yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Lanetli sınırların kutsallığı ve 100’üncü yıl senaryosu

Rusya ve ABD gibi küresel aktörler Ortadoğu’da rekabetçi pozisyon alıp yeni nüfuz alanları açmaya başladıysa “Bölgede Birinci Dünya Savaşı’nın 100 yıl sonra yeni bir paylaşım savaşı mı sahneleniyor” sorusu ister istemez masaya geliyor.

Ortadoğu’da ‘sınır aşan’ hedeflerin dillendirildiği bütün sohbetlerde tek kötü vardır: Birinci Dünya Savaşı koşullarında ortaya çıkmış olan Sykes-Picot Anlaşması. Osmanlı’nın dağılış sürecinde paylaşım savaşı veren İngiliz ve Fransızların gizli haritalarının mimarı Sir Mark Sykes ve Georges Picot’nun eseri olan anlaşma.

Birçoğuna göre 1916’da varılan Sykes-Picot Anlaşması Ortadoğu’da bugüne uzanan bütün kötülüklerin anasıdır. Bu tasavvur, herkesin kafasını ‘evet’ diye salladığı genel geçer bir tespittir. Lakin gerçekten de bütün kötülüklerin anası mıdır Sykes-Picot? Halklar arasına mayınlardan sınır çizmiş bu anlaşmanın kötülüğü gerçek ama bütün kötülüklerin bundan mütevellit olduğu iddiası anlaşmazlıklarla dolu kendi gerçeğinden kaçıştır.

Sykes-Picot Anlaşması’na lanet okuyanların her birinin yerine ikâme edeceği sınırlar bir diğerinin düşlerine taarruz ediyor.

‘Yeni Osmanlılar’ kaybedilen toprakların ahını çekerken sınırların ne denli iğreti ve yapay olduğunu tekrarlıyor. Cetvelle çizilmiş sınırların halkların ve coğrafyaların tarihlerine saygısı yok, bu doğru. Ama onların görmek istediği sınırlar ile başka halkların hayallerindeki sınırların işaret levhaları aynı yerlerde durmuyor.

ARAPLARIN GÖZÜYLE SYKES-PICOT

‘Arapların birliği’ hedefini ülküleştirenler de 360 milyonluk coğrafyada 22 Arap devletinin ortaya çıkmasını kasıtlı bir parçalama, Arap Birliği’ni önleyecek bir ayarlama olarak yorumlarken elbette sorumlu olarak Sykes-Picot’yu görüyor. Sınırların hepsi fiilen Sykes-Picot’ya göre şekillenmemiş olması gerçeği de tartışmaların hararetini kesmiyor.

Sykes-Picot, Suriye, Lübnan ve Musul ve Erbil dâhil Irak’ın kuzeyini Fransızlara, Irak’ın geri kalanı, Ürdün ve Filistin’i İngilizlere bırakmıştı. Tabi Osmanlı dağıldıktan sonra yeni ulusal sınırlar çizilirken süreç Sykes-Picot’ya göre işlemedi. Mesela Sykes-Picot’nun Fransız etki alanında kalmasını öngördüğü Musul, petrol gelirlerinin yüzde 10’unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye ödenmesi karşılığında 1926’de Ankara Anlaşması’yla İngiliz sömürgesi altındaki Irak’a bırakılmıştı. ‘Bilad-i Şam’ın toprakları Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin/İsrail olarak bölündü. Bu bölge tarihsel olarak Levant, Biladu’ş Şam ya da ‘Büyük Suriye’ olarak da anılıyor. Biladu’ş Şam Hulefa-i Raşidin, Abbasi ve Emevi devrinde bir vilayetti.

Kimi Araplar Sykes Picot’dan 32 yıl sonra ortaya çıkan İsrail devletinin kuruluşunu da Arap birliğini yok ederek gedikler açtığı gerekçesiyle bu anlaşmaya bağlıyor. Bu bakış açısına göre bugünün sorunlarını aşmanın yolu büyük bir Arap devletleri konfederasyonunda yatıyor.

Arapların hepsi de elbette yekpare bir bakışa sahip değil. Birbirine rakip ya da hasım durumundaki Arap devlet ya da aşiretlerinin egemenlik iddiaları, Sykes-Picot ve benzer sömürge mirası anlaşmalar üzerinden dallanıp budaklanıyor.

Suriye ve Lübnan’da ‘Büyük Suriye’ ülküsü Lübnan, Filistin (İsrail dahil) ve Ürdün’ü içine alacak şekilde bugün hâlâ güncelliğini koruyan siyasal bir mücadele alanıdır. Şam toprakları dendiğinde cetvel Suriye’nin sınırından taşarak Ürdün Vadisi’ne, Anti Lübnan Dağları’na, Bekaa Vadisi’ne doğru yol alıyor.

Ama Hicaz’a inildiğinde oradaki rüya başkadır. Daha geçenlerde (1 Ekim 2018) Russia Today ekranlarında Suudi yazar Dahham el İnzi, Suriyeli araştırmacı Dr. Alaa el Asfari ile tartışırken “Hicaz’dan Şam’a, Hicaz’dan Bağdat’a bütün bu topraklar bizim atlarımızın otlaklarıdır. Suriye, Lübnan, Irak ve hatta Körfez ülkelerinin çoğu, Hudeyde’den (Yemen) Bağdat’a (Irak) Suudi devletine aittir” diyordu. Asfari’nin yanıtı da son yıllarda yeniden nükseden ‘Suriyelilik’ kimliği ve gururunun dışavurumuydu:

70 yıl önce siz çöllerde ve çadırlarda uyuyordunuz. Suriye 10 bin yıllık medeniyettir.” Yanıttaki ikinci cümle Türkiye’de Osmanlı’nın küllerine üfleyenlerin de duymak istemediği bir boyut.

KÜRT’ÜN MUSTARİP OLDUĞU SYKES-PICOT

Sykes-Picot’dan en fazla mustarip olanlar kuşkusuz Kürtler. Dört parçaya ayrılmış Kürdistan topraklarının yekpareliğine dair siyasal tahayyül, sabırsızlıkla “Post-Sykes-Picot” diye yeni bir dönemi tartışmaya açmak istiyor. 1990’larda Birinci Körfez Savaşı, 2003’de Irak işgali, 2011’de Arap Baharı ve son olarak 2014’te Irak-Şam İslam Devleti’nin palazlanmasıyla coğrafyanın taşları yerinden oynarken Sykes-Picot’nun artık miadını tamamlandığına dair en haraketli tartışmalar yine Kürtler arasında yaşandı.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yeni sınırların Kürtlere taalluk eden bölümlerindeki çarpıcılık en fazla Suriye-Türkiye sınırlarında görülmüştü. 1921’de, Türkiye ile Fransa arasındaki Ankara Anlaşması ile Türkiye-Suriye sınırının belirlenirken Kürtlerin yüzyıllardır yerleşik olarak yaşadığı Kürt Dağı (Afrin) Suriye sınırları içerisinde kaldı. Cezire ve Cerablus bölgeleri ikiye bölündü. Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerin Cizre, Nusaybin, Mardin ve Urfa ile bağlantısı kesildi.

İSLAMCILARIN HAYALLERİNİ KESEN SYKES-PICOT

Pan-İslamcı tahayyülde de Sykes-Picot kötülüğün temel taşı. Siyasal İslamcıların söylemlerinde yer alan bu gizli anlaşma çok çarpıcı bir şekilde IŞİD’in halifeliğini inşa ettiği süreçte bu örgütün deklarasyonlarında yer aldı.

IŞİD, 28 Haziran 2014’te hilâfet ilan edip adını ‘İslâm Devleti’ olarak değiştirmişti! IŞİD örgütün lideri İbrahim Avvad’ı yani Ebu Bekir el Bağdadi’yi halife ilan etmişti. Hilafetin ilanının ardından yapılan açıklamalara damgasını vuran ise Sykes-Picot’nun çizdiği sunî sınırların yıkılmasıydı. Hilafete kavuşan örgütün 29 Haziran 2014’teki ilk eylemine de ‘Sınırları Kaldırmak’ adı verilmişti. Bu operasyonla Suriye ile Irak arasındaki Yarubiye/Til Koçer sınır kapısı yıkılmıştı. IŞİD’e göre sınırların bu şekilde kaldırılması Sykes-Picot’un ölüm fermanıydı. IŞİD’in ilan ettiği vilayetlerden ‘Fırat’, Suriye’nin Deyr el Zor vilayeti ile Irak’ın El Enbar vilayetini kapsıyordu. Bu yaklaşım da Sykes-Picot’ya bir meydan okumaydı. İnternete yüklenen video kaydı “Sykes-Picot’nun Sonu” başlığını taşıyordu. Videoda Ebu Bekir el Bağdadi’nin halifeliği altında tek bir İslâm devletinin kurulacağı; Irak, Ürdün ve Lübnan dâhil Kudüs’e ulaşıncaya kadar bütün sınırların yıkılacağı belirtiliyordu. IŞİD’in sözcüsü Ebu Muhammed el Adnani törende yaptığı konuşmada iki ülke arasındaki sınırı ‘rezillik’ ve ‘ulusçu putperestlik’ diye aşağılıyordu. IŞİD militanları törenden sonra “Sykes-Picot’nun askerleri” dedikleri sınır muhafızlarını da katletmişti.

Ebu Bekir el Bağdadi, 4 Temmuz 2014’te Ramazan’ın altıncı gününde Musul’daki Ulu Camii’nde (El Nuri el Kebir Camii) verdiği Cuma hutbesinde “Müslümanların asırlar önce yitirdikleri hilâfeti ikâme etmeleri dini bir vecibedir” derken 1916’da İngiliz Sir Mark Sykes ile Fransız Georges Picot’un hazırladığı anlaşmasının sona erdiğini de ilan etti.

Bağdadi’nin halife olarak arz-ı endam etmek için seçtiği cami de sınırları aşan bir anlam ifade ediyordu. 1172-73 yıllarında camiyi yaptıran Nureddin Mahmud Zengi, Haçlıları bozguna uğratıp Halep ve Musul’u birleştirerek Güneydoğu Anadolu, Yukarı Mezopotamya ile Suriye’ye hükmetmişti. İslâmcılar 2011’den sonra Suriye yönetimine karşı Nureddin Zengi adına bir tugay da kurdu. Zengi, Irak’ta El Kaide yapılanmasının mimarı Ürdünlü Ebu Musab el Zerkavi’nin de ilham kaynağıydı. Musul’un düşüşünün ardından Amman’da cihatçı gruplar 20 Haziran 2014’te Cuma namazı sonrası IŞİD’e destek gösterisi düzenlerken Sykes-Picot sınırlarının kaldırılması yönünde sloganlar atıyordu.

YENİ OSMANLI’NIN GÖZÜNDE SYKES-PICOT

Aynı dönemlerde Sykes-Picot’yu sorgulayan bir söylemle gündemine alan bir lider daha vardı: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Musul’un IŞİD’den kurtarılmasına yönelik koalisyon şekillenirken Erdoğan artan oranda Sykes-Picot Anlaşması’nı sorguluyor ve Lozan’ı tartışmaya açmak istiyordu. Halbuki Musul, yeni Türkiye’nin Kürt nüfusunu artırmamak için satılmış bir davaydı. Türkiye, 1926 Ankara Anlaşması ile Musul’dan vazgeçmişti. 1934’ten başlamak üzere Musul’da çıkartılan petrolün yüzde 10’una tekabül eden para sadece bir yıl aksasa da 1951’e kadar Türkiye’ye ödenmişti. Musul’dan kalan 100 milyon liralık alacak da 1986’da Saddam Hüseyin’in ricası ile dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından silinmişti.

IRAK VE SURİYE’DEKİ DEPREMLER: SINIRLAR KIRILGAN AMA…

2003 sonrası Irak’ta, 2011 sonrası Suriye’de fay hatları harekete geçince Sykes-Picot’nun öldüğü artık yeni haritaların şekillenmekte olduğuna dair senaryolar çok yazılıp çizildi. Ancak sınırlar her ne kadar tartışmaya açık olsa da kırılganlıkları çok kolay değişebilir olduğu anlamına da gelmiyor. Mesela Irak’ta Amerikan işgal valisi Paul Bremer’in devletin bütün kurumlarını dağıtan kararının ardından yeni dönemi sırtlanacak ulusal bir alternatif oluşturulmayınca ülkenin üçe bölünmesi bir alternatif olarak farklı siyasal çevrelerde karşılık bulmaya başlamıştı. Kürdistan bölgesi zaten fiilen ayrı bir devlet gibi hareket ediyordu. Orada nüfus sayımı ve referandumla merkezi yönetimde mi yoksa Kürdistan’da mı kalacağına karar vermesi gereken Kerkük gibi anlaşmazlık bölgeleri vardı. Beri tarafta Musul, Bağdat, Ramadi üçgeninde Sünni Araplar için bir ‘Sünnistan’ düşlenmişti. Geri kalan da bir Şii devleti olarak kurgulanıyordu. Kısa sürede Irak’ı bölmenin Irak’ı toparlamaktan daha zor olacağı bütün taraflarca görüldü. Ki Kürdistan’da koşulların bir daha bu kadar elverişli olamayacağı düşüncesiyle 25 Eylül 2017’de düzenlenen bağımsızlık referandumunun ters tepmesi de bölgesel ve uluslararası dengelerin henüz sınırların değişmesine hazır olmadığını gösterdi.

Suriye’de de bu ülkeden 1920’lerde beş devlet çıkarmayı deneyen Fransızların yaptığına benzer bir bölünme senaryosu olabildiğince amatörce ve saha gerçekliğinden uzak bir şekilde senaryolaştırıldı. Bu senaryolar Ekim 2014’ten sonra ABD’nin Kürtlerle birlikte IŞİD’e karşı savaşta Fırat’ın doğusunu kendisine etki alanı olarak belirlemesi ve üsler kurması bölünme senaryosuna farklı bir boyut kattı. Sahadaki güç bileşenleri, etnik ve dinsel temelli kırılganlıklar, coğrafyanın yek pare Kürt bölgelerinden oluşmaması; Türkiye, Rusya ve İran’ın pozisyonunun karşı ağrılık olarak devrede olması; ABD’nin bölgede bütün enerjisini İran’ı bloke etmeye hasretmesi ve Suriye planlarındaki ciddi belirsizlikleri gidermemesi; Rusya ve İran’ın Suriye’nin bütünlüğüne matuf stratejileri ve Suriye devletinin ülkenin geri kalanında toparlanması sınırların bugünden yarına değişebileceğine dair öngörülerin önünü tıkıyor.

Sınırların yapay olduğu tezine büyük önem atfedenlerin alternatifinin ne kadar köklü olduğuna dair argümanları hamasi söylemlerden öteye geçemiyor. Bu topraklar üzerinde Sykes-Picot’nun çok gerilerinde tarihsel derinliği olan yaşanmışlıklar ve bunların hâlâ canlı tuttuğu iddialar var. Haliyle sınırlar değişiyor mu sorusu çok fazla heyecan uyandıran ama o kadar da muğlaklık barındıran bir mesele. Girişte vurguladığım gibi Sykes-Picot’yu gömmeye hazır olanların her birinin önerdiği sınırlar başka halkların düşlerini tepeleyebiliyor. O meşum anlaşmanın mimarı Sykes ve Picot’nun 102 yıl önce haritayı çizerken tepelediği gibi…

Fehim Taştekin
diğer yazıları