yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

SİSTEMİN YENİ YILAN YAĞI SATICILARI

Komplo teorilerinin bilim ve teknoloji ile ilişkisi oldukça eskilere dayanır. Edward Jenner, 18. yüzyılın sonlarında ineklerden alınan sığır çiçek hastalığı virüslerini kullanarak bilinen ilk aşı olan çiçek hastalığı aşısını geliştirmişti. Ardından ortaya atılan aşının insanlarda ineğimsi özellikler ortaya çıkartacağı iddiası ya da hastalığın tanrının iradesi olduğu ve önlemeye çalışmanın tanrının iradesine karşı çıkmak olacağı iddiasıyla ilk aşı karşıtlarının ortaya çıktığını söylemek mümkün. Jenner’ın ilk aşıyı icadından bugüne geçen iki yüzyılı aşkın zaman içinde insanlık birçok hastalığa karşı aşı geliştirdi, çiçek ve daha başka hastalıkların bir kısmını yeryüzünden sildi, önce sesini sonra görüntüsünü kablolu/kablosuz olarak uzaklara iletmeyi becerdi, uzaya çıktı, Ay’a ayak bastı; Venüs’e, Mars’a ve hatta Güneş Sistemi’nin dışına sonda roketi yolladı. Ancak modern bilim ve teknolojinin burada sayamayacağım kadar fazla olan başarıları aşı karşıtlığı gibi komplo teorilerini de ortadan kaldırmaya yetmedi. Yetmesi mümkün de değildi.

Kitlelerin bilim okur-yazarlığındaki zayıflıklar ve bilimin kendisinden daha kolay anlaşılır açıklamalara inanma eğilimleri bunun için bir zemin oluşturuyordu. Bilim ve teknolojinin kapitalizmin elinde kitleleri aldatmak için kullanıldığı örneklerin açığa çıkması da bu zemini besleyecek bir güvensizlik yaratıyordu. Çeşitli komplo teorilerinin siyaseten işlevsel bulunması ve kullanılması da yaygınlaşmalarının önünü açıyordu. Bir kesim komplo teorilerinden gerek mali gerekse de siyasi çıkar elde edebileceğinin ayırdına varmıştı. Vahşi batının kasaba kasaba gezip her derde deva yılan yağı satan şarlatanları yerlerini kimi para, kimi ise popülerlik peşindeki modern şarlatanlara bıraktı. Eski komplo teorileri güncel gelişmelerle uyum sağlayacak şekilde revize edilip bilimsel bir jargonla soslandı, revize edilecek teori bulunamayan alanlarda ise yeni komplo teorileri türetildi.

İlk radyo dalgası ve elektro manyetik alan düşmanları yerlerini önce mikro dalga fırın karşıtlarına ve tabi ki mikro dalga radyasyonundan korunmak için satılan ürünlere; yazılan kitap ve makalelere bıraktı. Bu dalga sönümlenmeye başladığında bilim ve teknoloji bu komplocuların hedef alabileceği yeni bir hedef sunmuştu çoktan: cep telefonları. Mobil iletişim teknolojisinin her jenerasyonunda yeni revize edilmiş tezleri ile 2G, 3G, 4G ve son olarak 5G’nin neden zararlı olduğunu uzun uzun anlattı şarlatanlar; her bir anlatıyı korunmak için satın almanız gereken ürünler, okumanız gereken kitaplar, dinlemeniz gereken ücretli konferans ve etkinlikler gibi önerilerle zenginleştirerek.

Aşı karşıtlarında da tablo çok farklı değildi. Tarihteki ilk aşıya karşı sunulan “ineğe dönüşürsünüz” iddiası yerini “aşıdaki zehirli civa”ya, “aşıdaki alüminyum”a, “otizme yol açıyor”a ve son olarak da “aşıdaki hepimizi dinleyen ve kontrol eden mikroçiplere” bıraktı. Aşı enjektöründen geçebilecek kadar küçük buna rağmen olağanüstü işlevlere sahip, üstüne bir de manyetik özellikler taşıyan söz konusu çipin var olmasının günümüz çip teknolojisi ile mümkün olmamasının bir önemi yok. Böyle bir çip teknolojisinin var olması halinde -tıpkı transistörün icadında olduğu gibi- çiplere dayanan her türden teknolojide (neredeyse her şey) gözümüzden kaçması mümkün olmayan devasa değişikliklere yol açacağının ancak böyle bir değişikliğin gözlemlenmemesinin de bir önemi yok. Bir çiple bir insanı kontrol etmenin biyolojik açıdan imkânsız olmasının da bir önemi yok. “Bakmayı bilen gözlere” hemen her yerde komplo var! Aşıları inceleyen onlarca kurum, makaleleri yazanlar, makalelere hakemlik yapanlar, araştırmacılar, üniversiteler, doktorlar… Hepsi bu büyük komplonun parçaları.

Yanılsama olmasın hem ilaç endüstrisinin hem de telekomünikasyon endüstrisinin çokça sabıkası var. Buna ek olarak bilimin önce yanıldığı, sonra düzelttiği -ki bu bilimin ilerleyişinin ta kendisi- çokça vaka da var. Kapitalizm içinde bilim ve teknolojinin durumunun, halka karşı nasıl kullanıldığının elbette tartışılması ve teşhiri gerekiyor ama pusulayı bilimden ve bilimsel yöntemden şaşırmadan.

Karşınıza koyulan komplo teorisi düz dünyacılık düzeyinde absürt olunca pusulayı şaşırmamak zor olmuyor. Ancak koronavirüs gibi yeni ve popüler bir başlık hele ki bir de konu yeterince bulandırılmışsa çok daha karışık bir hale bürünebiliyor. Öncelikle, COVID-19’a dair bilimsel çalışmalar oldukça yeni. Dün doğru kabul ettiğimiz araştırmaları yeni araştırmalar yerle bir ediyor. Ardından daha yeni araştırmalar bir öncekileri yıkıyor. Dünün doğrusu, bugün yanlış hale geliyor. Ve bütün bu süreci hakkını vererek takip edip son güncel bilgiye hâkim olmak herkes için mümkün değil.

Bir diğer faktör medya ve sosyal medyada köşe başlarını tutmuş ve kendi çıkarları için kasten konuyu bulandıranlar. Üstelik bu şarlatanlar işinin erbabı. Kahkahalarla gülerek dalga geçebileceğiniz komplo teorileri ile değil köşeleri yontulmuş, inandırıcılıkları arttırılmış, çoğunlukla da kapitalizmin sabıkalarından beslenen teorilerle geliyor. Sosyal medya bu teorileri bir kartopu gibi kolayca büyüterek hedef kitlesine ulaştırabiliyor.

Medyadaki tartışma bu örnekleri de aşan geniş bir zemine sahip. Saygın medya kuruluşları ve gazeteciler arasında dahi bilim okuryazarlığı zayıf. Üstelik yayınlar da gazeteciler de daha fazla tık alma isteğine yenik düşebiliyor. Pandeminin başlarında daha önce hazırlanmış salgın senaryosu çalışmalarını gösterip de “virüs önceden biliniyordu” haberi yapan gazeteleri ve gazetecileri hatırlayın.

Siyaset ve siyaset üzerinden devşirilen rant ise konuyu bulandıran bir diğer önemli faktör. Mesela bilimsel çalışmaların gösterdiğinin aksine ülkedeki en üst sağlık yetkilisi daha iyi olan aşının “geleneksel yollarla üretilen” Sinovac olduğunu, onu alacağımızı belirtmişti. Hiçbir şey olmadıysa bile bir şeyler oldu, bir anda ülkecek Biontech’çi oluverdik.

Zaten bilimsel arka planı henüz oturmakta olan bir konu bu kadar bulandırılınca birilerinin bulanık suda balık avlamaya çıkması da beklenmedik bir gelişme olmuyor. “Balık avcıları” ve bunların metotları yeni olmasa da tezler yeni ve su bulanık. İlla ki oltaya, zıpkına, serpmeye takılan oluyor. Komplo teorilerinin uzun yıllardır kullandıkları metotları tanımak belki işleri biraz kolaylaştırabilir:

  • Çoğunlukla kitlelerin somut kaygıları üzerine kurulur.
  • Bağımsız bilim insanlarının aynı sonuçlara varması bir anlam ifade etmez, “gerçek sonuçlar” makale hakemliği ve benzeri mekanizmalarla bastırılmakta ve hasıraltı edilmektedir.
  • Konu hakkındaki en zayıf çalışmalar ya da yanlışlığı artık bilinen çalışmalar özenle seçilerek saldırı noktası haline getirilir.
  • En güçlü çalışmalar görmezden gelinir.
  • Tezlerin, modellerin araştırmayla sınanmasının, doğruluğunun test edilmesinin bir yolu yoktur.
  • Karşı tez yanlış sunulup, bu yanlış tez karşı tezin aksinin ispatında kullanılır.

Bu metotlardan birkaçı ile karşı karşıyaysanız büyük olasılıkla bir komplo teorisi ile karşı karşıyasınız demektir. Komplo teorileri ile kurulan tezgâhı bir örnek üzerinde görmenin faydası olacaktır. Bu nedenle Arthur Firstenberg’den bahsedeyim.

Firstenberg, son yıllarda “Dünyada ve Uzayda 5G’yi Durdurun” başlıklı kampanyası ile tanınır hale gelmiş olsa da komplo teorilerine o ya da bu nedenle ilgi duyanlar açısından uzun yıllardır bilindik biri. Kendisinin ana tezi mobil ve kablosuz iletişim teknolojilerinin insan sağlığına zararlı olduğu ve bu zararı belgeleyen çalışmaların endüstri tarafından ortadan kaldırıldığı üzerine kurulu. Firstenberg, tıbbi literatürde var olmayan “Elektronik hiper hassasiyet” adlı bir hastalığa sahip olduğunu iddia ediyor. Elektronik hiper hassasiyet diye bir hastalığın var olmadığını bilmemizin sebebi aynı hastalığa sahip olduğunu iddia edenlerle yapılan çift-kör deneyler[1]. Ancak söz konusu çalışmalar Firstenberg’in kendisine elektronik hiper hassasiyet tanısı koymasına da komşusuna elektronik cihazları açık tutmak suretiyle kendisini hasta ettiği için 530 bin dolarlık tazminat davası açmasına da engel olmuyor.

Firstenberg’in 2017’de yayımladığı ve 50 binden fazla kopyası satılmış olan bir kitabı var: Görünmez Gökkuşağı. Kitabın Amazon’daki 1400’ü aşkın yorum üzerinden puanı 5 üzerinden 4,8. Görünmez Gökkuşağı’na göre grip salgınları alternatif akımla, obezite ise bilgisayarlardan yayılan elektromanyetik alanla bağlantılı. Kitapta bunlara benzer çokça iddia mevcut. Ve maalesef bütün bu saçmalıkların alıcısı var. Firstenberg’in 5G karşıtı kampanyasının aralarında ülkemizden de isimlerin bulunduğu imzacı sayısı 300 bini aşmış durumda.

Firstenberg ve benzerleri ister 5G olsun ister aşı isterse de başka bir başlık, kitlelerin çeşitli konulardaki kaygılarından kendi çıkarları için faydalanıyor. Ancak kitlelerin kaygıları sebepsiz ya da kaynaksız değil. Kapitalizm bilim ve teknolojiyi ihtiyacına göre kullanırken buna alet olmak için sıraya girmeye hazır çokça bilim insanı kılığına girmiş şarlatan mevcut. Sigara tekellerinin “sigaranın sağlığa yararları” temalı bilimsel çalışmalar yaptırması öyle çok uzak bir geçmişte değil.

Gerçeklik, çoğunlukla komplo teorilerinden daha çetrefillidir. Mesela devletler ve şirketler tarafından izlenme/dinlenme kuşkusu sıklıkla da komplo teorisine varacak şekilde gündeme gelen bir konu. Altta yatan teknolojilere az çok hâkim olanlar açısından oldukça somut bir kaygı bu. Kolumuza aşı ile enjekte edilebilecek bir çipe ihtiyaç duyan bir dinleme ve kontrol sistemine gerek yok. Mikro hedefleme vb. yöntemlerle kişilerin görüşlerin “kibarca” yönlendirilmesinin mümkün olduğu bir gerçeklikteyiz. “Telefonum beni izliyor mu?” ya da “az önce konuştuğumuz konu reklam olarak çıktı.” cümlelerinin naif kaldığı bir gerçeklik.

Evet, telefonunuz sizi dinliyor/izliyor. Ama sizin düşündüğünüz şekilde mi orası ayrı tartışma. Sosyal medyada takip ettiğin, beğendiğin, izlediğin, vakit geçirdiğin her şeye; girdiğin her web sayfasının, kullandığın her uygulamanın bilgisine ve bunlarda ne zaman ne kadar vakit geçirdiğinin ne yaptığının verisine sahip bir şirket ya da devletin seni doğrudan dinlemesine gerek var mı? Bu doğrudan dinleme yapmazlar demek değil elbette ama doğrudan dinleme ile elde edebileceklerinden çok daha fazlasına erişebilir durumdalar zaten. Ve bütün bu dinleme/izleme verileri çeşitli şekillerde kullanılıyor. Önünüze az önce hakkında konuştuğunuz alan ile ilgili bir reklamın çıkması konuşmanız dinlendiğinden değil, o alana dair ilginizin toplanan verilerden tahmin edilebildiğinden. Sizi sizden çoğunlukla daha iyi bilen bir fişleme sistemi bugün dijitaldeki reklamların bel kemiğini oluşturuyor. Hâl böyle iken gel de paranoyak olma.

Şirketlerin izleme/dinlemeleri bir yana meselenin çok daha derin bir devletsel geçmişi de var. Muhaliflerin iletişimlerinin dinlenmesi/izlenmesi görülmedik bir uygulama değil ama geniş kitlelerin tüm iletişim faaliyetlerinin dinlenmesi/izlenmesi bir senaryo değil; aksine bir gerçeklik. İlk olarak 1972’de bir mühendisin anonim ifşası ile adı duyulan, Snowden belgeleri ile varlığı tartışmaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlanan başta amacı doğu blokunun iletişimini izlemek iken sonrasında tüm dünyayı izleyen bir sisteme dönüşen ABD’nin ECHELON projesi bir komplo teorisi değil. Yine Snowden belgeleri ile varlığı ortaya koyulan PRISM programı da Microsoft, Yahoo, Google, Facebook, Youtube, AOL, Skype ve Apple gibi dönemin öne çıkan teknoloji devlerinin de bu projenin katılımcısı olduğu sır değil. Devletlerin ve şirketlerin ortaya dökülmüş/dökülmemiş bütün bu izleme/dinleme altyapısı ve potansiyel dinleme olasılıklarına dair tartışmalara hâkim olanlar “paranoyak olmam izlenmediğimi kanıtlamaz” diyerek tedbirini alıyor. Peki ya tüm bu tartışmalar ve altında yatan teknolojiler konusunda yeterince yetkin olmayanlar?

Kapitalizmin bu ve benzeri sabıkaları ciddi bir kuşku zemini yaratıyor. Komplo teorilerinin önemli bir kısmı da bu kuşku zeminlerinden yararlanarak yayılıyor. Köşeleri yontulmuş, cilalanmış komplo teorilerini yayımlamak için sıraya dizilen medyanın durumunun müsebbibi de en azından belirli ölçekte kapitalizm. İhtiyaç halinde referans gösterilmek üzere hazır kıta bekleyen bilim insanı kılıklı şarlatanlar da yine kapitalizmin ürünü. Komplo teorileri siyaseten işlevsel görüldüğünde bunları alıp kullanan da başkası değil. Kitabından alternatif ilacına, elektromanyetik dalgaları engelleyen ıvır zıvırdan ücretli konferansına dek oldukça geniş bir ürün yelpazesi ile bunu ticaret hacmi yüksek bir pazar haline getiren de yine kapitalizm. Dolayısıyla komplo teorilerinden en azından bir süre daha kurtulamayacağımızı rahatlıkla söyleyebiliriz.

[1] https://bit.ly/3gNjaXm

İsmail Gökhan Bayram
diğer yazıları