Sanat yaşantının izdüşümüdür
İştahsı teman oyuncaksı biçimde cıvıldıyor artık
Çifte sürüyorum sana yazdığım kelimeleri
Gerçeğin düşü çıkıyor işte
Aşk olsun aşıklığın.. bir tahta kaşıkta yedi buğday danesi
Mapusdaşın deyimiyle ressam Yunus sencileyin
ezbere bilirsin atların adını, dorusunu, yağızını…
pulluk kelepçe çeliği ve düş bayrağın
yıktın ölçüleri eyledin tablolar
varıp kulağına fısıldayayım bu topraklara ‘ İbram Balaban’ öldü diye
voltada hâlâ seninkiler Seç köyünden Bursa’nın ışıyan tırpanı
sende Ulu Cami sende lodos süpürge Hasan Çavuş
sende karakol Şeyh Bedreddin Viyet- nam
sende kırağı yürek çapımı Çolak Kerim sende kavrayan avuç derim
savunusu ağlamaksa çocukların vara yoğa…
sen demişsin: analar öğretir gülmeyi… ondaki hüznü de çizgilemişsin ya…
ah ille de üretim araçlarının yankısı.. helal olsun sana
kaç yürek çiziği attın tuvale… kaçıncı renkleşme böyle cennet cehennem…
böyle yontaladın Balaban Ustam…
orağın biçtiği burçak tarlasında…
terinin aynasında şakırdıyor izdüşümlü gagası… o senin yarattığınn kuşlar işte… omurgaları kırık kır
emekçilerinin ahı da sevinci de…
Kara İbram üzgün değil dalgın… senin deyişinle öfkeliydi, kederli değil..
Boyunduruksuz dünya içindi fırçan… damdaki sazcı…
kurtulsun diyedir karanlıktan dağ kulübeleri…
ve bilmem kaç metreye kaç santim muşambaya…
o öküzler… o köylüler… o çıplak ayaklı bebeler…
ah… o büyük emzirme…
o büyük doğurganlık…
altın oransız çerçeveden taşan ırmakları turuncuların…
o sarı sıcakların…
hasır çatkı ve baykuş ve öküz ve eşek…
al fırçam seyreyle… al boyam sürül… dürül…
ve gürül gürül Anadolu’nun hiyeroglif hayatı
ille de ille dışarıya uzamış beynimiz var ya
o ipiri eller… o ipiri ayaklar
yakalar mümkünlüğünü başka bir dünyanın
suretsiz suret… dayak yemiş… patlak gözü… köylülerin…
kaşını… burnunu… yaşam gözünü..
yaratarak buldun portrelerde… iç sesinin geometrisine almışsın
cümlelerin barut fıçısı.. hecelerin mermi
gördüm ki tuvalini karasabana bağlamışsın… Balaban Ustam…
YIlmaz Güney’in üç ayaklı kameraya bağladığı gibi kendisini
dön babam dön… Kağnı… Din babam din tabandaki sızı…
ve aksak ağır ilerliyor hayat…
Bilge Taşçı babamın balmumu heykelleri gibi…
yorgun yanaklar… fırça kış kıyamet… fırça dert… fırça kurtuluş… fırça delik çorap…
fırça poturu yamalı… fırça çatlak çıplak toprak
burnu kartal gagası… sümüğü çatlayacak..
halk çocukları… halk çocukları…
açık hava mapushanesinde…
kelle kelle kelimelerin şiiri yatıyor kafanın galerisinde
yük taşıyanlar yolu kaldırmış götürüyorlar…
seninki…
akımsız akım… işte öyle naif…
dua okur gibi… dua okur gibi sık sık… kösteklenmiş ayakları mor sarı öküzün..
özgür olsun diyedir her zerre
bu kaçıncı çiftçi… bu kaçıncı jandarma böyle kaşı çatık
kürreyi okşayan eller… kaşı bismillah gözü beytullah köy kadınları
tetiğe tüfeğe namluya karşı olan eller
resme bulaştı harlı cevher… Şair baba sayesinde…
bu ne güzel bela Balaban Ustam…
balıktan maymuna… maymundan insana…
örümcekten sineğe…
karıncadan çekirgeye…
her şey yüreğinin paletindeydi oysa…
ah dürtü… Nâzım Baba’nın dürtüsü… çivi çivi
her gün beş on satır yükümlülüğündeydin çizi yazının
emeğin ucu… sabanın oku…
küreği kazması… çekici ve çapası ve kazmasıyla…
dar alanda yalınayak koşan leyleksi hayat…
senin resminde uçuyorlar… hafifliyorlar…
uçurtmalarca…
önce işci… sonra usta…
önce usta… sonra işçileşen yeni usta…
iki gözümün kadrajıyla bakıyorum işlediğin kellelere
somut bir nakıştı ateşin… coştu kafandaki düş…
açlık ki tokluğun yakasına yapışan…
açlık ki fırtınasını saklar ihtilalin…
onu sezdirdin sen iç sesinle…
resimcil yazısı kalbin… kalbin yazıcıl resmi…
lime lime ama kıvıl kıvıl… hiyeroglifi Anadolu’nun…
ebegümeçleri… sığır kuyrukları…ve keven otu…
sıtması kıranı… tifosu veremi…
fosur fosur cigarası…
kısa ayaklı koca başlı mahlukat… ve eşekleriyle…
bir aman değirmeni hep
ah yankı… ah zaman dışına fırlatılmış…
çorak ova ve kayalıklarıyla…
ah o büyük titizlik… ah kocaman incelikler…
biri… bin kişiyi höt deyince yatırıp
hop deyince kaldıran buyurganlığın işkencesini…
al gözüm seyreyle… al kafamın içi titreyle.. al incinen yanım
yapıp yakıştıran, çatlatıp yontan ustalık…
bu ne büsbüyük ve güzel bela…
dolu kırar… tosbağa üşür… kalbur altı ters yüz yaşamaklarca
biri mağribe… biri maşrike düşer öküz…
çifte koşulu mısralardır sana yazdığım kelimeler…
demir dövercesine aralıksız ve naif yüreğini…
çarptın o kaç santime kaç mertre muşambalara…
kocaman dünyayı bir küfeye koyup sırtlayan kadınların…
ak yazmalı köylüler ordusunu resmeyledin… ne diyeyim baska…
evet çimen çayır… evet delik çarık… evet kırılan çene kemiği… evet sağrısı sırtına yapışık atlar…
Van Gogh bulutu top gülleleri… lüle lüle…
suyun buharı… yesil biber… demir kapı… keklikler ve kartallar…
soğan sofrası… bir tencere ışık…
heybesinde uzun hava sızıları…
teşekkürler Balaban Usta…