“Ne varsa yıkanıp durulanmalı…
İs kokuyor hangi kapıyı açsam.
Dip notları tamam, kitap yarım”
Sennur Sezer
Edebiyat ya da şiirle ilgilenen herkesin yolu, gerçekten ilgileniyorsa, Asım Bezirci’nin çalışmalarıyla kesişmiştir. 1927 yılında Erzincan’da doğan Bezirci, 1993 yılında Sivas Madımak Toplu Öldürümünde sonsuzluğa göçtüğü ana kadar edebiyatla, şiirle ve onların yegâne malzemesi dille hemhal oldu, bu alanlardaki niteliğin yükselmesi için bir ömür verdi.
Asım Bezirci, yoksul bir Anadolu çocuğuydu. “Edebiyatın kırk ayaklı karıncası” kendisini şöyle anlatır: “Bir halk çocuğuyum. Ailemde aydın, ünlü, varlıklı kimseler yoktur. Hiçbir şeyi kolayca, hazır elde etmedik. Her şeye çalışarak, didinerek ulaştık.”
PARASIZ YATILI ASIM…
İlkokulu Erzincan’da okuyan Bezirci, 1939 yılındaki büyük depremin ardından Mersin’de ortaöğrenime başladı. Ardından Erzurum’da parasız yatılı olarak devam etti. Bezirci de imtihanlara hiç gecikmeyen yoksul çocuklardandı. Lisede arkadaşı Fethi Naci (Kalpakçıoğlu) ile dergi hazırlayacaklardı. Üniversitedeyse, tekrar kesişmek üzere, yolları ayrılacaktı. O İktisat Fakültesi’ne gidecek, Bezirci İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü tercih edecekti. Üniversitede okurken, bekçi olarak çalışan dayısının yanında kalıyor, Kızılay aş ocağında yemeğini yiyordu, okulun kendisine verdiği bursla geçinmeye çalışıyordu. O burs da belli bir süre sonra kesilmişti. Tezini Albülhak Hamit’in Tarık ya da Endülüs Fethi adlı oyunu üzerine hazırladı. Mehmet Kaplan bu konuyu vermişti. Ancak o yurt dışında olduğundan, Bezirci ile Ahmet Hamdi Tanpınar ilgilenecekti. 1950 yılını tezini savunmuş, beğenilmiş, o da mezun olmuştu.
Ellilerde yazılarını Toplumcu, Bezircioğlu, Bülent Arıel, Fikret Arıel, Halis Acarı imzalarıyla yayımladı. 1960 yılından itibaren kendi adıyla yazılarını yayımlamaya başladı. Yazıları Araç, Dönem, Yön, Soyut, Papirüs, Yeni Gerçek, Yeni Edebiyat, De, Halkın Dostları, Politika, Yeni a, Yeni Ortam, Dönemeç, Yazko Edebiyat, Varlık, Yeni Düşün, Sanat Olayı gibi dergi ve gazetelerde yer aldı. Eleştiriye ilk adımını şöyle attığını anlatır: “Attilâ İlhan ile Orhan Duru’nun askerliği de aynı döneme rastlamıştı. Attilâ beni Ankara’da ‘Seçilmiş Hikâyeler’ dergisinin sahibi Salim Şengil’le, Orhan da ‘Pazar Postası’ gazetesinin yöneticisi Muzaffer Erdost’la tanıştrdı. İkisi de beni yazmaya özendirdiler. Ulus’ta aynı otelde kaldığımız Tevfik Çandar da onlara katıldı. Fransızca dergi ve gazetelerden sanat haberleri, konuşmaları ve yazıları kaleme almaya giriştim. Edebiyat çevresinden gördüğüm yakınlıkla gitgide hevesim artıyor, çalışmalarım hızlanıyordu. (Özellikle ‘Yarına Kalmak’ başlıklı araştırma/deneme yazımın ilgiyle karşılanması beni sevindirmişti.)”
1959 yılında A dergisinde yayımlanan “İlyada Çevirileri” başlıklı yazısı nedeniyle Hasan Ali Yücel’den de övücü bir mektup alır. Bu Asım Bezirci’yi daha da umutlandırmıştır. Bezirci’nin yaşamı hep toz pembe ilerlemez, ellilerden seksenlere uzanan bir dönemde, yazıları, eserleri kovuşturmalara da konu olur, bunlara ilişkin şöyle diyecektir: “fakat açılan davaların hepsinden beraat ettim, demek ki suçsuzdum.”
TÜRKÇE EDEBİYAT ELEŞTİRİSİNDE BİR ÖNCÜ
Asım Bezirci, Türkçe için nesnel-bilimsel eleştiri kuramının öncüsü, kuramcı ve uygulayıcısı oldu. Bu eleştiri anlayışında düşün dünyasının da etkisi vardı. Marksçı eleştiri anlayışı, edebiyat eleştirisindeki yolunu besledi. Asım Bezirci nesnel bilimsel eleştiri anlayışını şöyle özetlemektedir: “Nesneyi basamak yaparak kendi özel duygu ve düşüncelerini, önyargılarını, yaşantılarını belirtmekten kaçınmalıdır. Duygu, sezgi ve us gücünü nesneyi anlamaya, çözümlemeye, ayrıntılara inerek açıklamaya vermelidir. Nesnenin, özne dışında taşıdığı, özellikleri ortaya çıkarmaya, ‘eser-sanatçı-çağ’ düşüncelerini göstermeye çalışmalıdır.” Şöyle devam eder: “Bu davranışa yaslanan eleştiriye ‘nesnel eleştiri’ değil de ‘tümel eleştiri’, hatta ‘bilimsel eleştiri’ demek belki daha doğru olacaktır.”
Bezirci için eleştirmen, “dogmacılıktan, mutlakçılıktan, idealizmden, izlenimcilikten, aşırı görecelikten, tek yanlılıktan kurtulmalıdır,” “bir bilgin gibi” davranmalıdır.
1961 yılında ilk kitabı Çok Kapılı Oda yayımlandı. Ardından Edip Cansever, Abdülhak Hamit, Orhan Veli, Ahmet Haşim, Nurullah Ataç, Metin Eloğlu, Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Pir Sultan’ın odakta olduğu çalışmalarını yayımladı. İkinci Yeni Olayı kitabı büyük tartışma yarattı. Türkçenin bir başka eleştiri öncüsü Hüseyin Cöntürk’le birlikte de çalışmalar yayımladı. Türk Yunan dostluk ve barışına yönelik edebiyat eserlerine ilişkin de çalışmaları mevcuttu.
Öner Yağcı’nın “Emeğiyle ve Yapıtlarıyla Asım Bezirci” yazısında, Bezirci’nin edebiyata büyük katkısı şöyle anlatılır: Nâzım Hikmet’in açıklayıcı notlarla bütün şiirlerini, Orhan Veli’nin tüm şiirlerini, çeviri şiirlerini, bütün yazılarını; Sabahattin Ali’nin, Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Ahmet Haşim’in ve Tevfik Fikret’in tüm şiirlerini Asım Bezirci derleyerek, yayıma hazır hale getirmiştir.
Asım Bezirci, Flaubert’ten, Sartre’dan, Brecht’ten ve daha birçok yazardan da çeviriler yaparak, eserlerini Türkçeye kazandırmıştır.
Altmışların başında yaşamında bir değişiklik daha olacaktır. Emekliliğine kadar çalışacağı firmada işe başlar, muhasebe ve murakebe servislerinde çalışacaktır. Asım Bezirci hem mesaili bir işte çalışmakta, hem de akşamları edebiyat çalışmalarını sürdürmektedir. Bezirci şöyle der: “Eleştirmenin iki şeye ihtiyacı vardır: Zaman ve para. İkisi de bende yok!” Asım Bezirci’de gerçekten her ikisi de yoktur. Ancak bitip tükenmez bir sabır ve azim vardır.
“SENİ SEVİYORDUM, SEN DE ÇAYI SEVİYORDUN.”
1964 yılında bir ömür boyu edebiyat ve şiir yoldaşlığı da yapacağı Refika Taner ile evlenir. Refika Hanım ile Asım Bey’in ilişkilerindeki hoşluğun bir yansısı olarak, ilk aylarda yaşadıkları bir ıhlamur anısı anlatılabilir. Refika Hanım evlendikleri ilk ay, Asım Bey’e bol bol çay ikram edecektir. Tâ ki Asım Bezirci’nin iş başı yapacağı ilk gün Refika Hanım’ın Asım Bey’in hiç çay içmediğini, hep ıhlamur içtiğini öğrenene kadar… Asım Bezirci şöyle diyecektir: “Ne yapayım, seni seviyordum, sen de çay seviyordun.” Refika Hanım, yaşam yoldaşlığında öncü görevler üstlenecektir. Örneğin yaşam ve çalışma alanlardaki değişikliklerde Bezirci’nin alışkanlıklarını o kıracaktır. Ören’deki yazlık ev de böyle edinilecektir ve Ruhi Su’nun komşuları olacaklardır. Ören’deki ev, yaşamda derin bir nefes alacakları alana dönüşecektir. 1993 yılının Temmuzunda da kooperatif toplantısına katılmayı planlamıştır, Bezirci denetçidir. Ancak Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’ne onu konuşma yapmak üzere çağıran dostlarını kıramaz ve Sivas’ın yollarına düşer. Coşkulu bir konuşma yapar, okurlarıyla buluşur. Onu ısrarla çağıranlara, “İyi ki ısrar ettin. Bir kooperatif yüzünden az daha gelemeyecektim. Ömrümün bu son çeyreğinde bu güzelliği, sevgiyi, coşkuyu yaşamayacaktım,” der. Bu güzel duygular sürerken, otelin lobisine ilk taş gelir. Hemen birinci katta toplanıp, durumu müzakere ederler. Saldırıyı protesto eden bir bildiri kaleme alınacaktır, kaleme alacakların arasında Asım Bezirci de vardır. Yazdığı son metin, muhataplarına hiçbir zaman ulaşmayacak bu satırlar olacaktır.
“KALKTI GÖÇ EYLEDİ AVŞAR ELLERİ…”
Bir Anadolu şehrinde başlayan Asım Bezirci’nin yaşam yolculuğu, bir başka Anadolu şehrinde yürekleri yakan bir biçimde sonlanır. Refika Hanım, eşini sonsuzluğa uğurlamak üzere, Bezirci’nin uzun yıllar yönetiminde yer aldığı Türkiye Yazarlar Sendikası’nın önüne gittiğinde, Asım Bey çoktan gelmiş, onu orada beklemektedir. Cenaze korteji sendikanın önünden ilerlemeye başlar, 6-7 saat yürünür. Kortej ilerlerken Ruhi Su’nun gür sesi duyulur: “Kalktı göç eyledi Avşar elleri…”
Bugün eli kalem tutanlar, çoğunlukla, Asım Bezirci’nin göç eylediği bir dünyaya, bir edebiyat ve şiir dünyasına tutunmaya çalıştılar. Bezirci, öznel eleştirinin ötesine bilimsel eleştiriyi yerleştirmeye çalışmıştı. Öznel eleştirideki beğendim-beğenmedim, sevdim-sevmedim ikiliklerinin dışında, “neden” sorusunu soran bir yöntem belirlemeye çalışmıştı. Bezirci’ye göre bilimsel yöntemin işlemediği eleştiri, edebiyatın niteliğini yükseltemezdi. Bezirci’nin öngörüleri hiç haksız değildi. Bezirci’nin sonsuzluğa uğurlanışının ardından, eleştiride yöntemden uzaklaşıldı, öznel eleştiriye geri dönüldü. Kitap değerlendirmeleri, tanıtım ve reklamcılık faaliyetlerine benzedi ya da eleştiri yazanlar, metinlerini, edebiyat eserinin önüne kendi yaratıcılıklarını koydukları, eseri bir nesneye, basamağa dönüştüren zeka gösterilerine dönüştürdüler.
Asım Bezirci’nin koskocaman külliyatı var oldukça, öznel eleştirinin dışında bilimsel yönteme dayalı eleştiriyi arayanlar için ışık saçan bir kutup yıldızı hep var. Yazarken ve yaşarken, tökezledikçe, Asım Bezirci’nin yaşam öyküsünü anımsamak, çalışmalarına göz atmak, yeni kuşaklar için yüreklendirici olacak. Buna eminim.
Kaynakça açıklaması: Yazıda, Adnan Özyalçıner’in hazırladığı Edebiyatın Kırk Ayaklı Karıncası Asım Bezirci ve Refika Bezirci’nin Bir Ben miyim Unutmayan? kitaplarından yararlanılmıştır. Her ikisine de çok teşekkür ederim.
Kapak görseli: Hıdır Murat Doğan