yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Amerika’yı Müslümanlar mı Keşfetti?

Bu mesele siyasetçiler tarafından magazinleştirildiği için ciddi bir tartışma konusu olarak görülmüyor olabilir. Ancak Amerika’nın Müslümanlarca keşfedildiği iddiası bilinçli bir tarih dezenformasyonu sürecinin parçası olduğundan bu iddianın arkeolojik, antropolojik ve tarihsel belgelere dayalı olarak incelenmesi içinden geçtiğimiz “toplum mühendisliği projesiyle” doğrudan ilgili bir konudur ve aslında ciddiyetle ele alınması gerekir. Bilindiği üzere Erken Cumhuriyet yılları tarih ders kitaplarında, medeniyetin kaynağının Orta Asya olduğu ve belli başlı uygarlık adımlarının (atın evcilleştirilmesi, tekerleğin ve yazının icadı vb.) Türklerce atıldığı savunulmuştu. Günümüzün, kültür ve tarihi yeniden inşa etme projesinde ise önemli tarihsel keşif ve buluşların Müslümanlarca yapıldığı iddiası ile tarihin “öncüleri olarak Türklerin” yerini Müslümanların alması da elbette tesadüfi değildir. 

Bilindiği üzere bu iddia 2014 yılında dönemin Cumhurbaşkanı tarafından popüler hale getirilmişti. Hatta Cumhurbaşkanı Amerika’yı keşfeden Müslümanların Küba’da bir de cami inşa ettiklerini iddia etmiş sözlerine kanıt olarak da Kolomb’un şahitliğini göstermişti.[1] Bu iddia ilk olarak Yusuf Mroueh tarafından 1996 yılında Amerika’nın keşfinin 500. yıldönümü törenlerinde dile getirilmiştir.[2] Sonradan bu iddianın bir tür çeviri tahrifatına dayandığı ve Kolomb’un günlüklerinde –Küba’da değil– San Salvador adasında gördüğü bir tepenin biçimini camiye benzettiği;[3] ancak bu alegorinin İslamcı yazarlarca senelerdir “Kolomb Küba’da bir cami görmüştü” şeklinde yorumlanarak yayıldığı anlaşılmıştı. Aslında böyle benzetmeler İspanyol kâşiflerinde rastlayabildiğimiz tavırlardır. Bu, Akdenizli denizcilerin bilinmeyen bir dünyayı, az çok bildikleri bir dünyaya benzeterek kavrama gayretinin bir yansımasıydı. Örneğin Cortes ve Pisarro gibi conquistadorlar Aztek/İnka tapınaklarını cami (İspanyolca mesquitas) diye isimlendirmişlerdi. Amatörce bir okuma sonucunda burada İspanyol kâşiflerin gerçekten camilerden bahsettikleri sanılabilir ve Aztekler ile İnkaların Müslüman oldukları pekâlâ dillendirilebilirdi. 

Amerika’yı Müslümanların keşfettiği iddiası yeni sayılmaz. Bu konu Batı’da zaten uzun süredir tartışılmaktaydı. Giles Cauvet[4] ve Leo Wiener (1862-1939)[5] muhtemelen bu konuya değinen ilk modern araştırmacılardır. Her iki tarihçi de Berberi (Kuzey Afrikalı) gemicilerin Kolomb öncesinde Amerika’yı düzenli olarak ziyaret ettiklerine inanmaktaydılar. Ancak 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Kolomb öncesi Amerikan medeniyetinin eski Mısırlılar, Fenikeliler, Atlantisliler veya Mu kıtasından gelenlerce kurulduğuna dair o kadar çok iddia vardı ki bunlar arasında Kuzey Afrikalı Berberi Müslümanların da olması dikkat çekici bir husus değildi.

Bu mevzu Müslüman Doğu’da ilk olarak Hindistanlı Müslümanlardan Muhammed Hamidullah (1908-2002) tarafından 1957’de dile getirilmiş ve Hamidullah’ın iddiaları hemen Türkçeye çevrilmişti.[6] Aynı konuyu Hamidullah 1968’de yeniden gündeme getirdi.[7] Hamidullah Müslüman dünyada ve Batı’da saygın bir isim olduğundan iddiası belli bir ilgi görmüştü diyebiliriz. Ama tezin argümanları oldukça zayıftı ve çoğu Orta Çağ Müslüman coğrafyacılarının belli belirsiz seyahat hikâyelerine dayanmaktaydı. Örneğin Mesudi (öl.957) ünlü coğrafya kitabı Altın Bozkırlar’ında (Mürucu’l Zeheb) Endülüs (Kordoba) Emiri Abdullah’ın (888-912) Haşhaş ibn Said adlı bir denizciyi Atlantik Okyanusu’nu keşfe gönderdiğini, Haşhaş’ın karanlık sulardaki seyahatinden sonra bilinmeyen bir ülke (Ar. Arḍ Machūlah) keşfedip büyük hazinelerle geri döndüğünü yazmaktaydı. Hamidullah burada anılan meçhul diyarın Amerika olduğunu söylemese de ondan esinlenenler Mesudi’nin açık biçimde Amerika kıtasını tarif ettiğini öne sürmekteydiler. Oysa Mesudi’nin öyküsü gerçek olmayabileceği gibi pekâlâ meçhul ülke derken Kanarya Adaları ya da Asor Adaları’nı da kastediyor olabilirdi.  

Tezinde temkinli davranan Hamidullah coğrafyacı İdrisi’den (öl.1166) şu cümleleri de aktarmaktaydı: 

Bu sis okyanusunun (Atlantik) ötesinde ne olduğu bilinmemektedir. Hiç kimse bu hususta sağlam bir bilgiye sahip değildir. Zira onu aşmak çok zordur. Orada gökyüzü sislidir. Dalgalar çok kuvvetlidir. Korkunç tehlikeler vardır. Deniz hayvanları dehşetlidir. Rüzgârlar fırtına yüklüdür. Orada birçok adalar vardır. Bazısı meskûndur, bazısı da sular altında kaybolmuştur. Şimdiye kadar hiçbir denizci onu aşamamış ancak kıyı boyundan gitmeye muvaffak olabilmiştir.[8]

İdrisi devamla kendilerine baştan çıkarılmışlar (Ar. mugarrarin) –ya da biz sergüzeşt diyelim– bazı denizcilerin Atlas okyanusun ötesinde neler olduğunu merak ettiklerini anlatır. Bu maceracı gençler yanlarına aylarca yetecek su ve yiyecek alarak haftalarca denizde yol alırlar. Sonunda kırmızı derili ve düz saçlı bir halkın yaşadığı bir kara parçasına çıkarlar. Kralları onlarla Arapça konuşur ve geri dönmelerine izin verir. Bu anlatıyı Hamidullah “Amerika’nın keşfi” olarak yorumlamamış, denizcilerin ancak Kanarya Adalarına vardıklarını belirtmişti.[9] Hamidullah son olarak Malili Müslüman coğrafyacı el-Ömeri’nin (öl.1348) anlattığı bir vakaya değinmekteydi. Buna göre Mali kralı Emir Hacib dünyayı saran okyanusun (Atlantik) keşfi için 200 kayık göndermiş ve adamlarına yiyecek ve suları tükenmeden asla geri dönmemeleri emri vermişti. Sonunda tek bir kayık geri dönmüş ve geri dönenler de krala diğerlerinin okyanus ortasında bir girdapta kaybolup gittiklerini söylemişlerdi. Onlara inanmayan hükümdar bu sefer 2000 kayık ile su ve yiyecek dolu 1000 kayıklık bir filo hazırlamış, kendisi de bu sefere katılmış ve bir daha geri dönmemişti.[10]

Bu mitsel anlatıların hiçbiri Müslüman Afrikalıların Amerika kıtasını keşfettiğine dair bir delil sayılamaz. Bu türden anlatılara inanacak olursak Avrupa’daki söylencelere de değinmemiz gerekir. Benzer mitsel anlatılara göre –daha İslam dininin doğmasından çok önce– İrlandalı Aziz Brendan deriden yaptığı bir tekneyle 530 yılı dolayında Amerika kıtasına çıkmıştı. Brendan’ın anlatısındaki bazı ayrıntılar (örneğin bir buzdağı[11] ve balina tarifi) İrlandalı gemicilerin gerçekten de Okyanusa açıldıklarını düşündürmektedir. Ama okyanusa açılmış olmaları –bana göre– Amerika’ya vardıkları anlamına gelmez. Viking seyahatleriyle ilgili anlatılar coğrafi yakınlık nedeniyle biraz daha inandırıcı gibidir. Nitekim Kanada’nın kuzeydoğu kıyıları ve adalarında Viking yerleşimlerine dair arkeolojik kanıtlara sahibiz. Ancak ülkesinden kovulan Gal Prensi Madoc’un 1170 yılında sadık hizmetçilerini yanına alıp bugünkü Alabama’da bir kent kurduğuna dair anlatı gerçekten fantastik bir öykü gibi durmaktadır. Gerçi Müslüman dünyada olduğu gibi inançlı Hristiyanlar da bu öyküye samimiyetle inanmaktadır. Domuz eti yemeyen Karayip yerlilerinin Müslüman kökenli olduğunun iddia edilmesinde olduğu gibi[12] Alabama yerlileri arasında da Gal ve Hristiyan geleneklerinin yaşadığına inanılmaktaydı. 1666’da yerlilerin yakaladığı misyonerlerden biri Galce dua etmeye başladığında bu dili anlayan “Prens Madoc’un torunları olan” Kızılderililer hemen rahibi serbest bırakmışlardı.[13]

Hamidullah’ın da aslında bu rivayetlerin Amerika’nın keşfi için yeterli delil teşkil etmediğini vurgulaması gerekirdi, ama o tam aksine şu sonuca varmıştı: Kolomb’tan çok önce Afrikalı Müslüman Berberiler/Araplar Amerika kıtasına çıkmışlardı. Kolomb’un anılarında söz ettiği “siyah derili kabileler” bunların soyundan gelmiş olabilirlerdi. Bu siyah derili kabilelerin de bir tür çeviri hatası olduğunu söyleyebiliriz. Zira Kolomb anılarında Amerika’da siyahî insanlara rastladığını söylemez. Yerlilerin tenlerinin açık, saçlarının düz olduğunu Ginelilere değil Kanarya Adaları yerlilerine benzediklerini açık biçimde vurgular. Ama bazı yerlilerin derilerini siyaha, kızıla veya sarıya boyadıklarını aktarır. Bu metinlerin özensiz çevirileri yerliler arasında farklı ırkların yaşadığının sanılmasına yol açmıştır.[14] 

Hamidullah’ın tezinin “dilbilimsel kanıtları” ise gerçekten amatörcedir. Hamidullah Brezilya sözcüğünün Afrika’daki Birzala Berberilerinden geldiğini iddia etmekteydi. Bené Hoaré adasının adın Beni Huvare adlı berberi kabilesinden geliyordu vb. Örneğin bu iddialara göre Honduras’ta yaşayan İspanyolların el-Mamy dedikleri kabile Arapça imamdan gelmektedir.[15] Kolomb’a göre Antil yerlileri altına guaine diyorlardı. Bu, batı Afrika’daki Arapça etkisindeki Gine/Mandinka diyalektlerinde ghana (Arapça zenginlik anlamına gelen ğani’den) türemeydi. Kolomb 12 Ekim 1492’de Guanahani adlı bir adaya varmıştı. Romantik yaklaşıma göre bu adanın adı Arapça “zengin kardeşler” anlamına gelmekteydi.[16] Arapça metal (tibr) Antillerde truob veya tubab olmuştu vb. Bu örnekler bize ses benzerliklerine (fonetik) dayalı dil teorilerinin tüm dünyada artık demode olmalarına rağmen, bu alanı geç keşfeden İslamcı entelektüelleri hala heyecanlandırmakta olduğunu göstermektedir. İslamcı entelijansiya bu açıdan 1930’larda ses benzerliklerine dayalı kanıtlarla Maya dili ile Türkçe arasındaki bağı ispatlamaya çalışan Tahsin Mayatepek’in izinde gibidir. Marx’ın tarihte yaşanan tekrarların komedyaya yol açtığı göndermesini burada hatırlatabiliriz, zira sonuçta Mayatepek’in Amerikan yerli dilleri ile Türkçe arasındaki ses benzerliklerine dayalı “kanıtları” Arapça ile kurulan bağlardan çok daha fazlaydı.[17] Üstelik Amerikan yerli dilleri ile eklemeli Asya dilleri arasında gramer bağları olduğu dilbilimin kabul ettiği bir husustur ve bu özellik Amerikan yerli dillerinin Arapçanın içinde yer aldığı Sami dilleriyle hiç ilgisi olmadığını kesin biçimde gösterir. Burada asıl ilginç olan nokta, erken Cumhuriyetin Türkçenin dünya dilleriyle kimi zaman fantastik yollarla bağını kanıtlamaya gayret gösteren dil teorileriyle alay etmekten hoşlanan İslami entelijansiyanın benzer teoriler Arapça üzerinden inşa edilmeye çalışıldığında heyecanlanarak bu teorileri sahiplenmesidir. Bu manasız tartışmayı bir sonuca bağlarsak: Amerikan yerlilerinin Arapça konuştukları iddiasının –ki Hamidullah’tan sonra da sayısız defa yinelenmiştir– tamamen mesnetsiz olduğunu söyleyebiliriz. Karayip Adaları yerlileri iddia edildiği gibi Arapça bilen insanlar olsalardı Kolomb onlarla rahatlıkla temasa geçerdi. Kolomb’un Torres adlı Yahudi kökenli tercümanı İbranice, Arapça, Keldanice (Süryanice) bilmekteydi. Ancak yerlilerin konuşmalarından tek bir sözcük dahi anlamamıştı.[18] Eğer dil yönünden Arapçadan tanınan sözcüklere rastlansaydı böyle bir durum İspanyollarca hemen kayda geçirilirdi. Hamidullah’ın bir tuhaf “kanıtı” da Amerika’dan gelen mısır bitkisine Batı dillerinde Türkler ve Müslümanlarla ilişkili isimler verilmesiydi.[19] Hamidullah’a göre bu isimlendirme Arapların yüzyıllar önce Amerika’ya çıkıp mısır bitkisini tanımaları ve Osmanlılar üzerinden Avrupa’ya taşımalarını kanıtlamaktaydı.[20] Hâlbuki Avrupa dillerinde mısırın “Türk buğdayı” olarak tanınmasının çok daha basit bir açıklaması vardır. Avrupalılar Amerika’nın keşfinden sonra tanınan mısırın ayrı bir bitki olduğunu anlamamışlar ve bunu, Asya kıtasında ve Anadolu’da binlerce yıldır ekilen buğdaygillerden darıyla karıştırmışlardı (bugün bile mısır ve darı tanesi karıştırılır). Darının mısırla karıştırılması gibi Amerika’dan getirilen hindiler de Avrupa’da bir Anadolu tavuk türü olan beç tavuğu sanılmıştı. İngilizler beç tavuğu sandıkları hindileri de Türk kuşu olarak adlandırmışlardı (İng. turkeybird). Hamidullah bu örnekten yola çıkarak hindinin de Britanya’ya ilk kez Müslüman kâşiflerce getirildiği sonucuna varabilirdi. 

Hamidullah’ın zayıf kanıtlara dayalı tezi yeterli destek görmedi. Bu türden olaylarda her daim karşımıza çıkan heyecanlı ve komplocu yaklaşımlar bu örnekte de karşımıza çıkmaktadır. Teorinin yandaşlarından Quick’e göre Müslümanların Amerika’yı keşfettiği “gerçeği” Batılılarca örtbas edilmekte, “komplocu Batı arkeolojisi” bu keşfe dair kanıtları halktan gizlemekteydi. Komplocu Batı arkeolojisi iddiası üzerinde uzun uzadıya durmak istemiyorum. Emevilerin kumlarca yutulmuş çöl saraylarından Maveraünnehir’in harabe haline gelmiş türbelerine kadar pek çok yapı “komplocu Batılı arkeologlarca” keşfedilip unutulmuşluktan kurtulmuşlardır. Arkeologlar dünyanın dört bir yanında İslam sanatına dair tüm kalıntıları ortaya çıkaran kazılar yürütmektedirler. O yüzden bu çocuksu bahsi geçelim. Buradaki sorun fantastik iddiaların bilim dünyasının süzgecinden geçememesidir. Örneğin Quick’e göre Brezilya’da, Peru’da hatta Birleşik Devletler’de çok sayıda Mandinka Müslüman yazıtı ele geçmiştir. Missisipi’deki höyükler Müslüman yerleşimcilere aittir vb.; ama bunlar hasıraltı edilmekte, halktan saklanmaktadır.[21] Hâlbuki “halktan saklanan” bu buluntu grupları üzerine, Cyrus Gordon (1908-2001) veya I.G. Van Sertima (1935-2009) gibi tanınmış araştırmacılar popüler yayınlar yapmışlardır. Özellikle de Amerika’da siyahi hakları tartışmalarının zirvede olduğu 1970’lerde Amerika’nın siyah Afrikalılarca keşfedildiğini iddia eden Sertima’nın yayınları oldukça ilgi de görmüştü.

Gerçi bir siyah hareketi savunucusu olarak Van Sertima Amerika’ya ulaşan siyahların diniyle ilgileniyor değildi. Onun için önemli olan Amerika’daki tüm uygarlığın Afrikalılarca yaratıldığını kanıtlamaktı. Sertima’ya göre Maya tapınakları, piramitleri, astronomisi, Olmek heykelleri vb. Afrika kökenliydi.[22] Orta Amerika uygarlığı varlığını “siyahi” Mısır’a borçluydu. Koyu bir pan-Afrikacı olan Sertima Amerika’nın “keşfinden” bahseden Arap/Müslüman coğrafyacı İdrisi’nin Nübyeli olduğunu özellikle vurgulamaktaydı.[23] Mezo-Amerika arkeolojisi uzmanlarınca Sertima sahte-arkeoloji inşa etmekle suçlanmaktaydı: Örneğin Sertima, Olmek heykellerinin siyah ırkı temsil ettiklerini savunarak kitabında heykellerin yanına modern Afrikalıların fotoğraflarını yerleştirmişti.[24] Aynı heykeller ile ten renkleri siyahi olmayan günümüz Orta Amerika yerlileri arasındaki fiziki benzerlik de dikkat çekici olduğu halde Sertima bu örneklere değinme gereği görmemişti. Sonuç olarak Sertima’nın görüşleri siyah ırkçılığının ve Afrika-merkezciliğin bir yansıması, Amerikan yerli halklarının yaratımının küçümsenmesi olarak görüldü ve bilim dünyasınca kabul görmedi.

Bu dışlanma Van Sertima’nın İslamcı entelektüelleri besleyen bir kaynak olarak değerini yitirmesine sebep olmadı. Günümüzde de Amerika’nın Müslümanlarca keşfine dair iddialarda temel kaynak olarak bu kitap kullanılmaktadır. Öte yandan bugüne kadarki bütün sansasyonel iddialara rağmen Amerika’da Kolomb öncesine ait hiçbir Arapça yazıt ele geçmediğini belirtelim. Arapça olduğu iddia edilen şekiller hatalı örüntü dediğimiz türden benzetmelerden ibarettir. Orta Çağ Arap kültürü yazınsal açıdan oldukça zengindi. Eğer Araplar bir şekilde Amerika kıtasına ulaşmış olsalardı sağda solda zorlukla seçilen kazıma şekillerle yetinmezler ileri taş işçiliğine dayalı kitabeler dikerlerdi.

Bütün bu “arkeolojik” belgeler içinde ciddiye alınabilecek bir keşiften söz etmeliyiz. O da Cyrus Gordon’ın sözünü ettiği Venezuela’nın Karayiplere bakan kıyılarında ele geçen içinde Roma ve İslami dönem (9. yüzyıl) dirhemlerinin bulunduğu bir definedir.[25] Quick’e göre muhtemelen Kuzey Afrika Müslümanlarına ait olan bu define 800 dolayında Atlantik Okyanusu’nu geçerken batan bir gemiye aitti. Ancak bu definenin Arap denizcilere ait olup olamayacağı konusunda bu kadar kesin konuşamıyorum. Bunun iki sebebi var; birincisi bir sirkülasyon aracı olarak sikkeler kendi zamanlarının çok ötesinde de taşınabilirler. Bu define Arap paraları biriktirmiş bir İspanyol gemisine de ait olabilir. İkinci olarak Arap dirhemleri yeryüzünün her noktasına yayılmışlardı ve onları taşıyanlar genellikle Arap da değillerdi. Zaten Gordon’ın söz ettiği yüzyıllarda Arap dirhemlerinin asıl taşıyıcıları Araplar değil Vikinglerdi. 19. yüzyıldan günümüze çeşitli kazılarda 250.000 kadar Arap/İslam dirhemi İskandinavya’da ve Britanya’daki Viking defineleri içinde bulunmuştur ki bu sayıda dirhem günümüzde Müslüman ülkelerinin müzelerinde dahi yoktur.[26] Arap gemilerinin hiçbir zaman İskandinavya’ya ya da Britanya’ya gitmediklerini biliyoruz. Buna karşın muhtemelen milyonlarca[27] Arap dirhemi onlarla ticaret yapan Vikinglerce bu coğrafyalara taşınmıştı. Özetle Arap dirhemleri bulunması tek başına Arapların Amerika’ya ulaştıkları anlamına gelmez. Hatta Amerika kıtasında ele geçen Arap dirhemlerine dair anlatılar bu kıtaya da akınlar yaptıklarına dair güçlü iddialar olan, dirhem koleksiyoncusu Vikinglerle ilişkilendirilse buna şaşırmamak gerekir. 

Netice olarak 1996’da Yusuf Mroueh tarafından Amerika’nın keşfinin 500. yıl dönümü etkinlikleri esnasında yeniden canlandırılmadan[28] önce Müslümanların Amerika’yı keşfi tezi artık unutulma aşamasındaydı. Ardından bu tez Fuat Sezgin’in (1924-2018) teoriyi sahiplenişi ile bana göre en güçlü destekçisini bulmuş oldu. Kanımca İslamcı siyasetçilerin nihayet bu meseleye el atmalarını sağlayan da Fuat Sezgin’in tüm dünyada saygıyla anılan adından aldıkları cesaretti. 

Fuat Sezgin’in yazılarıyla yirmili yaşlarımın başında 2002’lerde tanıştım. Sözü dolandırmayacağım… Sezgin, dünya çapında bir bilim insanıydı. Kurduğu İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi’nin önemi veya çeşitli ülkelerden aldığı ödüllerden söz ederek konuyu uzatmak istemiyorum ama Sezgin’in kurduğu müzede, yazma eserlerden ve minyatürlerden tanıdığımız yüzlerce mekanik bilim araç gerecini (su saati, usturlap vb.) gerçeğine uygun biçimde yeniden imal ettirerek bilim tarihine muazzam bir katkıda bulunduğunu hatırlatmalıyım. Doğal olarak Sezgin gibi büyük bir bilim insanının son yıllarında Amerika’nın Müslümanlarca keşfine dair bu romantik harekete dâhil olması şaşkınlıkla karşılanmıştı. Tuhaflık öncelikle Sezgin’in kitabının adıyla başlamaktaydı: Amerika Kıtasının Müslüman Denizciler Tarafından Kolomb Öncesi Keşfi…[29] Sezgin daha başlangıçta bir tartışma yürütmek istemediğini, sonuca baştan ikna olduğunu ilan etmekteydi ki bu, bilimsel dilde asla tercih edilmeyen bir yöntemdir. Örneğin P. Aughton kendi keşifler derlemesinde okurlarına Kolomb’tan yüzlerce yıl önce Amerika’ya ulaştığı iddia edilen Aziz Brendan, Madoc ab Gwynedd efsanelerini veya Çin deniz seferlerini değerlendirirken bu anlatıların inandırıcı ve zayıf yanlarını bir arada tartışabilmekte son kararı okuyucuna bırakmaktadır.[30] Ama Sezgin’in, Müslümanların Amerika’yı keşfettiklerine dair inancı böylesi bir lehte ve aleyhte delillerin çarpışmasından doğmaz. Kitapta sadece teoriyi doğrulayacak tek yönlü “kanıtlar” bulunmakta, daha doğrusu bu kanıtlar âdeta üretilmektedir.

Sezgin’in kanıtları haritalara ve o dönem Müslümanların deniz yolculukları ve denizde yön bulma bilgilerinin olası sınırlarına dayanmaktadır. Sezgin Müslümanların Amerika’yı keşfettiğine dair en önemli kanıtları 1513 tarihli Piri Reis haritası ile Brezilya’nın doğu sahillerinin gerçeğe oldukça uygun çizildiği, 1511 tarihli Cava (Endonezya) haritasıdır. Sezgin’in Piri Reis haritasını kanıt olarak göstermesi ilginç bir durumdur; zira Piri Reis, haritasının “Batı Hint Adaları” (Amerika) bölümünü Kolonbo (Kolomb), Nikola Cuvan (Nichola di Genova), Anton Geneviz (Antonio da Noli) gibi İtalyan denizcilerin haritalarından yararlanarak çizdiğini söylemişti.[31] Bu bilinen bir olguyken haritanın hâlen Güney Amerika’yı keşfetmiş Müslümanların haritalarından yararlanarak çizildiğini iddia etmenin[32] maksadı tartışmaya açıktır. Ki Piri Reis’in haritasının sonuçta keşifler sonrasına ait olması, haritadaki çizimlerin Avrupalı gemileri açıkça göstermesi veya denizci tiplemelerin Avrupalı kıyafetlerle betimlenmeleri gibi ayrıntılara girmek sıkıcı olabilir. Haritada köpek kafalı (cynocephaly) olarak çizilen Amerikan yerlileri Marco Polo seyahatnamesi etkisi altında bu kabilelerden söz eden Kolomb’un seyahat notlarına açık bir göndermedir. Günümüzde keşiflere Müslümanların katkılarının yok sayıldığını iddia eden komplocular, Piri Reis’in bu keşiflerde Müslümanların rolüne neden değinmediğini açıklamakla mükelleftirler.

Sezgin’in ikinci önemli kanıtı ise 1511 tarihli Cava haritasıdır. Bu harita Brezilya’nın keşfinden 10 yıl kadar sonra çizilmiştir ve Brezilya sahillerini o günlerde bilinenden daha gerçekçi olarak tasvir etmektedir ve Sezgin’e göre de bu Cavalı  Müslüman denizcilerin çok uzun zamandır Brezilya’ya gidip geldiklerinin bir kanıtıdır. Sezgin ayrıca geçmişte Cavalıların Brezilya hakkındaki bilgileri Portekizliler vasıtasıyla edindiğini düşündüğünü ama sonradan fikir değiştirdiğini, “bunun Arap/ İslam denizciler tarafından çizilen bir haritanın kopyası olduğu inancına götürüldüm” diyerek belirtmektedir.[33] Sezgin geçmişte Almanya’da yayımladığı büyük külliyat olan Geschichte Des Arabischen Schrifttums (GAS) adlı ünlü derlemesinde her iki haritanın da Avrupa kaynaklı olduğunu savunmaktaydı. Sonradan fikirlerini değiştirme sebebini ise şöyle açıklamıştır: “Bugün konuyu daha iyi kavramış olarak eski değerlendirmelerimin hatalı olduğunu düşünmekte ve şu inancı taşımaktayım: Macellan Boğazı Arap-İslam kültür çevresinde biliniyordu ve (boğazın) kartografik tasvirleri buradan (Araplardan) 15. yüzyılda Avrupa’ya ulaşmıştı”. Bu cümleleriyle Sezgin ömrünü adadığı çalışmasındaki rasyonel tavrını da terk ettiğini ilan etmiştir.[34]

Sezgin’i harekete geçiren asıl etmen, Batılı değil Çin kaynaklı bir meydan okumaydı. Çinlilerin Ming Hanedanlığı döneminde 1420 dolaylarında dünyanın tamamını dolaştıkları ve haritalandırdıklarına dair anlatılar uzun yıllardır denizcilik tarihinde tartışılmaktadır. Eski Çin tarihi yazmalarına göre İmparator Zhu Di, Zheng He adlı amiralini 1415’te dünyayı keşfe göndermişti. 1418’de Amiral Zeng He dünyanın dört bir yanının haritaları ile geri dönmüştü. Bunun üzerine İmparator 1421’de dört amiralini daha büyük filolar eşliğinde bütün dünyayı keşfetmeleri ve haritalandırmaları için görevlendirmişti. Ayrıntıları atlarsak bu dört amiralden biri olan Hong Bao Ümit Burnu’nu geçerek Güney Amerika’ya varmış ve yine Afrika üzerinden Çin’e geri dönmüştü. Zhou Man ise Magellan’ın yaptığı gibi tüm dünyayı dolaşarak Avustralya ve Kuzey Amerika’yı da keşfetmişti. Zhou Wen ise en inanılmaz yolculuğu yaparak modern buz kırıcı gemilerin bile ilerlemekte zorlandığı tüm Kuzey Buz Denizi’ni geçerek Grönland üzerinden Çin’e dönmüştü.[35] Bu anlatılar bilim insanlarınca hayalî yolculuklar olarak görülmekteydi. Ancak 2001 yılında Liu Gang adlı bir Çinli avukat Şanghay’daki bir sahaftan 18. yüzyıla ait bir harita satın alınca durum değişti. Harita 1418 tarihli Zheng He haritasının kopyasıydı ve daha o dönemde Çinlilerin Kuzey ve Güney Amerika hatta tüm dünya kıtalarından haberdar olduklarını göstermekteydi. Bu olayın üzerine giden emekli İngiliz deniz subayı Gavin Menzies’in (1937-2020) 2002 yılında yayımladığı 1421: Çin’in Dünyayı Keşfettiği Yıl[36] tam anlamıyla bir “Best Seller” oldu.

 

1418 tarihli Zheng He haritasının 18. yüzyıla ait kopyası.

 

Sezgin’in bu kitabı incelediği ve Menzies’in bu denli popüler olmasına içerlediği görülmektedir. Sezgin Menzies’i gelişigüzel sonuçlar çıkaran, “saymakla bitmeyen tüyler ürpertici  iddialarda bulunan”, çarpıtılmış acemice fikirlerin yazarı olarak itham eder. Bu kitabın popüler hale gelmesini kartografya tarihinin içinde bulunduğu içler acısı durumun bir tezahürü olarak niteler.[37] Sezgin’in Menzies’i bu kadar ağır bir dille tenkit etmesinin sebebi nedir? Amerika’yı Müslümanların değil Çinlilerin keşfettiğini iddia etmesi mi? Menzies’in “akıl almaz” fikirleri, Küba’da bulunan cami ve ABD’de keşfedildiği iddia edilen kufi yazılardan daha mı akla aykırıdır? Sezgin’in çok önem atfettiği Cava haritasının Çinlilerden öğrenilmiş olması tamamen ihtimal dışı mıdır? Nitekim neden böyle bir harita İslam dünyasının merkezinde İstanbul’da, Kahire’de vb. çizilmemiştir de Müslüman dünyasının Çin’e en yakın hattında elde edilmiştir? Konu Müslümanlar olunca nerdeyse her spekülasyonu pozitif anlamda değerlendiren Sezgin’in Çinlilere dair spekülasyonlara karşı bir anda bilimsel şüphecilik tavrını takınması bana göre bir çelişkidir. Gerçi sonraki yazılarında Sezgin Çin teorisine karşı olan agresif tavrını bir nebze yumuşatmış gibi görünmektedir. 2017 yılında yayımlanan bir makalesinde Sezgin, Menzies’in Çin keşifleri teorisini yine mahkûm etmekle birlikte eleştiri dilini daha yumuşak tutmuştu.[38] Yazının başlığı da daha az iddialıydı (Amerika’nın Keşfinde Müslümanlar) Sezgin’in Çin keşiflerinin üç orijinal kaynağından biri olan Ma Huan’ın Arapça bilen Çinli bir Müslüman olduğunun altını çizmesi[39] ise Sertima’nın Afrikalı İdrisi’yi ön plana çıkarma girişimine benzer ilginç bir yaklaşımdır. Sezgin belki de bu şekilde Çin başarısının ardında da Arap/İslam etkisini göstermek istemişti (zira diğer iki kaynağa değinme ihtiyacı gütmez).

Aslında Sezgin’in iddiaları Menzies’ten çok daha büyük çelişkilerle doludur. Sezgin’in bütün çalışmalarında övdüğü Arap/İslam haritalarının 14. yüzyıla kadar dünyayı ne kadar irrasyonel ve şematik olarak yansıttığı bilindik bir olgudur ve Arap haritacılığındaki bu şematize tavır genel olarak Arap sanatındaki tavırla da uyumludur. Geleneksel Arap/İslam haritacılığında bırakalım Yeni Dünya’yı Sezgin’in –doğru sayılabilecek şekilde– bir Arap/İslam gölü olarak kabul ettiği[40] Hint Okyanusu haritaları dahi çocuksu ve şematikti. 9. yüzyıla ait Halife el-Memun haritası olarak bilinen haritada Hindistan yarımadası dahi görünmez. 12. yüzyıl gibi keşiflerin eşiğindeki bir çağda çizilmiş el-İdrisi haritasında (1154) Afrika boynuzu ve Hint yarımadası bile yoktur. Bu örnekler Arap/İslam denizcilerin 13. yüzyıla kadar Hint Okyanusu’nu gerçekçi bir tarzda haritalandırmaya gerek duymadıklarını göstermektedir.

 

El İdrisi’nin şematik Dünya haritası (1154)

 

Klasik İslam haritacılığı tamamıyla şematize iken 14. yüzyılda birdenbire bu şematize haritalar terk edilerek portolan dediğimiz enlem ve boylamları gösteren gerçekçi haritalara geçiş yapıldı. En eski portolan haritalar 13. yüzyılda İtalya’da çizilmişlerdir[41] (sözcük de zaten İtalyanca liman anlamındaki portodan gelir). Ancak Sezgin ve benzer düşüncede olanlar çeşitli yayınlarda, Müslümanların enlem ve boylam bilgisinin daha ilerde olması sebebiyle bu haritaların Müslümanlarca yaratıldıklarını iddia etmektedirler. Hâlbuki harita çizimlerinin genel sanat ve estetik ölçütleriyle bağını da düşünmemiz gereklidir. Örneğin Avrupa’da realist portolan haritalar ile sanatın genelindeki realizm anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde Rönesans’ta birlikte ortaya çıkmıştı. Portolan haritalar yayılırken bir yandan da Rönesans’ın perspektif kurallarına dayalı gerçekçi mimari ve kent planı çizimleri de onlara eşlik etmekteydi. Oysa İslam dünyasında (Matrakçı Nasuh’u anımsayalım) perspektifsiz kent ve mimari çizimleri etkisini korumaya devam ediyordu. Sanatsal üretimin hiçbir alanında perspektifi ve gerçek ölçütleri kullanma gereği duymayan Osmanlı/İslam dünyası nasıl olup da sadece haritacılıkta birdenbire bir realizm sıçraması yaşayarak Rönesans’ın doğduğu ülke olan İtalya’ya bu konuda örnek oldu? Bu sorular açıklama beklemektedir. 

 

Albino de Canepa’nın portolan Akdeniz haritası (1489)

 

Öte yandan Sezgin’in Arapların enlem ve boylam bilgisinin İtalyanlardan ve diğer batı Akdenizlilerinden ileride olduğunu savunurken haklı olduğu noktalar vardır. Ancak onun bu konudaki haklılığı Amerika’nın Müslümanlarca keşfi teorisini kendi içinde de çürütmektedir. Sezgin şöyle demektedir: “Arap denizciler genellikle Atlantik’i geçme girişimlerinden uzak duruyorlardı, çünkü ekvatorun çoktan beri ölçülmüş uzunluğu bilgisiyle yola çıkarak batı Afrika ile Çin arasındaki mesafeyi doğruya oldukça yakın hesaplayabiliyorlardı.”[42] Yani onların enlem bilgileri bu türden seferler yapma konusundaki cesaretlerini kırıyordu. Oysa ekvatorun daha küçük olduğunu sanan Kolomb ve kuşağı bu “cahillikleri” sebebiyle ekvatoru aşma konusunda daha cesur davranabilmişti. Buradaki açık çelişkiyi okur hemen fark edecektir. Sezgin son çalışmalarında Kolomb’un Arap haritalarından yararlandığını savunmuştu. Oysa Kolomb Arap haritalarından yararlanmışsa ekvatorun gerçek çapı konusunda yanılmış olamazdı. Sezgin bu hatanın Kolomb’un Arap milini İtalyan miline çevirmesinden doğduğunu belirtmektedir. Bu hatalı transfer nedeniyle Kolomb Avrupa ile Asya arasındaki uzaklığı gerçek uzaklığın üçte biri olarak ölçmüştü.[43] Bu pek inandırıcı bir kanıt olarak görünmüyor. Kolomb ve kuşağı Arapların ileri denizcilik birikiminden bu denli haberdarsa nasıl bu denli büyük bir hata yapabilmişlerdi? Aughton, Kolomb’un hatasına farklı bir açıklama getirmektedir. Ona göre Kolomb’un Asya ile Avrupa arasındaki mesafeyi olduğundan çok daha az sanması dünyayı daha küçük kabul etmesinden değil, Asya kıtasının çok daha büyük olduğunu ve çok daha doğuya uzandığını sanmasındandı.[44] Her hâlükârda iki görüş de Kolomb’un Amerika’yı çok önceden keşfetmiş olan Arapların haritalarından yararlandığı iddialarına gölge düşürmektedir. Böyle bir yararlanma durumu olsaydı Kolomb bu denli büyük hatalarla yola çıkmazdı. Kolomb’un dünyanın çapı veya kıtaların yayılımı konusundaki büyük yanılgıları onun Amerika’yı tarif eden bir Arap haritasından yararlanmadığını –daha doğrusu ortalıkta böyle bir haritanın olmadığını– açık biçimde kanıtlamaktadır.

Sezgin ve benzer düşüncelerde olanların kanımca en önemli eksikliği keşifleri sadece haritalar üzerinden yorumlamalarıdır. Dönemin gemi teknolojisinin bu türden çalışmalarda göz ardı edildiğini görüyoruz ki Sezgin gibi bir bilim/teknoloji tarihçisinin Müslüman kadırgalarının bu türden yolculuklara uygun olmadığı gerçeğini es geçmesi hayli ilginç bir durumdur. Amerika’nın İspanyol/İtalyan/Portekizli denizcilerle değil de Müslümanlarca keşfedildiği gibi büyük bir iddiada önce tarafların gemi teknolojisindeki durumları ele alınmalıdır. Karşılaştırmalı gemi teknolojisinde Müslüman doğunun (Memluk, Osmanlı vb.) İtalyan ve diğer Latinlerden geride olduklarını biliyoruz. Müslümanlar Bizans tipi yuvarlak gövdeli, arka ve önü kavisli, bordasız kadırgalar kullanmaktaydılar. Bunlar açık denizlere uygun gemiler değildi. Haftalar sürecek yolculuklar için besin ve su depolama alanları yetersizdi. Bu nedenle sürekli kıyılara uğramak zorundaydılar ve deniz yolculukları da zaten kıyı şeridi takip edilerek yapılmaktaydı.[45] Bu türden yolculuklar yapılabilmesi için 14. yüzyılda geniş gövdeli kogların ve karakların yaygınlaşması zaruriydi. Bunlar aslında Kuzeyli (Nordik) Avrupalıların zorlu okyanus koşullarına uygun gemi modelleriydi ve bunların Akdeniz tipleri ile sentezlenmeleri sonucu açık denizlere uygun, yiyecek ve su depolamaya uygun, üç direkli kara ve latin yelkenli gemi formları (karavel ve kalyon) ortaya çıkmışlardı. 13. ve 14. yüzyılda Haçlılar ile Müslümanlar arasında yapılan belli başlı deniz savaşlarında Haçlıların başat üstünlüğü bundan kaynaklanmaktaydı.[46] Bu üstünlük özellikle Memluk ve Osmanlıların küçük bir krallık olan Portekiz karşısında Hint Okyanusu savaşlarında yaşadıkları zorlanmadan da anlaşılmaktadır. Portekiz gemileri açık denizlerde Memluk, Osmanlı ve Babür donanmalarına karşı daima üstün gelmekteydiler.[47] Müslüman denizciliği Sezgin’in iddia ettiği ölçüde ileri düzeyde olsaydı denizdeki bu mücadelede Portekiz gibi küçük bir krallık gücü bu denli başarılı olamazdı. 

Amerika’ya İspanyollardan ve Portekizlilerden önce Arapların ya da Berberilerin düzenli olarak gidip geldikleri iddiasını çürütecek en önemli kanıtlar arasında zoolojik, biyolojik ve metalürjik bulgular da sayılabilir. Bilindiği üzere İspanyollar geldiğinde Amerika kıtasında koyun, keçi, büyükbaşlar ve at yoktu. Kolomb’un dikkatini çeken ilk özelliklerden biri buydu ve İspanya Kralına yazdığı mektubunda keşfettiği adalara koyun, eşek, at gibi hayvanların getirilmesi gerektiğini belirtmekteydi.[48] Aynı şekilde “Batı Hint adalarında” demirin de bilinmediği görülmekteydi.[49] Eğer Araplar yüzyıllardır bu adalarla ticaret yapıp yerleşimler kurmuş olsalardı Amerikan yerlilerinin koyun, keçi, at ve demiri tanıyor olmaları gerekirdi. Yine aynı şekilde bu ticaret hattı kurulmuş olsaydı Mali, Gine vb. ülkelerde de tütün, patates, domates, kauçuk gibi Amerikan bitkilerinin bilinmesi gerekirdi. Hâlbuki İspanyollar tütünle ilk kez Küba ve çevre adalarda tanışmışlardı.[50] Jared Diamond dünya çapında ses getiren Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı çalışmasında Amerikan yerlilerinin İspanyolların ve onların evcil hayvanlarının taşıdığı mikroplardan bulaşan hastalıklar nedeniyle büyük bir kırım yaşadığını belirtir. Diamond’un ayrıntılı biçimde aktardığı üzere Amerikan yerlileri büyük ve küçükbaş hayvanlarından insanlara bulaşan grip, şarbon, çiçek, kızamık, veba gibi hastalıklara karşı bağışıklığa sahip değillerdi çünkü Amerika kıtasında köpek ve lama haricinde evcilleştirilmiş memeli türü yoktu.[51] Eğer Araplar veya Gineliler, Malililer vb. söylendiği üzere yüzyıllar boyunca bu kıtaya gelip gitselerdi Amerikan yerlileri bu mikropları yüzyıllar önce tanımış ve bağışıklık kazanmış olurlar ve İspanyollar geldiğinde kitle halinde ölmezlerdi.[52]

Sezgin gibi bir bilim insanının bu romantik teze böylesi bir acelecilikle eklemlenmesini, ideolojik kalıpların, İslamcı etnosantirizmin bir sonucu olarak görebiliriz. Etnosantrizmin gücü bu örnekte görüldüğü üzere tüm yaşamını rasyonel bir tavırla bilim tarihine ayırmış güçlü bir beyni bile kendi efsunlu yoluna döndürebilmekte ve onu politik dünyanın içi boş toplumsal mühendislik projelerine alet edebilmektedir. Ne diyelim bu örnek tüm genç bilim insanlarına bir ders olmalıdır.

Bu yazıya “Amerika’nın Müslümanlarca keşfedilmesi neden bu kadar önemli?” sorusunu sorarak son verebiliriz. Kanımca bu konudaki ısrarın ve iddianın son yıllarda yoğunlaşmasının sebebi Amerika’da gerçekleştirilen 11 Eylül saldırılarından sonra Müslümanlara dönük ayrımcılıkların artması ve Trump’lı yıllarda ırkçılığın yükselmesidir. Bu gelişme karşısında anlayabildiğim kadarıyla İslamcı entelektüeller Müslüman kimliğinin Amerika’ya yabancı “dışarlıklı” bir kültür olmadığını Amerika kıtası üzerine herkes kadar hak sahibi olduklarını kanıtlama gayretine girmişlerdir (Küba’da cami yaptırma çabasının bu tezlere dayandırılması bu savı doğrular niteliktedir). Ancak her zaman olduğu gibi meşruiyet sağlamak adına tarihî, arkeolojik, antropolojik, filolojik, biyolojik veya metalürjik kanıtlar bir bütün olarak yok sayılmakta veya çarpıtılmaktadır. Teze dönük maddi itirazlar ise duygusal tepkilere neden olmaktadır. Örneğin tezin yandaşlarından Prof. İhsan Süreyya Sırma “Amerika’nın Keşfi ve Aşağılık Kompleksi” başlıklı yazısında Amerika’nın Müslümanlarca değil Kolomb tarafından keşfedildiğini savunanların Batılılar karşısında bir tür aşağılık kompleksi yaşadıklarını ima etmektedir.[53] Hangi tarafın daha “kompleksif” hareket ettiğini saptamayı psikologlara bırakabiliriz. Sonuç olarak Kolomb’un bu kıtaya prehistorik Asyalılardan 40.000 yıl sonra ulaştığını ve kıtanın ilk “kâşifi” olmadığını biliyoruz. Bu durumda zaten Müslümanlar da kıtanın ilk kâşifi olamazlardı. Öte yandan “keşif” rastgele göç hareketi değil bilinçli bir eylemin sonucu olduğundan Kolomb gibi Rönesans insanlarının çağlarının yerleşik kalıplarına meydan okuyarak gerçekleştirdikleri atılımların “keşif” olarak adlandırılması da yanlış sayılmaz. Keşiflerin sömürgeciliğin trajedilerine yol açması keşifler çağının önemini de azaltmaz. Bu tıpkı sömürüye de yol açtığı için sanayileşmeye karşı olmak gibi romantik bir tavır olur. Keşiflerin ahlaki açıdan değerlendirilmesinin başka bir tartışmanın konusu olduğunu anımsatıp şimdilik bilimsel kanıtların Amerika kıtasına Kolomb öncesinde bu kıtayı haritalandıracak ve kolonileştirecek boyutta bir Arap/İslam keşif/göç hareketi olduğuna dair hiçbir geçerli kanıt bulunmadığını söyleyerek sözlerimize son verelim.


Görsel: The Landing of Columbus, c. 1837, Edward Hicks


[1] O günlerde öğrencilerimin bu iddianın doğru olup olmadığı üzerine ısrarlı sorularına muhatap olmuş ve heyecanlarına şahitlik etmiştim. “Bu iddiaları kanıtlayacak arkeolojik veya epigrafik bir bulguya sahip değiliz” şeklinde verdiğim cevap heyecan içindeki bazı öğrencilerimi pek memnun etmemişti.

[2] Youssef Mroueh: “Preparatory Committee for International Festivals to celebrate the millennium of the Muslims arrival to the Americas (1996 CE)” https://www.beautifulislam.net/history/muslims_americas_p.html.

[3] Kristof Kolomb, Seyir Defterleri, çev. Sait Maden, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2021, s.46.

[4] Giles Cauvet, Les Berbers De L’Amerique, Paris 1912. Akt. Youssef Mroueh.

[5] Leo Weiner, Africa and the Discovery of America, Philadelphia 1920, Vol.2 P.365-6. Akt. Mroueh a.g.m. (Mroueh tarihçinin adını yanlışlıkla Weiner olarak yazmıştır.)

[6] Muhammed Hamidullah, “Amerika Kolomb’tan Evvel Keşfedilmişti”, Türk Ruhu, Mayıs 1958, Sayı 5, s.4-5.

[7] Mohammed Hamidullah, “Muslim Discovery of America before Columbus”, Journal of the Muslim Students’ Association of the United States and Canada 4 (2), Winter 1968, p. 7-9; Türkçesi: Muhammed Hamidullah, “Müslümanların Kristof Kolomb’tan Evvel Amerika’yı Keşifleri”, çev. Mustafa Bilge, İslam Düşüncesi, Sayı 6, Kasım 1968, s.367-370.

[8] Hamidullah, a.g.e. s.368.

[9] Hamidullah, a.g.e. s.369.

[10] Hamidullah, a.g.e. s.369-370.

[11] Gemiciler hemen yakınlarındaki bir buzdağına çıkmak istemişler ama üç gün boyunca bu dağa ulaşamamışlardı. Bu çok mantıklıdır zira buzdağı da onlar gibi hareket halindeydi. Bu ayrıntılar seyahatin hayal ürünü olmadığını düşündürmektedir. Peter Aughton, Dünyanın Çehresini Değiştiren Seyahatler, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2019, s.25-30.

[12] Abdulllah Hakim Quick, “Afrikalıların ve Müslümanların, Columbus’tan Önce, Amerika’yı Keşfi”, çev. Metin Zengin, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, Cilt:7, Sayı:1, Mart 2020, s.591.

[13] Aughton, a.g.e. s.48. Prens Madoc efsanesinin en eski yazılı versiyonu 16. yüzyıla aittir. Bu da bize bu hikâyeye sonradan yapılan eklemeler hakkında bir fikir vermektedir.

[14] Kolomb, a.g.e. s.22 ve farklı yerlerde.

[15] Quick, a.g.e. s.587.

[16] Giles Cauvet, Les Berbers de L’Amerique, Paris 1912, P.100-101. Akt. Youssef Mroueh.

[17] Kemal Şenoğlu, Mayatepek Raporları, Türk Tarih Tezi ve Mu Kıtası, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006, s.100-125.

[18] Kolomb, a.g.e. s.49.

[19] İtalyanca granoturco, İngilizce sarazin corn, İspanyolca trigo de turkiana, Fransızca Turkie corns, Almanca Turkishce corn gibi…

[20] Hamidullah, a.g.e. s.370.

[21] Quick, a.g.m. s.578.

[22] I.G. Van Sertima, They Game Before Colombus, The African Presenece in Ancient America, Random House, USA, 2003 (ilk baskı 1976).

[23] Van Sertima, a.g.e. s.235.

[24] Van Sertima, a.g.e. plate 31 a-b.

[25] Cyrus Gordon, Before Columbus, New York: Crown Publishers, 1971, 68-70. Akt. Quick, a.g.m. s.584.

[26] U. Töre Sivrioğlu, “8-11. Yüzyıllarda Müslüman – Viking Ticareti ve Kuzey Avrupa’da Bulunan İslâm Dirhemleri”, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, Sayı 155, Mayıs-Ağustos, 2017.

[27] Arkeologlar her on dirhemden birinin keşfedildiğini geri kalanın ise bulunamadığını düşünmektedirler. Bu açıdan koleksiyonlarda yer alan 250.000 dirhem aslında milyonlarca dirhemin Kuzey Avrupa’ya taşındığını düşündürmektedir.

[28] Mroueh, a.g.m.

[29] Fuat Sezgin, Amerika Kıtasının Müslüman Denizciler Tarafından Kolomb Öncesi Keşfi ve Piri Reis, Boyut, İstanbul, 2013.

[30] Aughton, a.g.e. s.48-49, 55 ve çeşitli yerlerde.

[31] Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi, İstanbul, 1070, s.67-68.

[32] Sezgin, a.g.e. s.31.

[33]  Sezgin, a.g.e. s.33. “inancına götürüldüm” söylemi bilimsel bir eser için oldukça tuhaf kaçmaktadır.

[34] Sezgin, a.g.e. s.36.

[35] Aughton, a.g.e. s.53-61.

[36]  Gavin Menzies, 1421: Çin’in Dünyayı Keşfettiği Yıl, çev. Kardelen Kala, Kalkedon, İstanbul, 2014.

[37] Sezgin, a.g.e. s.6, 21.

[38] Fuat Sezgin, “Amerika’nın Keşfinde Müslümanlar”, SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2017, Sayı: 40, ss.33-50.

[39] Sezgin, “Amerika’nın Keşfinde Müslümanlar”, s.33.

[40]  Sezgin, “Amerika Kıtasının Müslüman Denizciler Tarafından Kolomb Öncesi Keşfi ve Piri Reis”, s.16-17.

[41] Adıvar, a.g.e. s.70.

[42] Sezgin, a.g.e. s.46.

[43] Sezgin, a.g.e. s.46.

[44] Aughton, a.g.e. s.89.

[45] John H. Pryor, Akdeniz’de Coğrafya Teknoloji ve Savaş, Araplar, Bizanslılar, Batılılar ve Türkler, çev. Füsun Tayanç-Tunç Tayanç, Kitap, İstanbul, 2004, s.52.

[46] Pryor, s.126, 130-134, 173. Daha da ilginci Müslüman hacıların da yolculuklarında Ceneviz, Venedik veya Portekiz gemilerini tercih etmeleriydi (ya da buna mecbur kalıyorlardı). Daha 1183’te Endülüslü İbn Cübeyr Kutsal topraklara gitmek için Ceneviz gemilerini tercih etmekteydi. İbn Cübeyr bu konuda yalnız değildi. Pryor, s.19, 144.

[47]  Salih Özbaran, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, Tarih Dergisi, 1977, Sayı 31, 75-77.

[48] Kolomb, a.g.e. s.179 ve birçok yerde.

[49] Kolomb, a.g.e. s.143 ve birçok yerde.

[50] Kolomb, a.g.e. s.54.

[51] Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, çev. Ülker İnce, Tübitak Yayınları, Ankara, 2004.

[52] Keşfedilen ülkelerde bu hastalıkların olmadığını ilk fark eden kişi yine Kolomb’tu. Kolomb, a.g.e. s.75.

[53] https://www.fikriyat.com/yazarlar/ihsan-sureyya-sirma/2017/5/19/amerikanin-kesfi-ve-asagilik-kompleksi.

 

 

 

Ulaş Töre Sivrioğlu
diğer yazıları