MEHMET SAİD AYDIN
“ey gece, ışıyan katran! düşüyorum içine
üşüyor görgü tanığı. kızıl bir Amed
surlarıyla örtüyor dedemi. ve yaprak
kımıldıyor ağıtçı kadınların ağzında;
Musa apê Musa apê Musa apê Musa apê”
Selim Temo
2020 yılı türlü tuhaflıklar, kötü haberler ve şüphesiz küresel salgınla anılacak. Oysa tuhaflıkların, kötü haberlerin ve malum salgının yanında, kutlanacak kimi şeyler de var. Bu coğrafya için, gene “şüphesiz” demek zorundayım, Musa Anter’in 100 yaşında oluşu bunların belki başında geliyor. 1920’de Mardin’in Nusaybin ilçesinde, Stilîlê nahiyesinin Zivingê köyünde doğan Musa Anter, 2020 itibariyle 100 yaşında.
Mevzubahis Musa Anter olunca, hududu belli bir yazının içinde yeni bir şey söylemek oldukça güç. Biyografisi üzerine kitaplar, filmler, belgeseller, yazı dizileri yayımlandı ve bu yıl itibariyle, açık çağrıyla Aram Yayınları’ndan Hüseyin Aykol editörlüğünde bir kitap daha çıkacağı duyuruldu. Keza, Kürt basınına uzun süredir emek veren Aykol’un, Anter hakkında oldukça teferruatlı bir yazısı yayımlandı Yeni Yaşam’da. “Apê Musa 100 Yaşında!” başlığını taşıyan 26 Mayıs 2020 tarihli bu yazıu, Anter’in biyografisini tafsilatıyla metne döküyor. Aykol’un “Musa Anter’i 1992 yılında öldürdüğünü sananlar yanılıyor. Kürt medyasının yaptığı her haberde, Kürt halkının attığı her adımda Apê Musa, hedeflediği idealleri ve filozofi ruhuyla yer alıyor,” deyişine katılmamak namümkün.
Kürtçede “ap” amca manasına geliyor. Amcaya seslenirken sonuna “o” geliyor, bir ismin önünde yer aldığında ise “ê”. Apê Musa, Musa Amca demek. Başkası hakkında beylik duracak bir tespit ama, konu Anter olunca hiç de beylik sayılmayacak şeyi söylemek mümkün: Musa Anter, koca bir halkın “amca”sı olmuş, o halka bir amca yakınlığında durmuş aydınların başında gelmektedir. Zana Farqînî’nin hazırladığı Ferhenga Kurdî-Tırkî’de (“Kürtçe-Türkçe Sözlük) “apo” maddesinde kaydettiği “yaşlı erkeklere saygı için kullanılan seslenme sözü” tanımı, bu meyanda Apê Musa’yı oldukça isabetli biçimde kapsar.
1992 yılı, Türkiye tarihinin karanlık yıllarından biri. Şimdi “Doksanlar” tabir edilen o dönemin en zorlu ve en kirli yıllarından biri. Ragıp Zarakolu’nun Evrensel’de yayımlanan 16 Haziran 2020 tarihli yazısı (“Musa Anter 100 yaşında”) 1992’nin Kürt basını için ne demek olduğunu anlatıyor: “Özgür Gündem 30 Mayıs 1992 tarihinde çıkmaya başladı Ragıp Duran’ın yayın yönetmenliğinde. İlk şehidini 9 Haziran’da verdi. Diyarbakır Muhabiri Hafız Akdemir. 31 Temmuz’da Batman Muhabiri Yahya Orhan. 9 Ağustos’ta ise Urfa Muhabiri Hüseyin Deniz. Hizbullah’ın düğmesine basılmıştı. Ve eylül ayında Musa Anter. Muhalif yönelik saldırı durmak bilmeyecekti. Gerçek dergisi Diyarbakır Temsilcisi Namık Tarancı ise Musa Anter’den sonra kasım ayında öldürülecekti. Musa Anter, Özgür Gündem’in 72 yaşında bilge yazarıydı, Kürt dili ve kültürünün, Kürt gazeteciliğinin kuşaklar arası akışının simgesiydi. Zaten bunun cezalandırılmasıydı soğukkanlılıkla düzenlenen suikast.” [özgün imla]
Apê Musa’nın yargılanmaları, savunmaları, hatıraları, Mem û Zîn filminde oyunculuğu/anlatıcılığı, İstanbul yaşamı, yurt yöneticiliği, İstanbul’u terk edip Nusaybin’e dönüşü üzerine çokça eser üretildi – biyografisi üzerine yazılanların haricinde. Bu eserlerin içinde şarkılar da var, filmlerden parçalar da, kitap bölümleri de. Bu yargılanmaların/savunmaların içinde en iyi bilinenlerden biri “49’lar Davası” olmalıdır. 1961 yılında Canip Yıldırım ve Yusuf Azizoğlu ile birlikte İleri Yurt gazetesini çıkarır Musa Anter[1]. Sonradan kitap olarak çıkacak Kürtçe şiiri “Qimil”ı bu gazetede yayımlar. Qimil şiiri, Türkçedeki “kımıl zararlısı”nı mesele eden dolaylamacı, muhalif bir şiirdir. Bu şiirin yayımlanması üzerine dava açılır ve Anter’e destek veren 50 kişi gözaltına alınır. Mehmet Emin Batu’nun mide kanamasından ötürü hayatını kaybetmesi üzerine 49 kişi kalır yargılanan ve dava bu isimle anılır. Sanıklar, bir şiirin yayımlanmasına verdikleri destekten ötürü 14 ay tutukluluklarının ardından mahkeme beklerken, 27 Mayıs gerçekleşir. Kimine göre devrim, kimine göre darbe olarak anılan 27 Mayıs’ın ardından, anca 3 Ocak 1961’de mahkeme işlemeye başlar. 25 sanık idamla yargılanır[2], nihayetinde 10’u beraat eder, 15’i 16 ay hapis 5 ay 10 gün sürgün cezası alırlar. Denebilir ki, Anter’in hayatı tıpkı öncülleri ve ardılları aydınların hayatı gibi sürekli mahkeme, hapis, sürgün arasında gidip gelecektir. “Qimil” şiirinin neşrine 6 Eylül 1959’da Cumhuriyet gazetesi “tepki” gösterir. Birkaç kelimelik cümlenin bütün gönderenleri, aslında hâlâ sürmekte olan bakışın süzülmüş bir örneği sayılabilir: “Doğu illerimizin birinin merkezinde çıkan bir gazete anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiiri neşrediyor.” Cümleyi, gönderenlerine ayırmayı deneyelim.
“Doğu illerimizden biri”: Yıllar içinde “Doğu”dan, “Güneydoğu Anadolu”ya teşrif ettirilen bu ilin adı Diyarbakır’dır. Diyarbakır diye ünlü uyumuna uygun kılınan şehrin adı Diyarbekir’dir. Halkın o şehre söylediği isim Amed, daha da öncesinde Amida’dır. Apê Musa, bu haberin yayımlanmasının üzerinden 33 yıl geçtikten sonra, bizzat bu ilde katledilecektir.
“Çıkan bir gazete”: Bu gazetenin adı İleri Yurt’tur ve neden adlı adınca anılmadığı, bugünden bakınca bile sürpriz sayılmaz. 2020 yılının ortalarında olduğumuz bugünlerde dahi Kürt basını ve Yeni Yaşam gazetesi ana akım medya tarafından anılmamakta, mümkün mertebe yok sayılmaktadır. Tıpkı 1959 yılında olduğu gibi.
“Anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiir neşrediliyor”: Mecaza, mideden konuşmaya yahut imaya başvurulmayan en net kısım bu. Ülkenin Doğu illerinden birinin merkezinde, adı anılmayan ve buna hacet duyulmayan bir gazetede bir şiir neşrediliyor ve bu şiir, anlaşılmaz sebeplerle, orada yaşayan insanların gündelik hayatta konuştuğu, anlaştığı dil olan Kürtçe.
Musa Anter’i mesele edecek bir yazının kaynakları oldukça derin ve etraflı. İstanbul yıllarında yöneticiliğini yaptığı yurtlarda yaşananlar, o yaşananların gündelik hayata dek sızan hatıraları/anekdotları kendinden sonra gelen neredeyse bütün kuşakları etkileme kuvvetine sahip. 1966’da Urfa’da suikasta uğrayan ve hastanede şüpheli bir biçimde ölen dönemin KDP-T (Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye) başkanı Faik Bucak’la beraber, Remzi Bucak’ın öncülüğünde Dicle Talebe Yurdu’nun kurarlar İstanbul’da. Yoksul Kürt çocuklarına bir barınak, aynı zamanda asimilasyon politikasına karşı bir baraj görevi görmesi hasebiyle kurulur bu yurt. Ardından, gene Remzi Bucak ve Faik Bucak’ın da içinde olduğu Yusuf Azizoğlu ile Ziya Şerefhanoğlu’nun da katılımıyla “Kürtleri Kurtarma Cemiyeti”ni kurarlar. Apê Musa Hatıralarım kitabında şahsına münhasır üslubuyla, “Fayıkooo” diye seslendiği kimse Faik Bucak’tır: “Kürtleri Kurtarma Cemiyeti’ni kurduğumuz dört arkadaşım yaşadıkları sürece yeminlerine bağlı kaldılar. Birisi ise düşmanların kurşunlarıyla şehit düştü. Bilsem ki onunla diğer tarafta buluşacağım ben de onun gibi şehit olmak isterim. Ben sanki yaşıyor muyum? Şimdilik Allah ısmarladık Fayıkooo. Lolo. Buluşmak üzere.” Faik Bucak’ın oğlu Serhat Bucak, Apê Musa’nın kız kardeşi Wedha İlhan Anter’in anlattığı çok çarpıcı bir detayı anlattığını aktarıyor: “Faik Bucak’ın mezarından aldığı toprağı hep cebinde taşırdı. Öldürüldüğü zaman bu toprak el çantasında idi.”
Musa Anter, aynı zamanda büyük bir dil meraklısıydı. Katledilmeden önce, Kürtçe atasözlerini derlediğini ve kaydettiğini evrak-ı metrukesinden biliyoruz. Aynı zamandan sözlükçülük faaliyetine de el atmış, kendi deyimiyle “Zazaca-Türkçe Sözlükcük” hazırlamaya başlamıştı. Kareli bir deftere özenli el yazısıyla kaydettiği kelimeler henüz sözlük kıvamına erememişken, Diyarbakır’da katledildi. Ardından devasa bir hak haberciliği geleneği, entelektüel merak ve hakiki bir aydın mirası bıraktı. Kürtçenin çok kıymetli şairlerinden Ehmed Huseynî’nin, “Bo Helebçeya şehîd”e (“şehit düşen Halepçe’ye”) adadığı “Goristanên Teng” (“Dar Mezarlar”) şiirinde alıntıladığı bir çiftçinin öğüdünü anımsıyorum ister istemez: “Sîniyên xwe yên giranbuha bi girî tar û mar nekin!” (“Paha biçilmez yasınızı ağlayarak harcamayın!”)
Apê Musa 100 yaşında. Ve kanımca onun paha biçilmez yasını ağlayarak harcamamalıyız. Yattığı yer gül olsun, mirası her daima rehberimiz olsun.
[1] Kelimelerin yıllar içinde dönüşümü, sadece dilbilimin konusu olmamalı. Sözgelimi, 1940-1980 arasında “ileri” kelimesinin kitap, gazete, yazı ismi olarak çok sık yeniden üretildiğini kolaylıkla görüyoruz. Ama yıllar içinde “ileri, ilericilik” kelimelerinin (ve dolayısıyla kavramlarının) yaşadığı devasa erozyon, yakından bakmaya muhtaçtır.
[2] Yıllar içinde isimlerini türlü biçimde ve daha fazla duyacağımız Medet Serhat, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Yaşar Kaya, Necati Siyahkan, Canip Yıldırım gibi isimler de idamla yargılananlar arasındadır, Musa Anter’le birlikte.