yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

ŞEREF BİLSEL: 1990’LAR ŞİİRİ ÖZGÜRLEŞTİRMEYE, İMKÂNLARI ÇOĞALTMAYA ÇALIŞTI

Şair ve yazar Şeref Bilsel’le 1990’lar şiiri üzerine konuştuk. 1980’ler şiirine yapılan eleştirileri, 1990’lar şiirinin özgünlüğünü ve 2000’ler şiirine bıraktığı birikimi masaya yatırdık. Bilsel “1990’larda farklı seslerden oluşan zekâ ve ironiyi ıskalamayan, ‘anlam’a giden yolları araştıran bir şiir gelişmeye başladı. 1980’lerde olduğu gibi ‘içe doğru’ değil, dışa doğru konuşan bir şiir anlayışı yeşermeye başladı 1990’larda. Ve 1990’lar şiirinin ‘kavgacı’ eleştirel bir cephesinin olduğunu da belirtmiş olalım.” diyor.

1990’lar şiirini nasıl başlatırsınız?

Şiir, ‘birdenbire’ başlayabilir, fakat bir edebî dönemi sabit bir noktadan hareketle tanımlamak, birdenbire başlatmak doğru olmaz. Böyle bakınca Tanzimat döneminin 1860’ta, Servet-i Fünûn’un 1896’da başlamadığı görülür. Ne diyordu Melih Cevdet, farkında olmadan kendisi de bir tanım yaparak: “Çıkar yol, şiiri tanımlamaktan vazgeçmektir. Tanım akıl işidir, şiir ise akıl dışıdır.” Bütün bunlara rağmen şiirimizi gerek ürünlerle gerekse manifestik metinlerle taze tutmuş dergilere bakılabilir bir başlangıç aranacaksa.  Şuna da dikkat etmek gerekir: Bir dergi kronolojik olarak belli bir dönem aralığında yayımlandı diye o dönemi temsil ettiğini ‘her zaman’ söyleyemeyiz. 1990’ların hemen başında (1990-1996) çıkmaya başlayan ‘Sombahar’ kendisini 1970 Kuşağına karşı konumlandırmış ‘80’li yıllar şairleri eliyle çıkartıldı. Derginin yayın yönetmeni şair, eleştirmen Orhan Kahyaoğlu, Sombahar’la ilgili: “70 kuşağında karşı olduğumuz bazı şeyler vardı. Ama ‘karşıyım’ demekle olmuyor. Bunun altını doldurmak ve neden karşı olduğunu bütünüyle açıklamak gerekiyordu.” diyecektir. Doksanlı yılları görünür kılan kimi ilk kitapların arkasındaki şairler arasında bir önceki on yılda şiir yayımlamaya başlayan (Birhan Keskin, küçük İskender, Serdar Koçak) isimler de var. Doksanlı yıllarda irili ufaklı onlarca dergi yayımlandı, bunlar arasında şiir ağırlıklı olan ve farklı şiir anlayışlarını temsil eden dergiler var. 1990’lar, 1980’lere kesin bir karşı çıkışla değil de 1980’lerden ‘geri çekilişle’ kendini ayrıştırdı diyebiliriz. 1990’lı yıllar şairlerinin çoğu 1980’lerde eğleşmedi, daha öncesine 1950’lerin ortasına dikkatli baktılar diyebiliriz.

Her dönem kendinden önceki dönemin muhasebesini yaparak özgünlüğünü ortaya koyar. İlk sorum 1990’lar şiiri 1980’lerin birikiminden nasıl yararlandı? İkincisi 1980’ler şiirine dair hangi eleştirileri yaptı?

Okuduğumuz şiirler bize içten içe bir şeyi fısıldıyor: Hayatın tamamlanacak olmasından doğan kederi. Ölümü, sözcüklerin yardımıyla biraz öteye itmeyi fısıldıyor. “Bütün sanatlar gibi edebiyat da hayatın yetmediğinin itirafıdır,” der Fernando Pessoa. Doğrudur bu; fakat bir taraftan da hayat var olduğu için edebiyatın/şiirin varlık bulduğunu biliyoruz. Ve zaman, edebiyat/şiir sayesinde kendine bir geçmiş edinebiliyor, zamanın dolaşıp geçtiği yerleri yazı kayıt altına alıyor. Hangi tema etrafında dolaşırsa dolaşsın bir şiir, Necatigil’in dediği gibi “hayal ve hatıradan doğar.” Yanı şiire doğru yönelen birinin bir eli geçmişte diğer eli henüz gelmemiş zamandadır biraz da. Geçmiş dediğimiz mekânın büyük odasını ‘çocukluk’ hayatı oluşturuyor sanırım. Şiirde de öyle değil mi: “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/ Hiçbir yere gitmiyor” der edip Cansever. Giden dildir oysa. Gelişen, değişen ve ileriye fırlayan dil. 1980’li yıllar şiirinin ‘içe dönük’ ve fakat kapalı olmayan tematik yapısı içinde hayâl, hâfıza, buna bağlı olarak geçmiş, çocukluk hayatı, anne, geçilmiş zaman önemliydi. Ne anlatıldığından çok ‘nasıl anlatıldığı’ baskındı 1980’ler şiirinde. Bu bakımdan Ahmet Hâşim’in poetikasını çağrıştır tavırları. Bir taraftan da bu dönemde kendi zamanın zulmüne uğramış, yaşanılanların tanıklığına kayıtlı, çekinmeden yeni bir sesle konuşan (Nevzat Çelik, Emirhan Oğuz) isimler vardı. 1980 Şiiri, Üç Çiçek, Şiir Atı, Fanatik vb birkaç dergi üzerinden konuşulduğu için orada hakiki bir şiiriyete sahip kimi isimlerin üstü bilerek yahut bilmeyerek örtülüyor. 1980’li yıllar şiiri ‘merkezde’ yaşayan kimi şairlerin sözcülüğünü yaptığı bir şiir oldu, fakat 1990’larda bu durum değişti, farklı seslerden oluşan zekâ ve ironiyi ıskalamayan, ‘anlam’a giden yolları araştıran bir şiir gelişmeye başladı. 1980’lerde olduğu gibi ‘içe doğru’ değil, dışa doğru konuşan bir şiir anlayışı yeşermeye başladı 1990’larda. Ve 1990’lar şiirinin ‘kavgacı’ eleştirel bir cephesinin olduğunu da belirtmiş olalım. Bu kavgacı ses tonu, şairlerin poetik metinlerine, soruşturma ve röportaj cevaplarına da yansır. 1980’li yıllar şairlerinin en çok önemsediği isimlerden biri Hilmi Yavuz’dur, oysa 1990’larda Yavuz’a karşı bu ilgi son derece sınırlandırılmıştır. İslami kesimde ise Sezai Karakoç, İsmet Özel yörüngesinde toplananlar çoğalmıştır.

1980’lerin ana gündemlerinden biri “gelenek”ti. 1990’lı yıllarda şairler geleneğe nasıl yaklaştı?

Bir sorun, kavrayış, bağlantı olarak ‘gelenek’ten ziyade 1990’larda yayımlanmış bazı dergilerin odağına aldığı, dikkatimize yükselttiği kimi dosya konularına bakalım. Bu dosyalar bize bir ölçüde 1990’lı yıllar şairlerinin ‘koruduğu’ yahut ‘göstermek’ istediği değerler hakkında bir fikir verebilir.

Sombahar, 1980’li yıllar şairlerine dosya boyutunda geniş yer açtı: Lâle Müldür, Haydar Ergülen, Orhan Alkaya, Tuğrul Tanyol, Engin Turgut, Âkif Kurtuluş, Gülseli İnal, Nilgün Marmara bunlar arasında, aklıma gelenler; fakat daha önceki kuşaklara mensup şairleri de irdeleyen “özel bölüm”ler oluşturdu: Metin Altıok, Ebubekir Eroğlu, Mehmet Taner… Hattâ çok fazla irdelenmemiş kimi isimleri (Halit Asım, Salâh Birsel) gündeme getirdi, çeşitli yazılarla değerlendirdi.  Mesela ‘Geniş Zamanlar’ın üçüncü kitabının odağında “Şiir ve Gelenek” vardı. Sadece geçmişe dönük bir bakışla kimi temalar ve şairler ‘gelenek’ bağlamında gündeme getirilmedi. İlginçtir doksanlarda yayımlanan ‘Düşler’ dergisinin 8. sayısında 1980’li yılların dikkat çeken dergisi “Üç Çiçek”e özel bir bölüm ayrılmıştır, böylece dergiler arasındaki ‘gelenek’ de görünür olmuştur. Atika dergisinin “Asar-ı Atîka” bölümü vardır, unutulmuş, tozlanmaya bırakılmış ürünler yayımlanırdı burada.  Broy Yayınları tarafından dört sayı yayımlanan “Şairin Atölyesi” başlığının yamacında “Divan” yazar. Burada “Eski Mesailer” bölümünde her sayı eski bir şiir yayımlanır. Göçebe dergisinde Pir Sultan Abdal, Feridüddin Attar şiirlerle selamlar bizi.  Şiir Oku dergisinde, geçmişe doğru bakan “Şiir Belleği” bölümü yer alıyordu. 1997- 1999 yılları arasında yayımlanan ‘Ludingirra’ özellikle İkinci Yeni şairlerini dosya konusu yaptı: Ece Ayhan, Turgut Uyar, Ülkü Tamer, Sezai Karakoç… “Şeyh Gâlib” dosyası hazırlayacağını duyuran Ludingirra’nın ömrü bu dosyayı okurla buluşturmaya yetmedi. Dönem dergilerinin odağına aldığı bu isimler sanıyorum ‘gelenek’ bağlamında fikir vericidir.

Bir parantez açarsak 1990’larda genç şairleri etkileyen yabancı şairler kimlerdi?

‘Yabancı’ şairler bağlamında kimi isimler sayabiliriz: Arthur Rimbaud, Rene Char, Garcia Lorca, Edgar Allan Poe, Paul Eluard, Andre Breton, Bertholt Brecht, Kavafis, Walt Whitman, W. B. Yeats, Blaise Cendars, Paul Celan, Hermann Hese, Pablo Neruda, Emily Dickinson, Carl Sandburg, Mayakovski, Eugene Guillevic. Bu dönemde ‘haiku’ gündeme geldi, bazı dergiler haiku dosyası yaptı. Berlin’de yayımlanan ‘Şiir-lik” dergisi “Günümüz Amerikan Şiiri” ve “Avrupa Şiiri” başlığı altında dosyalar hazırladı. Kırağı dergisi “Çağdaş İran Şiiri” yer açtı; Düşler dergisi “Çağdaş Katalan Şiir Irmağı” ve “Çağdaş Nikaragua Şiir Irmağı” başlıkları altında ekler hazırladı. Adonis’i unutmuyoruz elbet.

1980’lerin sonunda “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” ile önemli bir çıkış yapan k. İskender 1990’larda isminden sıklıkla bahsettirdi. Üniversite gençliği tarafından ilgiyle takip edildi. k. İskender şiirinin 1990’lar şiiriyle özdeşleşmesinin nedenlerini açıklayabilir misiniz?

Daha önce de muhtelif yerlerde belirttiğim üzere: İskender, her ne kadar ilk şiirlerini ve kitabını 1980’li yıllarda yayımlamış olsa da bence 1990’lı yıllar şairidir. 1980’li yıllardaki edilgen, kendi üzerine kapanmış, mistik konuları hemen hiç irdelememiştir. Belki de ilk ürünlerini böyle bir ortamda (1980’lerde) verdiği için daha fazla sivrilmiş ve öne fırlamıştır. Şiirinin ruhu bakımından 1990’larda konumlanmıştır. Sosyal muhalefet, sokak muhalefeti ve İskender’in sadece edebiyatla geçinmesi onun şiir serüveni bakımından önemlidir. Medyatik olmasına rağmen şiirini medyaya teslim etmedi. Bu ayrımı iyi görmek lazım. Bütün iyi şairler gibi ‘tek’ durdu, belki bu yüzden gölgesinde kendisiyle boy ölçüşecek şair yetişmedi. Ondaki âsiliğin ve cesaretin izleri 1980’li yıllar şairlerinde gözükmez. Doksanlardaki arayış ortamı, bireysel özgürlük alanlarını genişletme çabaları İskender’in tavrıyla, şiirdeki arayışlarıyla yakınlık gösterdi diyebiliriz. Gençlerin yaşantısındaki dağınıklığın, arayışın, tedirginliğin, kaosun izlerini İskender şiirinde de bulabiliyoruz.

Bu dönemde yeraltı edebiyatı -başat olarak- şiir gündemine girdi. Genç şairler ve okurlar nezdinde yeraltı edebiyatına ilginin bu dönemde artması nasıl bir tarihselliğin ürünü olabilir?

Özgürlüğün “bir şeylere bağlı kalarak mı” yoksa “bir şeylerden koparak mı” kazanılacağı sorusu 1990’larda daha bir görünür oldu; müzikten, sokak gösterilerine, kılık kıyafetten oturulan mekânlara, şiirin seslendirilmeye başlandığı bar ve kafelerden şiirin kayıt altına alındığı CD’lere dek bir arayış, kazı dönemi. Aynı zamanda normalin dışına çıkma çabaları dikkat çekiyor. Böyle bir ortamda yer altı edebiyatının gündemde olması, fanzinlerin çoğalması, duvar yazılarının gittikçe renklenmesi gayet doğal.

1990’lı yıllarda siyasal ve toplumsal yaşamda birçok gelişme yaşandı.  Sivas Katliamı, faili meçhul cinayetler, iç savaş, 28 Şubat ve deprem… Bu gelişmeler şairleri nasıl etkiledi, şiirlerine nasıl yansıdı?

Bazı şairler eliyle bu toplumsal kırılmalar işlendi, yüksek sesle şiire taşındığı da oldu. İslâmı kesimde 28 Şubat’ın getirdiği atmosferi ifade eden şiirler, az da olsa yazıldı. Sivas Katliamı’nı odağına alan şiirler yazıldı, bazı şairler “Sivas’tan sonra şiir yazılamaz” deyip şiire ara verdi. Seksenli yılların öne çıkan birçok şairi Sivas’ta kıyıma uğrayan şairleri şiirini taşıdı: Şükrü Erbaş, Akif Kurtuluş. Kemal Özer “Temmuz İçin Yaralı Semah”ı yazdı. Ataol Behramoğlu’nun yazdığı şiir şarkı olup halkın dilinde yaşamayı sürdürdü. Bugün de, kesintili olsa da devam ediyor bu Madımak kıyımının şiire yansıması. Faili meçhul cinayetler tek tek bireyler üzerinden yansıdı. Metin Göktepe’ye ithaf edilmiş nice şiir kaleme alındı. Deprem’e dair de antoloji çalışmaları yapıldı. Tek tek (mesela Ruşen Hakkı) şairler eliyle güzel şiirler yazıldı.

Dönem şiirinin genellikle; “Postmodernizm”, “Varoluşçuluk”, “Nihilizm” gibi felsefi kaynaklardan etkilendiği söyleniyor…  Bu tespitlere katılıyor musunuz? Sizce en baskın olan felsefi anlayış hangisiydi?

İnsanın ‘dünyaya fırlatılmış olması’ yalnızlığı noktasında, insan geldiğinde insanlığın birçok şeyi oluşturup kuşatıcı bir dünya kurduğu bağlamında Varoluşçuluk etkili olmuştur diyebiliriz. Öte taraftan İslami kesimde yeni bir mistik arayışın, ironiyi de yanına alarak sürdüğünü söyleyebiliriz. Modernizmle hakkıyla hesaplaşmamış, daha doğrusu tanışmamış toplumlarda postmodernizmin düşünsel değil daha çok biçimsel etkisinin olduğunu sanıyorum. Edebiyattan çok mimaride ve resimde daha somut biçimde yer bulmuştur.

1990’lar şiiri tanımlanırken “Avangart” kavramı sıklıkla kullanılıyor. 1990’lar şiiri sizce avangart mıydı? Avangart ise 1990’lar şiirini avangart yapan özellikler nelerdir?

Deneysel arayışlar, biçimsel araştırmalar noktasında bir ‘kopuş’un zorlandığı, daha sonraki on yılda gelişerek devam edecek olan, şiiri yeni mekânlara, formlara, ses ve efektlere, görüntülere taşıyan çabaların ortaya çıkmaya başladığı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz, fakat 90’lar şiiri için ‘Avangart’ demek için elimizde yeterince antologya malzemesi olduğunu söyleyemeyiz. İlerici, öncü noktası dikkate alınarak kullanıldığı zaman bu kavram, şiirin doğasına uygun olduğu için kendisine muhatap bulmakta gecikmiyor. Pek çok akım temelde “avangart” olmak için yola çıkar ve fakat bir sonraki akım, yönelim tarafında ‘geride/gerici’ kılınır.

Bu dönem bazı şairler manifestolu çıkışlar yaptı. Bu manifestolardan biraz bahseder misiniz? Sizce bu manifestolar şiir ortamında etkili oldu mu? Olduysa dönemin ruhunu yansıtan manifesto hangisiydi?

Manifestolar esas yoğunlaştığı dönem 2000’li yıllardır. Daha çok bireysel manifestolardır bunlar. 1990’lı yıllarda yayımlanmış ve fakat yeterince ses getirememiş kimi bildirgelerden söz edebiliriz. Bunlardan biri: “Şair, Kapıkulu Değildir” başlığıyla Ayrım Şiir ültür- sanat dergisinde, çok sayıda imza eşliğinde ocak- şubat 1990 yılında yayımlanmıştır. Dördüncü Yeni Dergisinin 1. sayısında (Aralık 1994) “Dördüncü Yeni Şiir Manifestosu” başlığı altında Mehmet Sarsmaz öncülüğünde yayımlanmıştır.

Dönem dergilerine gelirsek; dönemle özdeşleşen ve genç şairler üzerinde etkisi olan dergiler hangileriydi? Bu dergilerin şiir anlayışlarını biraz açabilirsiniz?

Yukarıda dönem dergilerinin bazılarından söz açmıştık. Toparlarsak, farklı şiir anlayışlarına sahip olmalarına rağmen etraflarında belli bir enerji oluşturan dergileri şöyle sıralayabiliriz: Sombahar, Göçebe, İzlek, Dergâh (II.Dönemi), Kaşgar, Geniş Zamanlar, Evrensel Kültür, Şiir Oku, İpek Dili, Kül,  İblis,  Düşler, Atika, Kunduz Düşleri, Dize, Kül, Atika, Şairin Atölyesi, Yeni Biçem, Ludingirra, Budala,  (B)aşka, Islık…

1990’lar şiiri nasıl bir estetik bileşim yarattı, biraz bahseder misiniz?

Geçmişin bilgisini, şiir antolojimizi reddetmeyen, fakat yeniliklere, uzun konuşmalara, kavgaya açık bir ses tonu getirdi. Çoğunlukla yüksek sesle okunacak bir şiir. Bugün şiirimizde önemli bir alanı hem nicel hem de nitel bakımdan temsil eden, Doğu’dan yükselen Kürt kökenli ama Türkçe yazan birçok yetenekli şair bu dönemde belirginleşti. İslami kesimde şiir üzerine tartışmalar (özellikle “Neo-epik” şiir anlayışı etrafında) bu dönemde gençler etrafında yoğunlaştı. İnternet teknolojisinin henüz emekleme çağında olduğu, cep telefonlarının yeni yeni hayatımıza girdiği 1990’larda şiir üzerinden teknolojiye karşı çıkan anlayışlar ortaya çıktı. 80’lere oranla daha cesur, atak, yenilik peşinde koşan ve yaptıklarını tartışmaktan çekinmeyen birbirinden farklı mahfiller ortaya çıktı.

Son olarak 1990’lar şiiri 2000’li yıllara nasıl birikim aktardı?

Yukarıda sıralama çalıştığım arayışlar, deneyimler 2000’li yıllar şiiri için bereketli bir zemin oluşturdu. Art arda bireysel manifestolar yayımlanmaya başladı. Dergi editörlerinin çoğu 25-35 yaş aralığında gençlerden oluşuyordu. 2000’lerde dergi sayısında büyük bir patlama yaşandı, aynı şey şiir yıllıklarında da kendini gösterdi. Şiir yazanların sayısının çoğalması, yayımlanan dergi sayısını ve dolayısıyla kitap sayısını çoğalttı. Merkezde, herkes tarafından biat edilen ‘bir şiir odağı’ kalmadı. Memleketin her yerinde (Erzincan, Bursa, Nevşehir, Trabzon, Antalya, Zonguldak vbg) dergi yayımlanmaya başlandı. Eskiden yeni şairler dergilerden izlenebiliyor, dergiler bir okul görevi görüyordu; bu durum ortadan kalktı. Memlekette yıllık yayımlanan şiir kitabı sayısı binlerle ifade edilir oldu. 2000’li yıllarda şiire başlayan gençlerin çoğu kendinden önceki dönemlerden olup bitenlerden habersiz şiiri ‘kendinden’ başlatmaya meyletti, böyle olunca ortada en az şiir bilgisi kadar ‘şiir görgüsü’nün de eksikliği bir sorun olarak belirdi. 1990’lar şiiri özgürleştirmeye, imkânları çoğaltmaya çalıştı, 2000’lerde ise şiirden önce şairler özgürlük, konuşma noktasında öne çıktı. Ve bu durum birçok platformda bir tekliften, eleştiriden ziyade ‘gürültü’ olarak yansıdı. Şiirin ‘gürültüden müziğe geçiş’ olduğu çoğu şair tarafından unutuldu. Ve belki de en önemlisi, şairler bağımsız gözükmesine rağmen şiirler fotokopya gibi birbirine benzemeye başladı.

İsmail Afacan
diğer yazıları