İstanbul’un eğlence ve gastronomi dünyası içinde meyhaneler, önemli kültürel üretim mekânları olarak karşımıza çıkar. Bu mekânların bir kısmı da tarihsel süreç içinde İstanbul hatta Türkiye gastronomi ve meyhane dünyasında haklı ya da haksız olarak yer edinmiştir. Bu yer edinme ya da ünlü olma yukarıda da değinildiği gibi meyhanenin konumu, gelenek oluşturacak kadar eski olması, servisi, mezelerin ve yemeklerin kalitesi, fiyat politikalarının uygun olması gibi haklı nedenlerle olabilirken bazıları da sadece ürettikleri imajla bu konuma ulaşmıştır.
Bu yazıda Beyoğlu eğlence ve meyhane kültürünün önemli mekânlarından biri olan Yakup 2 Restoran bağlamında kültürel imajların nasıl üretildiğine değinilecektir. Asmalımescit ve bu sokaktaki Yakup 2 Restoran esas olarak İstanbul entelejansiyasının buluştuğu yerlerdendir. Bugün birbiriyle bütünleşmiş kabul edilen Asmalımescit ve Yakup 2 Restoran’ın İstanbul’un kültür ve sanat üretiminde oldukça önemli bir yeri olduğu söylenebilir. Müdavimleri arasında Aziz Nesin, Murat Belge, İlhan Berk gibi birçok aydın ve yazarın olduğu bu mekân bütünleştiği Asmalımescit’le beraber İstanbul meyhane kültüründe haklı bir üne ve yere sahiptir. Hatta Alman besteci Detlef Glanert Berlin’de ilk seslendirilmesi yapılan Yakup 2 adlı bir konçerto bile bestelemiştir bu mekân için.[2] Aslında sadece Yakup 2 değil, Yakup’un bulunduğu yer yani Asmalımescit, Fikret Adil’in üzerine kitap yazacağı derecede renkli bir sokaktır.[3] Bakın Asmalımescit hakkında Murat Belge neler anlatıyor:
“…Asmalımescit de ilginç bir sokaktır. Burada şimdiki Yakup gibi, aydınların da rağbet ettiği oldukça kurumlaşmış, ama gelenekten kopmamış meyhaneler var. Yakup’un yanında, Maltalı-Levanten Mizzi’nin İngilizce ve Fransızca yayınladığı The Levant Herald gazetesi var. İleride köşedeki bina da, ünlü opera bestecisi Donizetti’nin kardeşi, İstanbul’da Saray Mızıka-i Hümayunu’nu kuran, şefliğini yapan, Osmanlılar’a marşlar besteleyen Donizetti Paşa’nın evi…”[4]
Bununla birlikte, İstanbul’un eğlence mekânlarında sahte imaj üretilmesi ve bir geleneğin yanlış da olsa oluşmasını Asmalımescit’teki Yakup 2 örneğinden yola çıkarak incelemek olasıdır.
Konuyu açıklayabilmek için öncelikle Yakup’un kim olduğuna bakmakta yarar var. Restoranın kendi web sayfasındaki bilgilere göre; Hemşin’den 1964 yılında İstanbul’a gelen Yakup Arslan önce Refik Restoran’da komilikle işe başlar ve 5 Mart 1977’de Yakup Restoran’ı kurar. Restoran ilk olarak Refik’in bulunduğu Sofyalı sokakta 10 numarada hizmete başlar ve sonrasında bugünkü Yakup 2, Almanların işlettiği eski Nil Restoran’ın yerinde kurulan matbaanın yanması sonucu boşalan yere 22 Nisan 1982’de taşınır.[5]
İstanbul’un aydın ve yazarlarının buluşma mekânı olan bu restoran üzerine üretilen söylenceye göre Edip Cansever “Çağrılmayan Yakup” adlı şiirini restoranın sahibi Yakup’tan esinlenerek yazmıştır. Bu konuda kısa bir internet araştırması yapacak olanlar bu bilgiye birçok sitede ulaşabilir. Ayrıca başta Hürriyet ve Milliyet olmak üzere gündelik gazetelerin hafta sonu eklerindeki gusto sayfalarında aynı öykü sürekli olarak anlatılır.[6] Bu esinlenme öyküsü değişik şekillerde anlatılsa da temelinde servis veya sipariş için kimsenin çağırmadığı bir servis elemanı ve onun yalnızlığı üzerinedir.
Burada elbette Yakup’un hakkını yememek gerek. Yakup Arslan, aslında çağrılmadan her masaya giden ve masaları izleyerek eksikleri saptayıp anında müdahaleleriyle geceyi güzelleştiren biri. Bu anlamda da ‘çağrılmayan’ değil, ‘çağrılmadan gelen’ bir kişilik. Bu niteliğiyle de Edip Cansever’in şiirinin ilham kaynağı olması pek olası gözükmemekte. Bu konuda verilecek örnekleri arttırmak olası olmakla birlikte, konuya dönüp “Çağrılmayan Yakup” üzerine edebiyat eleştirmeni kimliğiyle öne çıkan Vedat Günyol’a bağlanalım ve üstadın bu konudaki görüşlerine başvuralım.
“Edip Cansever kapalı bir ozan. Alalım Çağrılmayan Yakup’u. Kim bu Yakup? Kendisi. O kurbağalar, açgözlü kurbağalar kim? Bir zamanların [Türkiye] İşçi Partisi’ni [TİP] oluşturan o güzelim insanlar. Eğer ben, bir zamanlar Edip Cansever’in gönülden yürekten [Türkiye] İşçi Partisi’ne kayıtlı olduğunu ve sonra bir anlaşmazlık sonucu partiden uzaklaştırıldığını bilmesem, Çağrılmayan Yakup ve açgözlü Kurbağalar benim için kapalı, haydi çekinmeden söyleyelim, anlamsız kalırdı. Edip Cansever “gerçek şiir yükünü, şiir değerlerini görmek becerisinden (yani ben ve benim gibiler) yoksunsak, en açık sandığımız şiirler bile yalnızca birer tuzaktır” diyor. Peki, Çağrılmayan Yakup kimin için tuzaktır. Şairin bir zamanlar sosyalist eyleme katılıp, sonradan saf dışı edildiğini bilmeyenler ve bilemeyecek olanlar için…”[7] Üstad işte bu şekilde şiirin hangi amaçla yazıldığı konusunda ‘kendince’[8] bir saptama yapmaktadır ve elbette bu saptamasına itirazlar da vardır. Şimdilik şiiri bir kenara koyup bu şiirin tarihsel süreci üzerinden ilerleyelim zira konu giderek ilginçleşmekte.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Çağrılmayan Yakup’un yazıldığı tarihle Yakup Restoran’ın kuruluşu arasında anakronik bir durum söz konusu. Başta da ifade ettiğim gibi Yakup Restoran 1977 yılında kurulmuştur. Oysa Edip Cansever bu şiiri, ilk baskısı 1966 yılında çıkan aynı adlı kitabında yayınlamıştır. Şimdi denilebilir ki 1964’te İstanbul’a gelen Yakup ile Cansever o yıllarda tanışmış ve Cansever ondan esinlenmiş olabilir. Bu rada tekrar şiire dönerek daha dikkatle incelemekte yarar var. Zira şiirin bazı dizelerinde Yakup’un zaman zaman adını Yusuf ile karıştırdığı da görülüyor. Bu Yakup-Yusuf ikiliği aslında Tevrat’ın Tekvin bölümünde ve Kur’an’da da geçen Yakup ve oğlu Yusuf hikâyesine bir gönderme olabilir. Reha Mağden de bir yazısında Edip Cansever’in bu şiiri Yakup ve Yusuf öyküsünden esinlenerek yazdığını iddia ediyor.[9] Bu durumda hastalanan oğlunun yanına girmesi yasaklanan Yakup ve onu hiçbir yere çağırmayanlarla ilgili öykü için Kutsal kitaplara başvurmak, Yakup Restoran’a atfetmekten daha olası gözüküyor. Edip Cansever üzerine bir doktora tezi hazırlayan M.D. Dirlikyapan da başta Güven Turan olmak üzere birçok edebiyat araştırmacısının bu konuya kafa yorduğunu ve Yakup’u Kafka’nın Dava’sı ve Camus’nün Yabancı’sı gibi eserlerle ilintili olduğunu düşündüklerini söylüyor.[10] Kısacası şiirin derinliği bir servis elemanın verdiği ilhamla ilgili olmayabilir.
Ancak Yakup 2 Restoran’a giden herkes içeride duvarlarda asılı kimi gazete kesiği kimi şair, yazar ve ressamlarca imzalı özgün belgeler arasında konuyu Edip Cansever’in şiiri ile bağdaştıran yazıları rahatlıkla görmekte ve bu söylence ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılarak restoran hakkında bir imaj oluşmasına yardım etmektedir. Restoranın duvarları buraya uğrayan ya da devamlı müşteri olan şair, ressam, akademisyen vb. İstanbul ve Türkiye sanat ve fikir hayatına yön veren kişilerin fotoğraflarıyla dolu. Bir diğer deyişle zaten haklı bir ünü bulunan bu restoranın bu türden bir reklama gereksinimi yok. Amacım restoranı kötülemek değil ancak bu ve buna benzer imaj oluşturma girişimleri gastronomi dünyasının neredeyse vazgeçilmezlerinden biri olduğundan konuya dikkat çekmek istedim. Dünyada da örnekleri olan bu tür imaj üretimleri örneğin Ernest Hemingway’in gittiği bar veya restoran ya da Picasso, Dali vb. sanatçıların uğrak yeri olan Paris barları için de geçerli. Üzerine zamanla yeni ve sahte anekdotların da eklemlenmesiyle bu yerler de kendilerini bu şekilde tanıtmaya özen göstermekte. Yukarıda da değindiğim gibi Yakup 2 Restoran’ın buna gereksinimi var mı sorusuna vereceğim yanıt elbette yoktur olacaktır. Zira kalitesi, servisi, mezeleri ve ortamın çekiciliği zaten restoranı İstanbul meyhaneleri arasında ilk sıralara taşımaktadır. Dolayısıyla Fred Gray’in tatil mekânları için bir başka bağlamda kullandığı tanım buraya da uymakta. Bu imaj yaratılma süreci ve imajın kullanılma mekanizması aslında geçmişin, gelecekteki tüketimi için şimdinin bir temsili’dir[11] ve bu imajların gerçek olup olmaması artık önemli olmayıp görmek ve görülmek isteyen üst orta sınıf eğitimli bireyler için olmazsa olmaz mekânlardır. (Bakınız Alaçatı örneği)
Kısacası bugünkü Yakup 2 Restoran’ın Cansever’in şiiriyle olan ilgisi flâneur’ler (flanörler) için değil kartograflar içindir. Zira flâneur, Walter Benjamin’in Fransız şair Charles Baudelaire’den esinlenerek ortaya sürdüğü bir sözcük olup, düşünen aylak ya da aylaklığı en olumlu anlamıyla bir yaşam biçimi ya da yaşama sanatı haline getirmiş kişi ya da kişiler için kullanılır. Elbette burada eril bir söylemle ifade edilen flâneur kavramının günümüzde dişil halini de dikkate alarak flâneuse(flanöz) kadınların da olabileceğini unutmamak gerek.[12] Kartograflar ise flâneurlerin keşfettiği yerlere ‘ben de oradaydım ya da ben de gittim!’ demek için gidenlerdir. Şair Yücel Kayıran’ın deyişiyle ‘Mülkiyet duygularını’ gezdiren kartograflar kitlesel turizmin yaratıcıları olup, “Ölmeden Önce Görülecek/Yapılacak vs… ” gibi kitaplar esas olarak kartograflar için yazılmaktadır. Gastronomik açıdan da gittiğin yerde şu yemekleri ye veya şu restoranları uğramadan gelme denilenler işte bu kartograflar. Bir diğer deyişle üretilen imajın alıcıları aslında kartograflar. Dolayısıyla kentte aylaklık ederek yürüme sanatını bilen, hoş ve ince gözlemlere vakıf flâneur’ler için Asmalımescit ve belki de Yakup 2 gibi bir restoran anekdot toplama açısından ideal bir yer. Kartograflar içinse hala ve ısrarla Çağrılmayan Yakup’un adresi Asmalımescit.
[1] Bu yazı ilk olarak 2010 yılında İstanbul Kültür Başkenti için Bilgi Üniversitesi’nce hazırlanan ve editörlüğünü Volkan Aytar ve Kübra Parmaksızoğlu’nun yaptığı İstanbul’da Eğlence Kültürü adlı çalışma içinde yayınlanmıştır. Aradan geçen zamanda yeni bilgi ve belgeler ışığında güncellenerek Yeni-e Dergisi’nde yayınlanmaktadır.
[2] http://www.taksim.com/Beyoglu/ve/Taksim/de/restaurant/yakup_2_restaurant
[3] Bkz., F.Adil, İntermezzo/Asmalımescit 74 (Bohem Hayatı), İletişim Yay., İstanbul-2000.
[4] M.Belge, İstanbul Gezi Rehberi, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul-1993, 201.
[6] Bu konuda örnek verilebilecek bazı yazılar: Ali Rıza Kardüz’ün Milliyet’te çıkan yazısı, Emel Armutçu’nun Hürriyet’te çıkan yazısı, www.buyukkeyif.com adlı site vb.
[7] Vedat Günyol, Çalakalem, İş Bankası Yay., İstanbul-1999.
[8]Bu eleştiriye karşı çıkışlar da bulunmakla birlikte konu bir edebiyat araştırması olmadığından burada değinilmeyecektir.
[9] R. Mağden, “Çağrılmayan Yakup”, Birgün, 17-Ocak-2005, İstanbul.
[10] M.D.Dirlikyapan, Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Böl. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara-2007, 106-118.
[11] F.Gray, Designing the Seaside. Architecture, Society and Nature, Reaction Books, London-2006, 88.
[12] http://www.mimarizm.com/haberler/gorus/flaneuse-un-varolussal-sorunlari_115495