yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

ŞEHİNŞAH’I SEVMEK İÇİN 3, NEFRET ETMEK İÇİN 1 NEDEN*

Türkçe rap’i bir kefeye, son dönemde Türkiye’den çıkan diğer tüm sanat eserlerini diğer kefeye koysanız yine de rap ağır basar.”

Bu cümleyi fazla iddialı buluyorsanız daha da kabul edilemez bir şey söyleyeyim:

Türkiye’den son 10 yılda eleştirel sanat namına sinemada Nuri Bilge Ceylan, müzikte birkaç rapçi dışında bahsetmeye değer tek bir figür bile çıkmadı.

Bu trolvari iddiaları destekleyebilecek bir uzmanlığım yok. Türkçe rap ile ilişkisi, bizim kuşağın çoğu üyesi gibi Cartel ile başlayan sıradan bir vatandaşım.

Bir dönem hip-hopsever arkadaşlarımın ricasıyla Tupac Shakur ve sonraları Eminem şarkılarının sözlerini Türkçeye çevirmiş, bazılarını sevmiştim.

Yeni Medya konulu yüksek lisans tezimin bir bölümünde Afrika asıllı Amerikalıların bedenlerinin metalaştırılması gibi konulardan bahsederken ABD’deki rap kültürü ve tarihi üzerine epey okuma yapmam gerekmişti.

Türkiye’de rap’in ikinci dalgasında Ceza ile Sagopa Kajmer gibi isimlerin öne çıktığı dönemi büsbütün ıskaladım; galiba sözleri beni pek sarmayınca müziğe de kulak kabartamadım.

Hepsi bu kadar… Yani ne sanat tarihçisiyim ne de müzisyen.

Yine de yazının başındaki iki iddialı cümleyi geçenlerde bir Marmaray treninde tesadüfen yanına oturduğum ergen bir rap dinleyicisiyle konuşurken kurduğumda bana “Size baba diyebilir miyim?” der gibi bakarak cevap verdi.

İşim gereği dijital içerik trendlerini sürekli takip ettiğimden, Türkçe rap’in son birkaç yılda –YouTube ve Spotify’dan gördüğüm kadarıyla–  nasıl böyle yükseldiğini anlamaya çalışıyordum. Bu yazıyı yazabilmek için o gün sözlere dikkat kesilerek Türkçe rap parçaları dinliyordum. Trendeki ergen kardeşimin de o anda Ezhel dinlediğini fark edince işaret edip kulaklığını çıkarttırdım ve konuşmaya başladık.

Orta yaşlı birinin, kendisinin de iştahla dinlediği Türkçe rap’i övmesine bayılmıştı. Ben de sohbet ilerledikçe gaza gelip aşırı iddialı, trolvari cümlelerimi biraz daha yontarak, daha gerçekçi ve inandığım bir noktaya çektim.

Mesela, ifade özgürlüğünün hemen her mecrada baskılandığı, insanların sosyal medyada bile kendisini otosansüre zorladığı günümüzde, bir dizi rap sanatçısının bu alanda bayrağı eline aldığına gerçekten inanıyorum. Ona bunu da söyledim.

Öyle ki, rap ve alt türlerinde son dönemde üretilen çok sayıda eserde, sadece bilhassa kentli gençleri etkileyen dip dalgaları hissetmekle kalmıyor siyasal, kültürel ve ekonomik eleştirinin en harbi örneklerini görebiliyoruz.

Mesela Şehinşah, sırf bu yüzden bile sevilebilir. Lafı hiç dolandırmadan, doğru bildiğini olduğu gibi söylerken şöyle diyor en bilinen şarkılarından birinde: “Sayın Türk, sayın Kürt / Ayıklayıp, ayır Türk / Zayıf, güçlü, çarık, çürük / Kayırmaya bayıl Türk / Yakıp, yıkıp dalgalandır o bayrağını / Yayıl Türk, hayır Türk / Dağıldı Ottoman Empire ayıl Türk / Senin zayıf yanın güç / Güce bayıldın sayın Türk / Hayıflanıp ayıplarınla zayıfladın sayın Türk / Tarihine tanık kayıtlar / Haliyle kayıp Türk / Öyle zayıfsın ki Tayyip’e sarıldın ayıp Türk.”

Asıl adı Ufuk Yıkılmaz. 1986 doğumlu. Bir savcı olan babası Erzurum’da görevliyken doğmuş. Çocukluğu Giresun, İzmir gibi şehirlerde geçmiş. Ardından kalıcı olarak taşındıkları İstanbul’da rap ile tanışmış.

Geçen yıl Milliyet’e verdiği bir röportajda “Bu yüzden biraz memleketsiz bir rapçiyim” dese de, bu durum bir avantaja dönüşüyor. Günümüzün diğer popüler rap sanatçılarındaki yerellik/mahallecilik (mesela Ezhel’in sözlerinde Ankara, Gazapizm’de İzmir, Şanışer’de Antalya) baskınken, Şehinşah taşradan büyük şehirlere, doğudan batıya daha geniş bir coğrafyanın meyvesi gibi.

Yılbaşında The Pudding’de yayımlanan bir araştırmada, ABD’deki hip-hop müzisyenlerinin söz dağarcığı kıyaslanıyordu. Şarkılarında 7.879 farklı kelime kullanan Aesop Rock birinci çıkmıştı. Türkiye’de benzer bir araştırma yapılsa muhtemelen Şehinşah birinci çıkar. Onun tek bir şarkısının sözlerinde Anadolu argosuna da (“ıhtan” gibi), Yunan mitolojisi göndermelerine de (Sisifos) rastlayabilirsiniz (Ezhel’i ve diğer birkaç ismi de yabana atmayalım tabii).

Annesiyle babasının mutsuz evliliklerini çocukları için travmatik bir boşanmayla noktalamasından sonra üniversiteye gitmeyen Şehinşah’ın eseri olan sözlerden birçoğu, doktoralı-yüksek lisanslı nice yaşıtının yazdığı cümlelerden çok daha derin, anlamlı… Bu zengin söz dağarcığını ahenkli dizelere dönüştürebilmesi, Şehinşah’ı sevmek için ikinci bir sebep.

En çok dinlenen şarkılarından Yak Yak Yak’ta şöyle diyor örneğin: “Kimi intiharlar gibi bir anlam taşıyor yok oluşum / Minik isyanlar birikip vandallaşıyor / Korkuyu şuh kahkahalar sarıyor / Yaz, yaz, yaz, tarihi yaz / Yakarsa dünyayı garipler yakar ancak / Beyaz yakaları hayalarından yakalayacak / Ya para, ya can / Hangisi tatlıdır daha? / Yap, yap, yanlışa sap can pahasına / Tap paraya / Nasıl bi’ kafa, nasıl bi’ çağ? / Çak çakmağı yak! Cancağızımı sıkamam hiç / Kokuşmuş sistemi düzeltmek için ama / Arınır biri yansa günahlarından / Yak, kavmimi yak / Anka gibi küllerimizden doğalım / Yetişsin tertemiz nesiller yerine koyalım.

Hip-hop ABD’de 1970’lerde bir altkültür olarak doğduğunda, bilhassa gettolardaki siyah gençlerin beyazların egemenliğindeki adaletsiz düzene karşı bir savunma silahı, bir bağışıklık çabasıydı. Bu protest müzik türü, ezilen bireyi hayata hazırlarken ‘kurban kompleksi’ni aşıp iradesini sağlamlaştırmasını sağlardı.

ABD’de kapitalizm 2000’lerden itibaren bu müzik türünün ana akımını büyük ölçüde “bling blingleştirdi”. Bir anlamda iğdiş etme süreciydi bu. Baskın kültür, gettolardaki tehdidi, içlerinden en öne çıkanları ya satın alarak ya da hapse atarak yok etti.

Yoksul mahallelerin “tuzağından” (trap) çıkıp ekonomik özgürlüğe kavuşmanın zorluğundan, toplumu saran ırkçılıktan, polis şiddetinden ve diğer sosyal meselelerden bir Kara Panter ağzıyla bahseden Tupac’ın boyun eğmez tavrının yerini zamanla limuzinde şampanyasını nasıl yudumladığını kalçalarını sallayan iki yarı çıplak kadının arasında iştahla anlatan, sonradan görme rap’çiler aldı. Böylece ABD’deki ana akım rap, toplumun gerçeklerinden koptu.

Bahsettiğim tarzdaki “bling bling” sözlere bakın bir… Sonra da dönün ve “Black Lives Matter” (Siyahların Canı da Önemlidir) hareketine bakın. Mic’de 2016’da yayımlanan bir yazıda, bu sivil toplum ve yurttaşlık hareketinin kökeni Tupac’ın yakıcı sözlerine dayandırılıyordu. Şöyle deniliyordu o makalenin girişinde: “Tupac Shakur ölümünden 20 yıl sonra hip-hop’u bir ifade aracı olarak kullanan en vizyoner düşünürlerden biri olarak hatırlanıyor. Siyaseten bilinçli sözleri ana akım müzik içine zerk edebilme yeteneği sadık dinleyicilerini heyecanlandırmış, Violent’tan Rebel of the Underground’a kadar birçok şarkısı protest marşlar haline gelmişti.

Ne mutlu bize ki Türkiye’de rap müzik, üçüncü dalgasıyla beraber “underground” olmaktan çıkıp kitleselliğe kavuşurken ABD’deki marazi dönüşümü yaşamadı. Keişan’ın Sekiz 2’de dediği gibi, “Hip-hop artık bilinçlendi kesin olarak” ve bunu yaparken –en azından şimdilik– isyankâr ruhunu paraya satmış değil. Az sayıdaki kötü örneği ve –paraya satmasa bile– iflah olmaz “arabesk” zihniyeti nedeniyle ilerici-protest kimliğini kaybeden diğerlerini saymazsak, önümüzde büyük ölçüde övgüye değer bir manzara var.

İşte Şehinşah’ın sevmek için sıralanabilecek üç sebebin sonuncusu ve belki de en önemlisi, bu manzaranın parlak bir parçası olması. O da siyaseten bilinçli sözleri ana akım müzik içine zerk edebilme yeteneğini sergilerken, rap’i alabildiğine güçlü bir ifade aracı olarak kullanabiliyor. “Rap bir karşı duruştur. Hatta sanat bir karşı duruştur” diyor aynı röportajda ve ekliyor: “Şu an rap müzik hem sorunlara değiniyor, hem de kafasını dağıtmak isteyen kitleye hitap ediyor. Protest şeyleri de eğlenceli bir şekilde geçirmeyi başarıyor. Bu noktada rapçi topluma, toplum rapçiye birer adım yaklaştı.

Bu noktada tam “Rap sanat için midir, toplum için midir?” gibi onu sıkacak bir boyuta geçecektim ki Marmaray trenindeki ergen kardeşim döndü ve milyonların Şehinşah’tan nefret etmesine de neden olabilecek gerçeği açıkladı: “Abi adam hasta Galatasaraylı, Aslan Marşı diye rap şarkısı yazmış ya…

Evet, aynı sanatçının hem “As bayrağı, anarşi logolu flama dalgalansın” sözlerini, hem de “Geliyor imparator, o varsa milyonlar inanıyor” sözlerini yazması biraz tuhaf, hayli tutarsız… Tupac’ten Kıraç’a ani bir geçiş gibi… Üstelik o “imparator”, Türkiye’nin egemen kültüründeki neredeyse tüm arızaları bünyesinde cisimleştirmiş bir figür değil mi? Hem, “Rap’lerim sürükler isyana” diyen birinin Gençlerbirliği’ni, Artvin Hopaspor’u, Adana Demirspor’u veya Altay’ı falan desteklemesi beklenmez mi?

Şaka bir yana ister sevin, ister nefret edin, Şehinşah ve onun dâhil olduğu üçüncü dalga Türkçe rap, bugün Türkiye’de eleştirel sanat deyince akla ilk gelmesi gereken platformu oluşturuyor. İktidarın baskıladığı ifade özgürlüğü; ekonomik adaletsizlik karşısında yabancılaşmış gençlerin sığınağı haline gelen bu mecrada, uçsuz bucaksız bir çölün ortasındaki vahada fışkıran bir pınar gibi akıyor… Bazen acı, yer yer bulanık bir su bu; ama susuzluktan ölenlerin hayatta kalmasını sağlamak için yeterli.

Su akıp yatağını buluyor ve hayat devam ediyor. Üst-orta sınıfa mensup ailelerin kolejlerde okumuş çocuklarının da yer aldığı Gezi kuşağının birçok üyesi bu zorluklardan kaçıp yurt dışına yerleşirken, üçüncü dalga Türkçe rap, geride kalan ve yaşamak zorunda olan alt-orta sınıfın yeni, özgür ifade alanı haline geliyor. İşsizlik oranında dünya rekorları kıran, mülksüzleştirilen, önümüzdeki on yıllar boyunca borçlandırılan; ama Türkçe rap sözlerinde görüldüğü gibi her şeye rağmen barışı isteyen, özgürlükçü ve kozmopolit kalan, eleştirel olmayı cesurca sürdüren, siyasi yozlaşmaya ve tüketim çılgınlığına inatla karşı çıkan, son tahlilde hayatı kutsayan gençlerin meydanı…

31 Mart yerel seçim sonuçları, iktidarın bu gençlerden iyice koptuğunu, büyükşehirlerde kabaran bu dip dalganın boyutunu ve niteliğini kavrayamadığını bir kez daha gösterdi. Muhalefet partilerinin bu gençleri anlamakta ne kadar başarılı veya istekli olduğu da tartışılabilir. Çünkü bu anlatma ve anlayamama meselesi, aslında hepimizin hikâyesidir. Şehinşah’ın deyişiyle, “Milyon, milyon, milyon tane problem…


*Emre Kızılkaya: Gazeteci. Hürriyet gazetesinde 15 yıl boyunca editörlükten yazı işleri müdürlüğüne çeşitli görevler aldı. Şubat 2019’da istifa etti. Bugün Harvard Üniversitesi’nde Knight Nieman bursuyla misafir araştırmacı olarak Türkiye medyası üzerine bir çalışma yürütüyor.

Emre Kızılkaya
diğer yazıları