yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Yönetmen Ali Ergül: Silikozis Riski Kanser Riski ile Yer Değiştirmiş Sadece

Şeva Xîzê/ Kumun Gecesi’nde kot pantolonu taşlama iş kolunda çalışan emekçilerden, onları soluksuz bırakan silikozis hastalığını dinliyoruz. Uzun yıllar boyunca vücuttaki birikim nedeniyle geç fark edilen bir meslek hastalığı, silikozis. Sigortası olmayan emekçiler için her ne kadar bu şekilde kabul edilmese de binlerce kişinin hayatını tehlikeye atan bir meslek hastalığı hem de. Kayaçlardan toz haline gelen silika materyalinin solunmasıyla sağlık için ciddi bir tehlike oluşturan silikozis hastalığı, özellikle akciğerlerde ciddi tahribata yol açıyor çünkü solunan toz akciğerlere yapışıyor. Solunan silika tozuna bağlı olarak akciğerlerde fibrozis ismi verilen katılaşma meydana geliyor. Silikozis hastalığı belirtilerinden anlaşılmadan ilerlediği için genellikle 50 ve 60 yaşlarında görülüyor ve C grubu meslek hastalıklarında pnömokonyozlardan biri olarak geçiyor. Hastalık ilerledikçe akciğerlerdeki koruyucu mekanizmalar zayıflıyor bu durum akciğer yetmezliği, verem, akciğer kanseri gibi hastalıklara karşı vücudu savunmasız hale getiriyor.

 

Madende çalışanlar, taş ocaklarında çalışan kişilerde, oto boyamada çalışanlarda, kot pantolon işinde çalışanlar, tünel işinde çalışanlar, çimento fabrikası çalışanları, cam endüstrisi çalışanları, diş teknisyenlerinde görülüyor. Silikozis hastalığının şu an için bilinen bir tedavisi yok ancak hastalığın ilerlemesini önleyici tedbirler söz konusu. Bunun başında hastalık teşhisi konulmuş kişilerin bu maddeye maruziyetinin sonlandırılması gerekmektedir. Çünkü kişi hastalığına rağmen bu maddeye maruz kalırsa hastalık ilerlemeye ve hayatı tehdit etmeye devam edecektir.

Belgesele dönersek Mem Ararat’ın ‘’Strana Bedengiye’’ adlı ezgisiyle başlıyor ve aslında belgeselin sonunda biz ‘’Sessizliğin Türküsü’’ nün ne anlamına geldiğini öğrenmiş oluyoruz. Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı köyde 1994’te koruculuğa geçişle birlikte hayvanlarını satarak geçimini sürdüremeyecek duruma gelen insanlar İstanbul’daki kot kumlama işine yöneliyorlar. İş yerlerinin merdiven altında, dar alanlarda küçük aspiratörler kullanılarak oluşturulmasına rağmen bile dışarıda toz kirliliği oluşturduğu için ceza alırken içerideki emekçilerin sağlığını tehlikeye attığı için ceza almamış ve takip edilmemiş olduğunu öğreniyoruz. Çocuk yaşta gittiklerini söyleyen bir işçiden şu çıkarımı yapabiliyoruz örneğin: diğer sektörlerde rastladığımız gibi tehlikeli olan bu sektörde de çocuk işçiliği var. Kürt emekçiler ve göçmenler, sermayedarlar için ucuz iş gücü olarak görülüyor. İnsanlar evlerine gittiklerinde bile kendi üzerlerinde, eşyalarının üzerinde toz olduğunu dile getiriyor. Kot yıkamada çalışanlar sigortalı çalışırken kot kumlamadaki emekçiler sigortasız olarak çalıştırılıyor. Yemek yediklerinde bile kum yediklerini söylüyorlar. İşçilerin az günle yatırılan sigortaları bile farklı iş yerlerinde gösteriliyor. Bunca sağlıksız koşulların yaşandığı konuda önemli bir görsel belge niteliği sunan Kumun Gecesi belgeselini yönetmeni Ali Ergül’e sorduk.

Toplumsal konulardaki diğer çalışmalarınızın ardından silikozis üzerine belgesel film çalışmanızın temeldeki motivasyonu neydi ve hazırlık süreci nasıl geçti? 

Hak ihlallerine baktığımızda hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğunu görüyoruz. Doğanın tahribatı, işçi cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuklara yönelik şiddet ve sayabileceğimiz daha birçok başlık birbiriyle bağlantılı. Hafıza alanında çalışma yapmaya çalışan bir kişi olarak 2004 sonrası mücadeleyi unutan bir yerde olduğumu fark ettim. Biz o dönem bir kazanım elde edildiği düşünüp unutmuşuz. Ama hiç öyle değilmiş. Bazen hepimizin kaldığı bir nokta sanırım. Benim de tekrardan kot kumlama işçilerinin ölüm haberiyle temas etmemle başladı. Bir alıklık sorusuydu sanırım ilk aklıma gelen. Nasıl yani bu işçiler ölmeye devam ediyor mu? Sonrasında baktığımda çoğu yerel gazetelerde bile haber konusu olmamış yüzlerce iş cinayetinin gerçekleştiği fark ettim. Bir utanma ile başladı aslında. Unutmamanın ve hesap sormanın ya da hesaplaşmanın bu topraklara barış getireceği iddiasında bulunan bir bireyin utancıyla yola çıktım.

Belgeseli çekmeye karar verdiğinizde nasıl bir etki yaratmasını planladınız?

Genelde sinema, özel de belgesel sinema hakikat arayışıdır. Bu hakikati ortaya çıkarmak için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bir filmle dünyayı kurtaramayacağımızı biliyorum. Silikozis’i arama motorlarında arattığımda özellikle son 10 yılda ölüm haberleri ile yan yana duran, birbirine yapışmış iki kelime olduğunu fark ettim. İşçiler unutulmuş, ilk kez Türkiye’de tekstil işçilerinde görüldüğü notu literatüre eklenmiş, tekstil alanında faaliyet gösteren sendikalar büyük harflerle kazandıklarını duyurmuşlar. Peki ya sonrası…

Aslında bugün bu hastalıkla mücadele yürüten işçilere “Siz unutulmadınız, en azından bu belgesel ekibindeki 3-5 kişi sizi unutmadı.” demek istedik. Onlara bu mücadelelerinde psikolojik bir destek vermekti temel derdimiz. Biz de alanın uzmanların referanslarıyla yola çıktık. “Meslek hastalığı” tanımını cebimize koyduk. Ama orada da yanıldık. Meslek hastalığı tanımı hiçbir şeyi karşılamıyormuş. Silikozis bir meslek hastalığı değilmiş, silikozis sadece işçiyi ölüme sürükleyen bir hastalık değilmiş. Bütün bir aileyi ölüme sürükleyen bir hastalık olarak karşımıza dikildi. Meslek hastalığı tanımını da yolda bıraktık. Uzun süreye yayılmış iş cinayetini yanımıza aldık.

İşte bütün bu temaslardan edindiğimiz bilgiyi bir aracı olarak başkalarına ulaştırmaya çalıştık. Anlatmaya devam edeceğiz. Çünkü kişisel olarak ben ve bu belgesel de dahil olmak üzere diğer çalışmalarda birlikte çalıştığımız arkadaşlarım, bir film çekelim ile yola çıkmıyoruz. Derdimiz var bu derdi tekrardan konuşulacak bir forma dönüştürüp konuşmaya açıyoruz. Bizim de hakikat arayışımız bu şekilde.

Toplumun ve ilgililerin, emekçilerin sağlığı ve çalışma koşullarına dair yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu sosyolog kimliğimle cevaplarsam daha doğru olacaktır. Toplumun hak ihlallerine yönelik iki yüzlü yapısı ne yazık ki burada da kendini gösteriyor. Elbette ki bu söylediğim biçimin farklı sosyolojik kavramlarla anlatabiliriz ve bu kadar sert olmayabilir ama ne yazık ki bu şekilde bir ikiyüzlülük hali var. Silikozis hastalarının durumuna çok üzülen iş veren/ belediye başkanı/ sendika yöneticisi/ STK üyesi bulunduğu kurumda temizlik hizmetinde çalışan bir işçinin maskeye ulaşımını sağlamıyor. Herkes başkasının alanına duyarlı. Kadına yönelik şiddette bu topraklarda herkes karşı. Peki bu şiddeti kim uyguluyor. Neden her gün sokak ortasında en az 3 kadın öldürülüyor. Hiç kimse kendi şiddetini görmüyor. İşçilerin emekçilerin koşulları da bu şekilde. Kimse kendi çalışma/ çalıştırılma koşullarıyla ilgilenmiyor. Ondan dolayı her gün en az 3 işçinin cenazesi taşınıyor. En az 5 işçinin (tanım içinde kullanacak olursak) meslek hastalığından dolayı iş cinayetinden hayatını kaybediyor. Kapınızın önüne cenaze gelmeden bu cinayetlerin hepsi önlenebilirken en küçüğünden en büyüğüne, yerelinden ulusalına, özelinden kamusuna bütün çalışma alanları cinayet mahalline dönüşmüş ve küçük bir iki grup dışında buna itirazı olan kimse yok.

Bilinmeyen yahut az bilinen konularda görünürlük arttıkça mücadelenin yayılımı da artıyor. Meslek hastalığı olan silikozisi konu aldığınız belgeselin yayımlanmasının ardından sizce bu konudaki çalışmalara yoğunlaşıldı mı?

Tabi ki silikozisin Türkiye’de gündemleşmesini sağlayan işçiler oldu. Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi’nin mücadelesi sonucu kot beyazlatılmada kumlama yasaklandı. Bu çok önemli bir kazanımdı elbette ki. Ama burada iki temel konu atlanmış oldu. Bunlardan biri başka iş kollarında silikozis riski devam etti. Bu iş kollarıyla ilgili bir iyileşme yapılmadı ya da bizim açımızdan söylersek mücadele birleştirilmedi. Diş teknisyenleri silikozisten dolayı hayatını yitiriyorlar. Aydın’ın Çine İlçesi’ne baktığımızda maden işçileri silikozisten dolayı hayatını kaybediyorlar. Bütün ilçe silikozis tehlikesi altında. Ocak 2019’dan itibaren aslında gösterimlerle tekrardan işçi sağlığı ve güvenliğinin ne kadar yaşamsal olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bu noktada farklı gruplarla yan yana geldik. Tekrardan tekrardan konuşuyoruz. Elbette ki mücadele hattını birleştirmezsek kısmi kazanımlarla devam etmek zorunda kalacağız. Tabii ki diğer taraftan karar vericiler tarafında bütün taleplere rağmen henüz bir adım yok.

Emekçiler hasta olduktan sonra yaşadıkları yerlerde toplumsal hayatlarını etkilediğinden dolayı hasta olduklarını dile getirmekte de zorlanıyor. Hem sosyal yaşamlarını hem davranışsal hareketlerini etkileyen bu durum için aynı zamanda bir toplumbilimci olarak siz neler söylemek istersiniz?

Kot kumlama işçilerine baktığımızda biraz şanslı olan toprağına dönme şansını yakalamış. Hani toprağı dediğime de bakmayın. Makinaya bağlı bütün ailenin içinde olduğu bir zindan hali. Uzun süreye yayılmış iş cinayetine karşı çaresizlik. Zor bir alandan söz ediyoruz. Bir işçi ya da ailesinden bir üye okursa yazdıklarınızı, izlerse diye çok rahat olamıyorsunuz. Ama bir gerçeklikle karşı karşıyayız. 1980’lı yılların başından 2010’lu yılların başına kadar ki süreçte iktidarda olan karar vericilerin patronların kar hırsını doyurmak, vergilerini almak için sessiz kaldığı için şu an işçiler ve aileleri tutsaklık yaşıyor. Bu işte bir terslik var.

Keşke sadece sosyal çevrelerinden tepki görselerdi diyorsunuz bir yerde. Hani halk silikozis bilmez, salgın hastalık sanabilir diyorsunuz. Peki ya doktorlar, sağlık emekçileri! Birçok kriz anlatısında eğer göğüs alanında uzmanlaşmış bir hastaneye gidilemiyorsa hastaneye alınmama ve salgın hastalık prosedürü uygulanması görülüyor.

Elbette ki giydiğimiz kıyafetlerin, yediğimiz yiyeceklerin bir bedeli var. Bu üretenlerde bir etki yaratıyor. Van’da yaptığımız söyleşide bir katılımcı giydiğim pantolonun bedelinin ölüm olduğunu hiç düşünmemiştim dediğinde aradığım sonuç bu dedim.

Bugün kimyasallarla kotlar beyazlatılıyor. Belgeselde de o atölyelerden görüntüler var. Çalışma koşulları neredeyse hiç değişmemiş. Silikozis riski kanser riski ile yer değiştirmiş sadece. Kapitalist eleştiriye elbette girmeyeceğim burada ama sizin kıyafetinize istediğiniz her artı bir işçinin ölümüne neden oluyor. Talep edilen her lüks kar hırsıyla hesaplanıyor ve bir işçiyi ölüme götürüyor.

Bir diğer yandan da köyde sağlık hizmeti yok ve ilçedeki sağlık kurumuna gitmek durumda kalıyor insanlar. Maddi manevi yıpratıcı olan bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu durumu hiçbir şey ile açıklayamazsınız. Karlıova’da şu an 400’ün üzerinde hasta var. Bu hastaların yaklaşık 150 tanesi Taşlıçay köyünde. Köyde sağlık ocağı yok, ilçede göğüs hastalıkları uzmanı yok. Devlet sorumluluğunu yerine getirmiyor. Koruculaştırma politikalarıyla çocuklar ve gençler İstanbul’a çalışmaya gitmek zorunda kaldılar. Silikozis hastalığına yakalandılar. Bari sağlık hizmetlerindeki görev yerine getirilsin.

Küresel olarak içinde bulunduğumuz pandemi herkesi derinden etkiledi ve hemen hemen her sektörde etkilenenler yine emekçiler oldu. Yeni bir yaşamın mümkün olup olmayacağı konusunda bu durum bir turnusol etkisi oluşturdu, deyim yerindeyse. Toplumsal reflekslerin açık olduğu bu dönemde sizin planladığınız yeni proje/projeler var mı?

Covid-19 salgını lokal bir salgın olarak kalabilecekken ne yazık ki şu an bütün dünyada emekçilerin sırtına yüklenmiş bir yük. Özelde Türkiye genel de dünyadaki ölüm dağılımına baktığımızda iş cinayeti ağırlıklı olduğu görülebiliyor. Temel yaşam hakkı için çalışan birçok kişi bile dışarı çıkmayalım online sipariş verelim dedikleri için en az 190 motorlu kurye hayatını kaybetti. Elbette ki salgında insan yoğunluğu azaltmak asıl olandır ama inşaatlar devam ediyorsa ortada bir çelişki vardır. Belgeselin galasında yoğun emeği olan Hasan Oğuz, Galataport inşaatı durdurulmadığı için Covid-19’dan dolayı hayatını yitirdi. Hasan, işçi mücadelesini samimi bir zeminde yürüten gencecik bir insandı.

Pandemi sonrası yeni bir yaşam her zaman mümkündür ama bunun yaşanılan pandemi süreciyle çok bir ilişkisinin olduğunu düşünmüyorum. Daha da aradaki farkı açan bir durumla karşı karşıyayız. Villasının bahçesinden görüntü gönderenle gece vardiyasından çıkıp pandemiden dolayı seyreltilen toplu ulaşım aracını beklerken bankta uyuyan işçi arasındaki fark büyüdü. Yeni bir yaşam elbette ki mümkün bu da bütün ihlal alanlarında mücadele yürütenlerin birleşmesiyle olabilir. Bu bir ütopya değil bir zorunluluğun gereğidir. Ölmemek için bunu yapmamız gerekiyor.

Üretmek beni bu yıkıntıların arasında özgürleştiriyor. Ne yazık ki pandemi benim hayatımı çok kısıtlayan bir duruma neden oldu. Gazetecilik faaliyetleri yürütürken atılan biber gazı ve diğer kimyasal gazlardan dolayı sağlık sorunları yaşıyorum. Başka bir meslek hastalığı olan bel fıtığı da yaşamımda olumsuz etkiler yaratıyor olsa da üretmeye devam etmeye çalışıyorum. Belgesel üzerinden silikozisi uluslararası alana taşımaya çalışıyorum. Tam da bedenlerimizin hapsedildiği bu dönemde daha da kıymetli olan bedenin yok edilişi üzerine bir çalışma yürütüyorum. Okumalarına başladım. Önümüzdeki dönemde pandemiye bağlı olarak çekim sürecini programlayacağız. Tabi bütçesini bulmak için da girişimlere başlayacağız.

Benim sormayı atladığım, sizin bahsetmeyi dilediğiniz nokta/noktalar var mı?

Silikozis hastaları ve ailelerin içinde bulunduğu zindanla ilgili elbette ki çözüm için karar vericileri harekete geçirmek mücadele yürütmeye devam ederken kendi yaşam alanlarında işçilerin çalışma koşullarını değiştirmek dönüştürmek gerekiyor. Küçük bir değişim bile çoğu zaman yaşamın devamını sağlayabiliyor.

 

Yönetmen – Sosyolog Ali Ergül hakkında:

Ali Ergül, 7 Mayıs 1981’de Batman’ın Mêrîna köyünde dünyaya geldi. 2005 yılında Dicle Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Çocuklar Aynı Çatı Altında Derneğinde (ÇAÇA-DER) gönüllü ve yönetici olarak görevler aldı. 2008 yılından itibaren belgesellerde koordinatör ve yönetmen olarak yer aldı. Reklam filmlerinde metin yazarlığı ve yönetmenlik görevlerini üstlendi. Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı’na karşı verilen mücadele ile ilgili belgesel çalışması “Suyun Ölüm Tarihi” çalışmasına imza attı. “1,5 Metre / Bisikletlinin Trafikte Yaşam Hakkı” gibi filmleri bulunuyor.

‘Şeva Xîzê / Kumun Gecesi’ belgeseli hakkında:

Şeva Xîzê / Kumun Gecesi belgeselinde silikozis hastalarının yaşamlarına odaklanılarak emekçiler yolculuklarını anlatıyor. Ali Ergül’ün çekimlerini 2018’de Diyarbakır, Bingöl, Batman, Erzurum, Muş, İstanbul ve Ankara’da tamamladığı “Kumun Gecesi” (Şeva Xizê) adlı belgeselin 15 Ocak 2019 tarihinde yapılan galasına birçok meslek örgütü, sendika ve siyasi parti temsilcileri katıldı. Belgesel dünya çapında çok sayıda festivalde gösterilirken 40. İFSAK Ulusal Kısa Film Festivali 2020 Belgesel Dalında Mansiyon ve Berlin Indie Film Festival 2020’de En İyi Kısa Belgesel ödüllerine layık görüldü. Belgesel Cannes World Film Festivali’nde En İyi Sosyal İçerikli Film Ödülü”ne de değer görüldü.

Sultan Gülsün
diğer yazıları