yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

TAKVADAN TEKELE: TARİKATLAR VE BİRİKİM REJİMİ

ŞİAR ARGIN

Çok değil, henüz birkaç hafta önce, 2016’dan beri ödenmeyen ücretlerini almak için mücadele eden ve 2018’de işten atılan BİMEKS işçilerinin Boğaziçi Üniversitesi önünde yaptığı eyleme polis müdahalesi gerçekleşmiş, 20 işçi gözaltına alınmıştı. Peki 1500 işçinin ücretlerini gasp eden BİMEKS’ten haklarını almak için oturma eylemi yapan işçiler neden Boğaziçi Üniversitesi’ni seçmişti? Yeni E’nin dosya konusu olan ‘tarikatlar’ ile bu eylemin ne ilgisi var? Bu yazıda tarikatların ekonomi-politik karakteri ve sermaye birikim süreçlerindeki ayrıcalıklı konumuna dair bir tartışma sürdüreceğiz. BİMEKS işçilerinin eylemiyle hemen hemen aynı zamanda alevlenen tarikat ve cemaatlere dair denetim-şeffaflık tartışmaları arasında bir bağ var. BİMEKS işçilerinin mücadelesi, bu açıdan önemli bir ‘Yeni Türkiye’ aynası olarak tarikat-sermaye ilişkisini teşhir ediyor.

19 Haziran tarihinde Medium’da yayınlanan ve Umut Sendikası’ndan Betül Celep’in imzasını taşıyan yazı, BİMEKS işçilerinin uzun süredir devam eden mücadelesine dair önemli notlar düşüyor. Aslında basit görünen, ödenmeyen ücretlere dair, hak talepli bu mücadelenin aslında sermaye-devlet-tarikatlar ilişkisini gözler önüne seren arka planına da işaret ediyor. BİMEKS sürecine dair aktaracağımız bütün bilgiler için Betül Celep’in mevzu bahis yazısından yararlandığımızı baştan söylemiş olalım.

2009 senesi, 1989’da Vedat ve Murat Akgiray kardeşler tarafından Kadıköy’de küçük bir mağaza olarak açılan BİMEKS’in hisseleri büyümüş, Türkiye’nin önemli teknoloji şirketlerinden biri haline gelmişti. Dönemin başbakanı Erdoğan, özel bir çağrıyla Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanlığı’na BİMEKS patronu Vedat Akgiray’ı getirmiş, şirketin başına da Murat Akgiray geçmişti. Ancak Murat Akgiray’ın sicili temiz değildi, 2001’de, Türkiye kapitalistlerinin en büyük skandallarından birine imza atan Evren Ören başkanlığındaki İhlas Holding ve Acer ortaklığıyla adı duyulmuştu. 75 bin kişinin mağdur olduğu ‘faizsiz bankacılık’ hikayesi İhlas Finans skandalıyla adı anılan Enver Ören, aynı zamanda Işıkçılar tarikatının lideriydi. Faiz-haram denklemiyle bankalara mesafeli tarikatların göz bebeği olarak parlamıştı bir dönem İhlas Finans. Üstelik İhlas Holding YK Başkanı da bir tarikat lideriydi, 90’larda şirketleşmeye, holdinglere dönüşmeye başlayan ‘varlıklı’ tarikatlar için bulunmaz nimetti.

BİMEKS skandalını da aktaralım. İhlas davasından yakasını kurtaran Murat Akgiray şirketin başına geçmiş, abisi Vedat Akgiray ise Boğaziçi Üniversitesi’nde finans profesörlüğü ve SPK başkanlığıyla BİMEKS’in hızlı yükselişinin yollarını döşemişti. 2011’de hisselerinin bir bölümünü halka arz eden şirketin hisse değeri bir anda yükselmiş, borsada birçok alıcı bulmuş kendine. Sonra bilinmez bir şekilde hisseler bir anda düşüvermiş, abi-kardeş ‘borsa mağduru’ sıfatını da cebine koyarak yoluna devam etmiş. Hisselerin şaibeli düşüşüyle dikkatleri çeken Vedat Akgiray 2012’de SPK Başkanlığı’ndan alınmış, üniversite kürsüsü ve şirketiyle yoluna devam etmiş. 2016’da işçilerin üç kuruşluk ücretine doğru yol alıyor BİMEKS hırsızlığı. Şirketin batmasıyla vb. açıklamak da mümkün olmuyor ödenmeyen maaşları; Avupa merkezli şirket ortaklıkları, Dİxons Retail, Darty gibi teknoloji zincirlerinin Türkiye kolu hisseleri vs. derken yıldızı parlayan BİMEKS’in birçok paravan şirketiyle, mağazalardan yavaş yavaş eksilen ürünleriyle karşılaşıyor BİMEKS işçileri. Hakkını arayan, ödenmeyen ücretlerinin akıbetini soran işçilere Akgiray ailesi çeşitli fetvalarla karşılık veriyor. Murat Akgiray’dan “aynı gemideyiz” mailleri atılıyor işçilere, “tazminat değil, maaş hak” gibi fetvalar gelmeye devam ediyor. Akgiray ailesi Arvasi ailesinin ileri gelenlerinden fetva alarak oyalıyor işçileri. Arvasi ailesini bir yerden hatırlıyoruz, aile büyüğü Şeyh Abdülhakim Arvasi, Işıkçılar tarikatının kurucusu. Murat Akgiray’ın gönül dostu İhlas başkanı Evren Öner’in lideri olduğu tarikattan bahsediyoruz. Bir parantez açalım, Doğan Medya’nın başındaki Mehmet Soysal’ın, medyada Işıkçılar-İhlas-Türkiye Gazetesi kadrolaşmasının yolunu açtığına dair haberler gündemde uzun süredir. Mehmet Soysal, Işıkçılar Tarikatı yayın organı olduğunu gizleme gereği bile duymayan Türkiye Gazetesi çıkışlı bir medya patronu olarak medyanın dizayn edilmesindeki kilit isim ana akım-havuz medyasında. 2018’de yönetim kurulu dağıtılıyor, havluyu atıyor BİMEKS’in patronları Akgiray kardeşler. İşten atılan, tazminatları, maaşları ödenmeyen 1500 işçinin mücadelesi ise sürüyor. BİMEKS ise iflasını açıklamamış, batık bir şirket olarak varlığını sürdürüyor.

BİMEKS işçilerinin bu uzun erimli mücadelesi Türkiye’de tarikat-sermaye ortaklığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Aslında ortaklıktan bahsetmek eksik kalacak, şirketleşen tarikatların bir süredir Türkiye sermaye sınıflarının yapısal unsurlarından, önemli fraksiyonlarından biri olduğunu söylemek yanlış değil. Bu durum, tarikatların ideolojik niteliğiyle ekonomi-politik karakteri arasında bir ayrım yapmanın olanaksızlığına işaret ediyor. Yazıda değinmek istediğimiz mesele bağlamında tarikatların ekonomik gelişimine dair yakın tarihten birkaç momenti hatırlatarak devam edelim.

ANAP’TAN AKP’YE TARİKATLARIN YOLU

Türkiye’de tarikatların ekonomik gelişimi muhafazakâr hükümetler eliyle garanti altına alınır, yerli sermayenin bir bileşeni olarak hareket etmesi çeşitli düzen partilerince desteklenir. 12 Eylül Darbesi’ne kadar devlet içerisindeki örgütlenmeleri inişli-çıkışlı grafikler çizen tarikatların Özal hükümeti sonrası Türkiye siyaseti ve ekonomisindeki yeri sağlamlaşmıştır. 1982 sonrası Nakşi geleneğinden Özal’ın ANAP’ının iktidarı ve neoliberal dönüşüm süreciyle birlikte Arap sermayesinin ülkeye girmesi için türlü imtiyazlar, 1973’te Suudi Arabistan’da gelişen petro-İslam bankacılığının (ya da İslami bankacılığın) kurulması için çeşitli destekler gündeme gelir; İslam iktisatçılarının ‘faizsiz bankacılık’ düzmecesiyle İslami sermayenin (ve tarikat sermayesinin) birikimine yeni kılıfların aradığı bir dönüşümün önü açılır. Özal’ın tarikat ve cemaatlerin ‘büyüğü’ olması boşa değildir. Tarikatların eğitim ve sağlık gibi kamusal alanlardaki varlığını öteye taşımasının, serbest piyasa ve rekabet ortamıyla doğrudan kapitalist sermaye birikimine katılımının, cemaat-sermaye-siyaset binasının en önemli mimarlarındandır Özal. 1990’da Nakşibendi geleneğinden sermayedarların örgütü MÜSİAD’IN, 1993’te Nurcu kapitalistlerin örgütü TÜRKSON’un kurulması ile Türkiye siyasetindeki belirleyiciliği sağlamlaşan tarikatların, piyasa mekanizmaları ve sermaye birikim süreçleriyle bağları da güçlenir. Millî Görüşçülüğün MÜSİAD’ından AKP’nin MÜSİAD’ına giden yol tarikatların yolunun son dönemini de ifade eder. 90’lı yıllardan 2000’li yılların sonuna kadarki dönem tarikatların tekelleşme dönemidir. Daha büyük mal varlıklarına ve sermayeye sahip olurlar, çeşitli ihalelerle sektörel seçim ve yatırımlar yaparlar, cemaat modelinin sınırlılıkları fark edip holdingler-şirketler halinde örgütlenmelere dönüşerek palazlanırlar. Tarikatlar, büyüyen ve genişleyen piyasanın farkındadır, siyasal imtiyazları işlerini kolaylaştırır, liberal-İslamcı karakter ile seküler-geleneksel İstanbul sermayesi arasındaki ittifakın ve bütünleşmenin yolları açılır. Toplamda tekelci sermayenin bir fraksiyonu olarak sömürü cenneti Türkiye’den aldıkları aslan paylarıyla zenginleşirler.

Aynı zamanda AKP’nin ezilen, sömürülen, borçlandırılan emekçi sınıflarla kurduğu gönül bağında da oyun kurucu görevleriyle tarikatların siyasal-sosyal örgütlenmelerinin önü de açılır. Sosyal desteklerin, ezilen sınıfların günlük-yaşamsal ihtiyaçlarının tarikatlar-cemaatler eliyle sağlandığını, yüzbinlerce emekçinin tarikatlara bağımlı hale getirildiğini biliyoruz. Binlerce emekçinin çocuklarının eğitimi için özel yurtlara, evlere verecek parası olmadığı için, devlet eliyle tarikat yurtlarına itildiğini de biliyoruz. Tarikatların sermaye birikim süreçlerindeki tırmanışı kadar, sosyal tabanındaki genişlemesinin, örgütlenme potansiyelindeki artan gücünün de AKP’nin hediyelerinden biri olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

TARİKAT-MÜRİT, HOLDİNG-MÜŞTERİ DENKLEMİ

Bugün gelinen noktada tarikat-cemaat örgütlenmeleri, kendilerine ait dergâh ve derneklerde yalnızca dinin-inancın yayılması ve örgütlenmesinin ötesinde bir misyona sahipler. Tarikatların gelişimi, Türkiye’de devlet aygıtının neredeyse her alanındaki kadrolaşmaları, düzen-siyasetinin kimi aktörlerinin belirlenmesi, siyasal-ideolojik atmosfere olan etkisi vb. nedenlerden ötürü, genellikle yalnızca siyasal-ideolojik-kültürel alanın, sosyal yaşamın üst yapısal belirlenimlerinin sınırlarında tartışılıyor. Oysa tarikatlar, bu belirlenimlerle ayrılamayacak biçimde ekonomik-sınıfsal çatışma dinamiklerinin, Türkiye kapitalizminin sektörel gelişme momentlerinin, sermaye birikim süreçlerinin de parçası olarak okunmalıdır. Toplamda birikim rejiminin üretim ve yeniden üretiminin asli parçası olarak varlığını güçlendiriyor Türkiye tarikatları. Tarikatların siyasal yaşamdaki etkileri, piyasa süreçlerindeki rekabet-pazar denklemleriyle bütünleşik biçimde tesir ediyor bir süredir. Bir tarikatın ideolojik ve politik söylem-pratikleri, dünya görüşünü yaygınlaştırma iddiası, siyaset dünyasındaki etkisi, etkinliği ve üstünlüğü, sahip olduğu toplam sermaye birikimiyle birlikte belirleniyor bir süredir. Yeni Türkiye’de, Nur, Nakşi, Işık, Menzil vb. tarikatların ‘şöhretinin’ alametifarikası, bir yandan devlet-siyaset bürokrasisindeki, sivil-kamusal alandaki varlıklarıyla, ama bir yandan da sermaye birikimindeki yerleri ve bu birikimi kullanmak için geliştirdikleri araç ve yöntemleriyle, Türkiye sermaye sınıfların mensubu olarak sınıflar mücadelesindeki pozisyonlarıyla açıklanabilir. Haliyle bir tarikatın, şeyhi, lideri ve müritleriyle topyekûn bir bütünlük içinde, gerici bir örgütlenme olarak yalnızca ideolojik-kültürel yönleriyle değerlendirilmesi de eksiktir. Gıda-eğitim-sağlık vb. sektörlere yatırımlarını yoğunlaştıran tarikat sermayesinin sahipleri, yani şeyh ve liderler ile büyük oranda emekçi sınıfların mahallelerinden kazanılan ‘müritler’ arasında da bir sınıfsal ayrımın-çatışmanın olduğu gerçeği uzun süresidir AKP Türkiye’sinin gerçeğidir. “Tarikatlar holding, müritler müşteri” ifadesi, tarikatların ekonomi-politik karakteriyle, birikim rejiminde ve toplumsal yeniden üretim sürecindeki rolleriyle oldukça uyumludur.

Son olarak, üyelerinin önemli bölümünü emekçi mahallelerinden oluşturan tarikatların ekonomik yapısıyla, müritlerinin kurduğu ekonomik ilişkiye dair Takva filminden referansla birkaç söz ederek bitirelim.

TAKVA İLE PİYASA ARASINDA

Takva, Allah adına emirlere tutunup yasaklardan kaçınmanın, dünyevi işlerden sakınmanın, günah korkusunun ifadesidir. Özer Kızıltan’ın 2006 yapımı Takva isimli filmi, Türkiye tarikatlarının gerçeğine dair önemli bir ayna işlevi olarak okunabilir. Günah korkusu ile piyasa mekanizmalarının, dünyevi işler ile toplumsal yaşamın gerçekliğinin arasına sıkışan, ‘varlıklı’ bir tarikatın üyesi olan Müslüman bir emekçinin hikayesi anlatılır filmde. Gerçek dünyanın bütün karmaşıklığından uzak durmuş ve dini görevlerini eksiksiz biçimde yerine getirmiş bir mürit olan Muharrem’in, vakıf adı altında faaliyet yürüten tarikatın mali işleriyle ilgilenmeye başladıktan sonra girdiği cendere; tarikatların ekonomik dünyasına önemli bir ışık tutar. Müritlerinin bağışları ve hayırseverlerin yardımıyla işlediği sanılan tarikatın ekonomik bir işletme haline gelmesi, dinin-Allah’ın emirlerine göre değil, sektör piyasa mekanizmalarının gerçeklerine göre hareket etmesi, Muharrem’in ruhsal-cinsel-fiziksel yönlerden çeşitli sorunlar yaşamasına neden olur. Çırak Muharrem’in gittikçe sertleşmesi ve Muharrem Efendi olarak çeşitli tahakküm pratiklerinin faili olarak palazlanması, aynı zamanda ticaretin-piyasanın gerçeklerini deneyimleme pratiğiyle paralel biçimde ilerler. Dünyevi yaşamla yalan dünyanın, takva ile ‘masiva’nın kuşatmasındaki Muharrem’in hikayesi elbette münferit değildir. Tarikatların dini-ideolojik formasyonundan etkilenen dindar emekçilerin, “Allah’ın mülkü” dergahlarla kurduğu aidiyet ilişkisini; aynı tarikatın liderinin, çalıştığı fabrikada patronu olarak karşısına çıkmasıyla, deneyimlediği mülkiyet-sömürü ilişkisiyle sorgulayan müritlerin, sosyal destek nedeniyle tarikatlarla bağımlılık ilişkisi kuran binlerce emekçinin yaşamsal pratikleri, Takva’nın hikayesinin gerçeklik zeminidir. Yazının girişinde bahsettiğimiz BİMEKS işçilerinin deneyimlediği sömürü ve soygun hikayesi Takva’nın gerçeklik zeminidir.

diğer yazıları