Geçen yılki Antalya Altın Portakal Film Festivali sansür krizi sebebiyle iptal olmuştu. Yönetmen Nejla Demirci’nin Kanun Hükmü belgesel filmindeki bir kişi hakkında, yargı sürecinin devam ettiği gerekçesiyle film festival yönetimi tarafından seçkiden çıkarıldı. Nejla Demirci’nin filmde yer alan kişi hakkında yargı sürecinin devam etmediğini belgelemesi üzerine film tekrardan yarışmaya alındı. Bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı karara tepki göstererek festivalden çekildiğini açıkladı. Elbette ilk çekilen Kültür ve Turizm Bakanlığı değildi, film seçkiden çıkarıldığında birçok sinemacı bu sansüre tepki olarak filmini çekmişti zaten.
Şimdiye kadar sansüre birçok tepki gelirken hâlâ belediyenin sansüre dair tatmin edici bir açıklaması olmadı. Bu yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali yeniden açıklandığında, bir tutum olarak sadece Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) jüri göndermeme kararı aldı. Fakat benim de üyesi olduğum dernek açıklamasında bireysel katılımın önünde herhangi bir engel olmadığını belirtti. Bununla birlikte festivalin kendisine de sahip çıkılması gerektiğinin altını çizdi.
Bu yılki Antalya Altın Portakal Film Festivali öncesinde Nejla Demirci’nin de dâhil olduğu Özgür Sanat İnisiyatifi Antalya’da “Özgür Portakal” adı altında 3 günlük bir film gösterimi yapmayı planladıklarını duyurdu. Fakat Kanun Hükmü belgesel filmi bu defa da valilik engeline takıldı. İroniktir ki Antalya Valisi Hulusi Şahin festivalin açılış törenindeki konuşmasında “Türk sinemasında bizi bize anlatan” filmleri sayarken yıllar önce sansüre takılmış filmleri de andı. Oysa kendisi de bir gün önce bir filme sansür uygulamıştı…
Geçen yıl yaşanan hatta bu yıla da sarkan bu tartışmanın elbette etkileri oldu. Fakat festival açıklandıktan sonra birçok film de ulusal yarışmaya ve çeşitli kategorilere başvurdu. Şu bir gerçek ki festival dışında gösterim şansı olmayan filmler için festival bir alan. Güvenli bir alan olmadığı her geçen gün kanıtlanıyor ama alternatifi de yok maalesef… Geçen yıl tüm sinema bileşenlerinin verdiği tepki son derece yerindeydi elbette. Ama bu yıl birçok film kendilerine alan bulmak zorundaydı aynı zamanda. O yüzden festivale gelinmeli mi gelinmemeli mi, takip edilmeli mi edilmemeli mi tartışmasının bir ucu da kendine festival dışında alan bulamayan filmlerin çıkmazına açılıyor. Bir sinema eleştirmeni olarak geçen yıl alınan kararı destekledim. Bu yılsa festivale katılan ve başka yerde izleme şansımızın çok düşük olduğu filmler için Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni aktarmaya çalışacağım.
FEDAKÂRLIK İKİLEMİ…
Ulusal uzun metraj film yarışmasında izlediğimiz ilk filmlerden biri Necmi Sancak’ın yönettiği, senaryoyu Ahmet Sancak ve Binnur Kaya’yla birlikte yazdığı Ayşe filmi. Ayşe bir ilk film. Orta yaşlı bir kadın olan Ayşe, Down sendromlu kardeşi Rıdvan’la birlikte yaşıyor. Film ilk olarak Ayşe’nin kardeşi Rıdvan’ı savunmaya çalıştığı bir kavgayla açılıyor. Sonrasında Ayşe’nin günlük yaşam rutinini takip ediyoruz. Ayşe bir benzin istasyonunda çalışıyor, içine kapanık, işini dikkatli ve eksiksiz yapmaya çalışan bir kadın. Hayatını hep başkaları için yaşayan bu kadın bir gün hiç ummadığı bir şekilde evlenme teklif alıyor. Sürekli istasyona gelen uluslararası bir tır şoförü Ayşe’ye onunla evlenmek istediğini söylüyor. Ayşe beklemediği bu ani teklif sonrasında ilk kez kendi için heyecanlanırken bir başka ilki daha yaşıyor ve kardeşi artık ona ağır gelmeye başlıyor…
Yönetmen Necmi Sancak ve senaryoyu birlikte yazdığı Ahmet Sancak, hem de kendi adıyla da oynayan Rıdvan gerçek hayatta kuzenler. Yönetmen Sancak, hikâyeyi tam olarak kendi kuzenlerinden yani Rıdvan’ın gerçek hayattaki ablasından yola çıkarak yaratmış. Film sonrası söyleşide bu hikâyeyi anlatan yönetmen elbette paralel bir evrende başka bir şekilde bunu kurduklarının altını çiziyor. Film bu anlamda hayatını tamamen kardeşine adamış bir kadın portresi çiziyor. Elbette bu feda etme şeklini olumlayan bir yerden değil, aksine tam da buradan bir çelişki yaratıyor. Ya Ayşe bu fedakârlıktan bıkarsa? Fakat bu önemli çelişkinin ardına çok fazla düşmüyor. Hikâyenin en büyük ayrıntısını yaratacak o ahlaki ikilemi belli bir yere kadar taşıyor.
Şunu da belirtmek lazım filmi sırtlayan en önemli unsur Binnur Kaya’nın oyunculuğu. Belki o ikilemi daha da derinleştirseydi senaryo da o yükün altına biraz daha fazla girebilirdi. Bu anlamda biraz direkten dönüyor.
PATLAMAYA HAZIR
İngiliz yönetmen Mike Leigh’in filmi Hard Truths (Acı Gerçekler) son derece zor bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Londra’daki siyah ailenin çeşitli üyelerini irili ufaklı hikâyeleriyle izlediğimiz ve bunlar arasında geçiş yapan Hard Truths, bir dram ama yer yer izlerken sinirleri gerecek kadar da gergin bir film. Fakat bu gerginlik yerini zaman zaman gülümsemeye de bırakıyor. Çünkü bu bir Mike Leigh filmi!
Neredeyse yanından geçen kişinin çıkardığı ufak bir esintiye bile aşırı hassas ve her an kontrolden çıkmaya hazır olan Pansy’i odakta izliyoruz. Öyle ki kocası Curtley’i ve yetişkin oğulları Moses’ı o kadar acımasızca eleştiriyor ki ikisi de onunla tartışmaya bile girmiyor. Yönetmen Leigh, neredeyse kendi kendine kavga eden tek bir karakterle mutsuz bir ev tablosunu son derece güzel çiziyor.
Hatta öyle ki Pansy yabancılarla ve satış elemanlarıyla da kavga ediyor. Pansy’nin aksine onunla empati kurabilen tek kişi ise neşeli kız kardeşi Chantal. Ama Chantal da ondan nasibini alıyor.
Mike Leigh, artık kangren hâline gelmiş bir durumu ve bununla bir şekilde mücadele etmeye çalışan ya da yaşamaya gayret gösteren insanların hikâyesini anlatıyor. Pansy gibi her şeyde ve her yerde bir kusur arayıp kavga eden, sürekli öfke patlamaları geçiren bir kişinin bile aslında sevgiye ya da ilgiye ihtiyacı olduğunu anlatıyor. Ama bu kangren sadece Pansy’nin hayatını olumsuz etkileyen bir durum değil. Yönetmen her ne kadar ona odaklansa da çevresindekilerin de gündelik yaşamlarında sürüklenip gittiklerini gösteriyor. Şunu belirtmek gerekir ki burada da kesinlikle Pansy’i canlandıran Jean-Baptiste’in muazzam bir oyunculuğu var.