yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

“Ahmetler Halleder” de Ne Demek?

Edgar Morin’in COVID-19 pandemisinin insanlığa öğrettiklerinden yola çıkarak, “yolumuzu değiştirelim” çağrısını yazılarıma taşımıştım. Dünyanın yüz yıllık serencamının tanığı Morin, insanlığın önüne, iktisadi akıldan öte aşkın, şiirin, Eros’un safını “bir ihtimal var daha” diyerek, ortaya koyuyordu.

Morin’i okuduğum günlerde, komodinimin üzerinde, iki kitap daha vardı: Hintli ekolojist Vananda Shiva’nın “%1’e karşı Birlik” ve James Lovelock’un yaklaşan hiperzekâ çağından söz ettiği kitabı “novasen”… Ve hepsinin yanında dijimodernizmin baş aygıtı akıllı telefonum duruyordu. Akıllı telefonum, ne kadar metinlere odaklanmak istesem de, beni alıkoyuyordu. Önce müsilaj, ardından Karadeniz ve Van’daki seller, sonra Muğla ve Antalya’daki orman yangınları ile birlikte antroposen çağı da, iklim krizini de iliklerimize kadar hissediyorduk. O sırada gözüme bir Facebook hesabı ilişti, Manavgat’taki Ahmetler Köyü’nde yaşayan Mustafa Koç, traktörden bozma bir yangın söndürme aracı yaptıklarını, yangına ilk müdahaleyi gerçekleştirdiklerini anlatıyordu.

KİM BU AHMETLER?

Ahmetler Köyü konumlarını paylaşıyor, yangınla mücadelelerini dünyaya duyuruyorlardı, havadan desteğin gelmesini bekliyordu. Doğa aşığı ve aktivisti Kazım Koyuncu, nasıl, “ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim” diye türküsünü söylüyorsa, köylüler de mücadelelerini dünyaya bildiriyorlardı. Bir an endişelendim, başlarına bir şey gelmesin diye, Antalya’dan tanıdıklarımı aramaya başladım, Toroslar’da bir köy, yangınla mücadele ediyor… Kiminle konuşsam, “Ahmetler halleder” diyorlardı, bu cümle bir slogan gibiydi… Merak ettim, Ahmetler’i nereden tanıyorlardı ve onlara neden bu kadar güveniyorlardı…

O anda, Vananda Shiva’nın kitabındaki çiftçiler ve köylüler için yazdıklarını hatırladım: “Ağaçlardan koşulsuz sevme ve karşılıksız vermeyi öğreniriz.  Dökülen kurumuş yapraklardan yaşam döngüsünü; yapraklar humusa ve toprağa dönüşüp toprağı korur, besin ve suyu geri dönüştürür, pınarları, su kuyularını ve dereleri doldururken doğaya geri verme ilkesini öğreniriz. Ormanlarsa bize bir adalet ilkesi olarak ‘yetinmeyi’, sömürmeksizin ve biriktirmeksizin doğanın bize verdiği armağanların tadını çıkarmayı öğretir.” Bu öğreti, kabaca “orman kültürü” olarak çevrilebilecek olan “aranya samskriti”ydi. Bu öğretiyi özümsemek için “hiperzekâya” da ihtiyaç yoktu, doğayı sevmek, Morin’in dilinden söylerek, Eros’un safında olmak yeterliydi.

Gaia teorisinin yaratıcısı, James Lovelock kitabında, Einstein’dan alıntı yapıyor, insanın sezgisel zihnine de dikkat çekiyor, akılcı zihnin ancak inançlı bir uşak olduğunu söylüyor, onun, “Biz uşağı onurlandıran, armağanı unutan bir toplum yarattık,” sözünü sayfalarına taşıyordu. Gerçek hayatla kitaplar arasında gidip gelirken, Tarım 4.0’a ilerleyen çağı düşündüm. Buna akıllı tarım çağı deniyordu, tarım hızla endüstriyelleşiyordu. Bunlar olup biterken, toprak meta mı sorusu mıh gibi… Yapay zekânın tarım pazarındaki payının bir milyar ABD Dolarından 2026’da dört milyar ABD Dolarına çıkması bekleniyordu. Sayborg çiftçilerin yolda olduğu söylenirken, dronların kimyasal sensörleriyle e-göz olmanın yanı sıra e-burun ve e-dil özelliği taşıyabilecekleri belirtiliyordu. Facebook’a tekrar gözüm ilişti, Ahmetler’deki köylü kadınlar, tırmıklı bir mücadele grubu kurmuşlardı, tırmıklarla Toroslar’da hat çiziyorlardı, yangının ilerlemesini engelliyorlardı. Sonradan öğrenecektik ki, mühendislik harikası traktörden bozma itfaiye araçları da kadınların fikriydi. Kadınlar öncüydü, köyde. O anda, düşündüm, o köylerde sayborg çiftçiler akıllı tarım yapıyor olsalar, yangın çıksa, tırmıklı bir mücadele grubu kuracak kadar zekiler miydi? Ciddiyim, Ahmetler’deki köylülerin birikimine, bilgisine ve yüreğine sahip bir sayborg çiftçi yaratabilir mi, o milyon dolarlar?

Elbette, tarım yapan köylüler bilgi teknolojisiyle, desteklenebilir. Ancak aile çiftçiliğinden azade bir tarım olabileceğine de toprağın bir tükenmez kalem gibi herhangi bir nesne olduğuna da inanmayanlardanım. Doğanın, köylülerin, kadınların, çiftçilerin yaratıcı güçlerinin de anımsanması gerektiğini düşünüyorum.

“KÖYÜMÜZ YANACAĞINA…”

Güney Toroslar boyunca önüne geleni yakıp yıkan Ağustos felaketi orman yangınlarında, havadan destek ve belediyelerin itfaiyeleri yetişse de, Ahmetler’deki orman köylüsünün cesareti ve birikiminin köylerinin yangına teslim olmamasındaki payı büyük.

Ahmetler Köyü Tırmıklı yangın mücadelesine başlarken, Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından iki arazöz ve bir su tankı gönderilmişti. Köy kendi imkanlarıyla su tankı sayısını üçe çıkarmıştı. 500 metre uzunluğunda bir hortum hazırlamışlardı, Manavgat Belediyesiyse bol bol tıbbi malzeme desteğinde bulunmuştu. 2 tane de paletli iş makinesi kiralayıvermişlerdi. Bunları Ahmetler Köyü web sitesi üzerinden organize etmişlerdi. Onlarca kişilik tırmıklı takım kurmayı planlıyorlardı. Bu arada Ahmetler Köyünün mücadelesi kendi sınırlarını aşmıştı, ulusal ölçeçte yayın yapan bir radyoya bağlanmışlar, ihtiyaçlarını buradan da söylemişlerdi.

Mücadele anını şöyle anlatıyorlardı: “Köyün içi ana baba günüydü, yurdun çeşitli belediyelerinden gelen itfaiye araçları, jandarmalar, çeşitli kurumların temsilcileri ve çok sayıda insan vardı. Ahmetler hiçbir zaman bu kadar kalabalık olmamıştı. Akşama doğru yangın alanlarından nöbet değiştiren araçlar geliyor, ellerindeki tırmıklarla araçlardan inen kadınlar, alkışlarla karşılanıyor, onların yerine yenileri gönderiliyordu.” Röportajlarda, tırmıklı kadınlar mücadeleyi bırakmayacaklarını söylüyorlar, “köyümüz yanacağına biz yanalım,” diyorlardı.

Yangınla mücadele, araçlar gücüyle de sürüyordu: “Büyük itfaiye araçlarının ulaşabildiği yerlerde uzatılan hortumlarla alevlerin gücü kırılmaya, yangının hızı kesilmeye çalışılıyordu. İtfaiye araçlarının giremediği alanlara da köylülerin hazırladığı, adına ‘Ahmetler İtfaiyesi’ denen araçlar gönderiliyordu. Traktörle çekilen ve su tankına yerleştirilmiş bir düzenekle basınçlı su sıkmaya yarayan bu araçlardan üç tane vardı.

Ahmetler Köyü’nde bir yandan kriz masası kuruluyordu, hem de üç asırlık zeytin ağacının dibine… Bir yandan yangın NASA’nın yangın haritasından takip ediliyordu. Kriz masasının görevi çoktu: “Gelen misafirlerle ilgilenmek, yangın söndürme gruplarını organize etmek, onların su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak, acil ihtiyaçları yetiştirmek, günlük kaç kişilik yemek ihtiyacı olduğunu yardım kuruluşlarına ve belediyelere bildirmek, üç öğün yemeği organize etmek, onlarca su tankerini ve itfaiye araçlarını köyün su şebekesinden 24 saat aralıksız doldurmak.”

KORUDUĞUN KANYON ALEVLERE KARŞI YARDIMA KOŞARSA…

Yangınla mücadele son hızla sürse de, köyün deresinin öbür yanına alevler ulaştığında, ağıtlar da yakılmaya başlanmıştı. Tam o sırada helikopterler yetişiyor ve yangını söndürüyorlardı. Güğlen Dağı’nın son noktası içinse, yangınla mücadele hem karadan hem havadan sürüyordu. Ahmetler’in korumak için büyük uğraş verdiği ünlü Ahmetler Kanyonu da tehlike altındaydı.

Ahmetler Kanyonu’nun köy için anlamı çok büyüktü. 2014 yılında kanyona yapılmak istenen hidroelektrik santrale karşı da, çevreye etkisi hiç değerlendirilmeden yapılmaya kalkışıldığı için büyük dayanışma göstermişlerdi. Kanyona hidroelektrik santral yapılmamıştı. Yangınla mücadelede, kanyonun bulunduğu yerden su çekerek, itfaiye araçlarını dolduruyorlardı. Vananda Shiva’nın satırlarında olduğu gibi, korudukları kanyon şimdi onlara yardım ediyordu.

Ve sonunda Güğlen Dağı’ndaki yangın da söndürüldü. Kamu, köylüler ve gönüllülerin el birliğiyle Ahmetler Kanyonu bir kez daha kurtuldu. Elbette tek kurtulan kanyon değildi, köydeki ulu ağaç, Karacaağaç da yangından dimdik çıkıyordu.

Bir kez daha Shiva’nın kitabına dönmenin vakti gelmişti, Gandi’nin “gerçekleştirmek istediğimiz değişimin bizzat kendisi olma” gücümüzün bilincine varmaktan söz ediyordu. Tam da bu tarif edilen Ahmetler’deki köylülerdi.

Şimdi, “Ahmetler halleder” cümlesinin karşılığını anlıyordum.

Kaynak: Ahmetler Köyü web sitesi https://www.ahmetler.com/

Ayşegül Tözeren
diğer yazıları