendisine “neden bu kadar çok acı var şiirlerinde?” diye soranlara söyle seslenir : “Bu sorudan da anlaşılacağı gibi fazla ve gereksiz buluyorlar şiirlerimdeki acıyı. Bense acımın yurdumuzda var olan somutlaşmış acıyla tam olarak örtüşmediğine inanıyorum. Çünkü bırakın insan olmayı, şair olarak bile yetişemiyorum bütün acılara. Eğer yetişseydim belki de yaşayamazdım.” diye yanıtlar. İşte şair Metin Altıok’un yüreği böyle bir yürektir. Bir acıya değil bin acıya kiracı, şiirin yerleşik yabancısıdır o.

Sadece şiirleriyle değil, yazıları, oyunları, mektupları, yetiştirdiği inci çiçeği öğrencileriyle de yaşıyor şair ve yaşayacak. Yaşasaydı daha neler üretecekti diye düşünmek hepimizin en doğal hakkıdır. Elbette bunun hesabını sormak da… İnsan eliyle, bile isteye yaratılan korkunç bir cehennemle hayatı çalınan bu güzel insanlarla birlikte bizim de hayatımız çalındı, biz de eksildik. Utançla ve bir dakika bile unutmadan yaşamaya hapsedildik. Onları bizden ayırmak; sanatı, hayali, düşü, umudu, sevinci, güzelliği bizden ayırmakla eştir. Ancak buna yenilecek değiliz. Hepsinin küllerine sarılarak ve onları ürettikleriyle, bize bıraktıklarıyla her gün yeniden doğuruyoruz! Bu yeniden doğum hep sürecek. Anılarına saygıyla!

Kaynakça

ALTIOK, Metin ( 2015) Şiirin İlk Atlası, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul.

ALTIOK, Metin (1998) Bir Acıya Kiracı (Bütün Şiirleri), YKY, İstanbul.

YURTSEVER, Zeycan (2013). “Öğretmenim”, Gölgesi Yıldız Dolu (Metin Altıok Kitabı), Haz.: Zeynep Akatlı Altıok, Doğan Kitap, İstanbul 2013.

Kapak görseli: Hıdır Murat Doğan

Özge Sönmez
diğer yazıları