yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

ERMAN ATAUNCU: “GELENEKSEL” ÇATIŞMALAR

“Gelenekle diyalog”, hiçbir şekilde çatışmaya izin vermeyen, her şeyin yerli yerine oturduğu bir alana mı işaret etmek durumunda? En azından diyalog sözcüğünün uyandırdığı çağrışımlar bu yönde. Ne var ki küreselleşmenin panzehirlerinden biri olarak sunulan, “geleneklerle” ve dolayısıyla kültürlerin “kendisiyle” barışma taktiği, sırf bu özelliğinden dolayı bile birçok çatışmanın üzerinde konumlanıyor. Tüm geçmişin turistik bir kazanıma dönüştürüldüğü küreselleşme çağında böylesi bir diyalog, zanaat ile seri üretim, sınırları belirgin bir dünya ile her türlü etkiye açık kırılgan ekonomik yapılar arasındaki çatışmaları, arzu edildiği gibi saklamakta epey zorlanıyor. Ulusal havayollarının menülerine yerel tatlar yerleştirme çabası, tüm bu yemeklerin tarihi yüklerini görmezden gelen bir sterillikten medet umuyor. Turist rehberlerinde, geleneksel zanaatkârları iş başında gösteren göz alıcı fotoğraflar, bu işkollarının ortadan kalkmasına yol açan dönüşümü hesaba katmadan bizi “geçmişe götürmeye” çalışıyor. Yerel dokularını koruyabilmiş mahalleler, gördükleri ilgiyle bağlantılı yükselen yaşam bedelinden dolayı, bu dokuyu yaratanların uğrayamayacağı bölgelere dönüşüyor. “Gelenek” ve “bugün” lafları ne zaman bir afişte, etkinlik duyurusunda ya da benzeri ilanda beraber kullanılsa insanın aklına, şaşırtıcı bir biçimde küreselleşmenin yol açtığı sendromlar geliyor: Geleneğin turizm yarışında öne çıkmak için bir iletişim unsuru olarak kullanıldığı stratejiler, kışkırtılan milliyetçiliğe dayanak yapıldığı durumlar, kimlik oluşturmada temel olarak öne sürüldüğü arayışlar… Tam da bu özellikleri dolayısıyla “gelenekle diyalog“ stratejisi, değer sistemlerinin delik deşik edildiği, altının oyulduğu güncel sanat alanına da oldukça verimli bir zemin sağlıyor. Batı dışı modernleşme hikâyelerinde, sanat tarihinde görülen çatallanmalara dikkat çekmenin yanı sıra, bu ülkelerin kendilerini konumlandırma çabalarına dair söz söylemeyi de mümkün kılıyor. Pera Müzesi’nin üç katına yayılan ve 28 Temmuz’a kadar devam edecek Mürekkepten: Çin Güncel Sanatından Yorumlamalar sergisi, bu çatışmalarla şekillenen bir anlatı ortaya çıkarıyor. Karen Smith’in küratörü olduğu sergi, kendine has bir kapitalizmle dünya devine dönüşen, ayrıca Mao’nun Kültür Devrimi (1966-1976) ve onun mirası dolayısıyla geçmişle ilişkisi epey sorunlu bir alan olan Çin’den, bildik karşıtlıkları ve çizgisel tarihi geçersiz kılacak bir manzara sunuyor.

Sergide eserleri yer alan ve çalışmalarını Çin’de sürdüren 13 sanatçının kaligrafiye, mitolojiye, geleneksel Çin resmine yaklaşımları, bu unsurların makyaj malzemesi gibi kullanıldığı durumların gözlerden sakınmaya çalıştıklarını ortaya dökmeyi esas alıyor. Örneğin, Qui Anxiong’un dini inançları, ikonları ve mitolojik canavarları betimleyen bir sözlükten yola çıkarak hazırladığı video üçlemesi Yeni Bir Dağlar ve Denizler Kitabı video üçlemesi, bir parşömen gibi açılan yapısıyla izleyiciyi “hem çok uzak hem çok yakın” diye adlandırılabilecek bir distopyanın içine çekiyor. Sanatçının Çin fırçası ve mürekkebi kullanarak yarattığı üçleme, müze ziyaretçisini Çin manzara resimlerinden alıyor, mitolojik canavarlarla tipik güncel şehir görünümünü birleştirdiği noktaya kadar getiriyor. Ancak, geçmişle güncelin bu buluşmasında geçmiş ne örneğin “steampunk” janrında olduğu gibi cezbetmek için orada ne de çatışmasız, her şeyin sütliman olduğu bir zaman dilimi olarak kurgulanmakta. Mitolojik canavarların özelliklerine sahip robotlar, sürekli yükselen gökdelenler arasında dolaştıkça, gelenek “kimlik” oluşturmak için başvurulan bir kaynak olmaktan çıkıyor, aksine altımızdaki zemini yerinden oynatıyor.

Luo Yongjin’in antik Xi’an kentinin güncel fotoğraflarıyla, aynı bölgenin geçmişinden görsel unsurları (taş baskı oymaları, mürekkep resimleri ve erken dönem mimari çizimler) bir araya getirdiği işi Baharda Şehir Merkezi (Davul Kulesi) yine benzeri bir zemin kaymasına vesile. Güncel fotoğrafları temel alan iş, görünüşte en eski turistik numaralardan birini yineliyor gibi durabilir. Zira bir yapının antik çağa ait taş baskısının bugünde devam ediyor olması, bölgeye gelen ziyaretçilerde eşiğin üzerinden geçmişe bir adım atılmış hissi yaratmak için birebir. Ancak Luo Yongjin’in, çekimi aylar süren güncel Xi’an fotoğrafları, belgesel özellikleri dolayısıyla böyle bir yanılsamaya mahal vermeyecek yapıda. Sanatçının Xi’an’ı geçmişe sorunsuz bir şekilde adım atabileceğimiz bir manzara sunmuyor. Fotoğraflar, doğrudan tavırları ve belgesel üsluplarıyla bu kentin, güncel hayatın tüm debdebesinden uzak turistik bir resmini çizmektense tam tersi bir görünüm ortaya çıkarıyor. Bu karmaşada geçmişle ilişki de, tıpkı Qui Anxiong’un video üçlemesinde olduğu gibi, karmaşık bir hal alıyor. Geçmişin üzerine, temellerini ondan alarak inşa edilen şimdiki zaman ve gelecek fikri, her adımda bozguna uğruyor. Serginin adında geçen “güncel” sözcüğü bu iki iş özelinde, geleceğe doğru sorunsuz bir şekilde gidilen yolda bir durak olmaktan çıkıyor. Gelecek fikri ve geçmiş arasındaki ilişki, galibi henüz belli olmayan bir savaş alanına dönüşüyor.

Xing Danwen’in Çin turizminin yıldızlarından Yasak Şehir’in hemen kuzeyinde bir parkı betimleyen ve içerdiği fotoğrafların art arda sıralandığı düzeniyle, tıpkı sinemada olduğu gibi zamanın geçişini temsil eden işi Tomar, yine geçmişle öngörülen ilişkinin altını oyan bir içeriğe sahip. Bir sıcak dalgasından dolayı işleri askıya alıp, modern hayatın normal şartlarda izin vermediği boş zaman yakalayarak bir araya gelme fırsatı bulan Çinlilerin fotoğrafları, gelenekten geleceğe çizgisinin kırılganlığına işaret ediyor. En küçük fırsatta eski imparatorlarının sarayının hemen kıyısında toplaşan bu insanlar, tarihi anlatının hesaba katmadığı günlük anların beklenmedik yanlarını akla getiriyor.

Mürekkepten: Çin Güncel Sanatından Yorumlamalar, gelenekle kurulmak istenen bağın ya da ondan kopmak arzusunun içerdiği yarıkları adım adım takip ederken, tıpkı Xing Danwen’in Tomar’ında olduğu gibi, seyircisine üst üste bindirilmiş, aralarında geçişin belli belirsiz olduğu anlar sunuyor. Batı sanat tarihinden farklı bir yolda ilerleyen ve otantiklik, sahtelik, usta-çırak ilişkisi gibi unsurların kendine has bir değer sistemi üzerinden değerlendirildiği Çin sanatı, güncel sanat değerleriyle bir araya getirildiğinde, geçmişle ilişkimize dair çatışmalar iyice belirgin bir hal alıyor. Bu noktada malzeme ve yöntem de sergi kapsamındaki işler için, birer aracı olmaktan çıkıyor ve yeni anlamlar üretilmesine vesile olan öğelere dönüşüyorlar. Fotoğraf ve video teknolojilerini geleneksel parşömen yapısıyla buluşturan ya da çatıştıran işlerin yanı sıra, Çin’in başka geleneksel sanatsal unsurları da Pera Müzesi’nde çeşitli çatışmalara zemin sağlıyor. Chen Haiyan’ın, Çin mürekkebiyle mineral boyaları bir araya getirdiği resimleri, Xu Hongming’in pirinç kâğıdının özelliklerini dış etkilere açık bırakarak oluşmasına izin verdiği formlar, Liang Wei’in çağdaş krizlerin zeminindeki kaosu betimlemek için Çin manzara resmine başvurduğu üretimi, bu yeni küresel gücün geçmişiyle ilişkisine dair çatallanmaları gözümüzün önüne getiriyor. Sergide de sıkça referans verilen Çin kaligrafi geleneğinde bilinçli bir farkındalık geliştirmek için benliği olumsuz etkilerden korumak amacıyla, güzel yazı yazanın gözünü dünyanın “tozuna” ve “kirine” kapaması yöntemi[1], Mürekkepten: Çin Güncel Sanatından Yorumlamalar özelinde tersine çevriliyor. Sanatçılar, toz ve kirden korunmanın mümkün olmadığı bir dünyanın resmini çiziyor.

[1] Ming-Tak Hue, “Aestheticism and Spiritualism: A Narrative Study of the Exploration of Self through the Practice of Chinese Calligraphy”, The Journal of Aesthetic Education, Sayı. 44 No. 2 (Yaz, 2010), s. 18-30

diğer yazıları