Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’ndaki filmlerden biri de Nadim Güç’ün yönetip Erdi Işık’ın yazdığı Mukadderat. Nur Sürer’in başrolünü oynadığı filmde eşini kaybeden Sultan’ın çocuklarına hemen evlenmek istediğini söylemesi üzerine yaşananları anlatıyor. Nur Sürer’e oğlu rolünde Osman Sonat ile kızı rolünde Aslıhan Gürbüz eşlik ediyor.
Eşinin ölmesinin hemen ertesi günü söylüyor bunu çocuklarına Sultan ve elbette çocukları bu duruma karşı çıkıyor. Kastamonu’nun Cide ilçesinde çekilen filmde Sultan’ın kahvehane işleten oğlu Nevzat, annesinin kararına şiddetle karşı çıkıp küçük bir yerde bunun sözü olacağını söylüyor. Kızı Reyhan ise annesinin çok erken karar verdiğini ve bu duruma alışması gerektiğini düşünüyor. Anne Sultan ise ne kararının erken olduğunu düşünüyor ne de elalemi takıyor…
Mukadderat’ın en güzel yanlarından bir tanesi de Sultan karakterinin toplumun bütün yargılarına rağmen kendi istediğini yaşama hevesi. Zira Sultan bir süre eş aradıktan sonra Almanya’dan kendi memleketine yeniden dönmüş Fikri Bey ile tanışıyor ve onun da tavsiyesi ile yönünü başka tarafa çeviriyor. Fikri bey ona illa ikinci baharını yaşaması için bir eş bulması gerekmediğini söylüyor. Sultan’a kendini oyalayacak ya da geliştirecek bir şeyler bul diyor. Evinin hemen yanında bahçesi olan Sultan ilk etapta gidip pazara tezgah açıyor. Sonrasında da başka bir vesileyle evinin üst katını pansiyon yapıyor. 60 yaşın üstünde bir kadının bunları yapmasının ayıplandığı bir yörede başka kadınlara da ön ayak oluyor. Sultan kendi yolunu çizmeye çalışırken çocukları da babalarından kalan çorak tarlanın payı için kavga ediyor…
Öncelikle şunu söylemeliyim ki yönetmen ve oyuncuların da katıldığı ilk gösterimde film, 6 dakikayı aşan bir şekilde alkışlandı. Son yıllarda Cannes ve de Venedik gibi film festivallerinde alkış neredeyse bir parametre haline geldi. Burada elbette böyle bir parametre yok ama izleyicinin filmi ne kadar beğendiği çıplak gözle çok net görülebiliyordu. Nur Sürer de dakikalarca ayakta alkışlandı. Zira film “festival” filmi dediğimiz kriterlerden ziyade daha ana akıma yakın. Ama “ticari” olarak nitelendirilen sınıfa da girmiyor. Bu terimler üzerinde kesin bir kalıp olmasa da artık kanıksanmış bir festival filmi şekli var elbette. Mukadderat bu anlamda ana akım seyirciyi de festival seyircisini de yakalayan bir film olmuş. Çok eğlenceli bir film ve bu eğlence unsurunun en önemli öğelerinden biri Nur Sürer’in oyunculuğu ve Sultan karakterine kattığı özgünlük. Şu çok önemli bir şey, hayatları boyunca sadece eş olmayı öğrenmiş kadınların kendi hayatlarına yön vermesi, pazarcılık, kooperatifçilik, esnaflık gibi işlere atılması böylesi küçük yerlerde hiç de kolay hikâyeler değil. Mukadderat bunu biraz daha eğlenceli hale getirerek anlatmış. Bu açıdan taşranın o “karanlık” olmayan yüzünü görmek de hepimizi gülümsetti.
ÜÇ YARALI İNSAN VAR AMA HİKÂYESİ YOK
Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’ndaki bir başka film de Hatırladığım Ağaçlar. Erhan Tuncer’in yönetmenliğini yaptığı filmde başrolü Hande Doğandemir, Erdem Kaynarca ve İştar Gökseven paylaşıyor.
Film 7 günlük bir zaman dilimini anlatıyor. Yönetmen Tuncer anlatımı sondan başa sararak götürüyor. Bahar giderken ardından Cemal amca diye seslendiği arkadaşının babasına ve arkadaşı Mahir’e veda eden bir mektup yazıyor. Hikaye her bir günün ardından bir önceki güne geçiyor. Bahar’ın neredeyse birbirine küs olan baba oğlun evine nasıl geldiği ve gün gün neler yaşandığı ortaya çıkıyor.
Filmi izlerken teknik bir arızadan dolayı bazı noktalarda ses çok anlaşılmıyordu. Fakat filmin yönetmeni Erhan Tuncer gösterim sonrası sahneye çıktığında ilk olarak bunun teknik bir arıza olduğunu anlattı. Açıkçası bunu belirtmeseydi son derece talihsiz yorumlara sebep olacaktı. Ama filmde tek mesele ses değildi. Kurguyu tersten saran yönetmen riskli bir işe girmiş, konuyu geriye giderek anlatmış fakat sorun şu ki ortada bir olay örgüsü zaten yok gibi neredeyse…
Üç tane yaralı insanın bir araya gelip bir hafta boyunca konuşmalarına şahit oluyoruz. Yine aynı söyleşide yönetmen Tuncer diyaloglu filmleri sevdiğini söylüyordu. Evet, film de son derece diyaloglu ama diyaloglar fazlasıyla yapay ya da kitabı diyebiliriz. Hayatın olağan akışından ziyade fazla estetik kaygı güdülerek yaratılmış kelimeler gibi. Haliyle oyunculuklarda da bu anlamda fazla estetik kaygı ile haraket edilerek en üst perdeden oynama hali ortaya çıkmış. Bu üç yaralı insanın konuşmaya ihtiyacı olduğunu anlıyoruz fakat konuşmalar dertlerini tam anlamıyla ortaya koymuyor. O yedi günü geriye sararak anlatma fikri iyi ama şablona sağlam bir hikaye koymayınca sadece geriye saran sahneler bütünü kalmış.