- Öykülerinizin -var ise elbette- ana meselesi nedir?
Tatavla’da Bir Delirme Vakası’nda yer alan öyküler “karar anı” öyküleriydi. Kitabın yazıldığı ve yayınlandığı dönem tam da biat ve susku ikliminin yükselmeye başladığı, iktidar baskısının görünürlüğünü artırdığı, sözcüklerin ve fikirlerin içlerinin kasıtlı olarak boşaltıldığı, yeni bir tarih yazımı çılgınlığının yaşandığı kaotik bir geçiş dönemiydi. Hal böyleyken karakterlerimi karar anına götüren, eylem öncesindeki o kritik eşiğe biraz daha dikkatli bakmam gerektiğini seziyordum. Hızla totaliterleşen toplumlarda bireyin neleri kendine tehdit olarak görüp görmediği ya da tehlikeli bulunan durumların ezilene olan mesafesi, yakınlığı, uzaklığı gibi meseleler kafamı kurcalıyordu. Öykü karakterlerim durağan, hayatın içinde yuvarlanıp giden, akıntıyla sürüklenen, minnet eden kişiler değildi, aksine maddi-manevi kafeslerini parçalamaya, zincirlerini kırmaya, mevcut sistemi entropiye sokmaya niyetlenmiş, kararını vermiş, bilinçli isyanı seçmiş, zalim karşısında yırtıcılaşan kadınlar, erkekler, çocuklar ve hayvanlardı. Konular ise okuru direncin yeğin doğasına yoğunlaştırmak için seçtiğim olağan, gündelik içeriklerden oluşuyordu.
Kitabı takip eden süreçte dergilerde, gazete eklerinde ya da seçkilerde yayınlanan öykülerim giderek daha da politikleşmeye, sivrileşmeye ve sertleşmeye başladı. Tahammül sınırını aşan, kalp sıkıştıran durumlar, muktedirlerin yalanları, talanlar ve hak ihlalleri, toplumda infial yaratan olaylar, cüretler, küstahlıklar, kabulleniş biçimleri, büyük trajediler karşısında susan yığınlar ya da giderek sindirilen, güdükleştirilen bireylere odaklandı. Benzer insanlık durumlarını bir araya toplama eğilimi ile yazılan gündeme odaklı temalar ağırlık kazandı. Ana meselem ilk öykülerimden bu yana kıyafet değiştirse de temelde hep direncin doğasına bakmak oldu sanıyorum.
- Cortazár’ın bilindik sözüdür: “Roman puanla kazanır ama öykünün tek şansı nakavt etmektir.” Buna karşılık, “Öykü,” der Carver, “bir şeyleri açığa vurmalı, ama her şeyi değil”. Kurgu öykünüzün neresinde yer alıyor?
Dramaturg olduğum için sanıyorum, öyküde sahnelemeye önem verme eğilimindeyim. “Nakavat” kısmına katılmamak mümkün değil. Meseleler yoğun, yazdığım konular bu kadar can sıkıcı olunca metnin katharsisini temin etme ihtiyacı kaçılmaz oluyor. Aynı zamanda bir roman yazarı olarak uzun soluklu kurgularda keşfettirmenin, basamaklandırmanın, birtakım illüzyonist çakallıklarının okurun aklını yüceltmek ya da okuru yabancılaştırmak için (yazarın yaratmak istediği etki her ne ise) gerekli olduğuna da inanıyorum fakat öyküde durum farklı. Carver’e katılıyorum, örtük ama parantezi şık kapanmış net bir kurgu arıyorum ben de; bulmacalı, şaşırtmalı, ters köşeli, boşluğun bile bütünde yüklü bir anlamının olduğu anlatılara yönelme arzusundayım. Öyküden geriye kalan zihne çakılmış bir imge, bir koku, bir tat, tekinsiz bir his, parlak bir fikir olmalı. Gözün kapandığı an oluşan o kızıllıkta ışığıyla beliren bir şey/ler bulunmalı. Kurgu o parlak ‘momentus’a hizmet eden sadece bir araçtır sonuçta. Herkes kulağını nasıl göstermek istiyorsa öyle gösterebilir, kulak doğru yerinde olduktan sonra kafa karışıklığı yaşanmaz.
- Toplumu içeren ya da ona ilişkin herhangi bir alanda hâkim olan vasatlık, sanatsal üretim alanlarına ne şekilde sirayet eder, çağdaş öykümüz ölçeğinde değerlendirir misiniz?
Vasat ne şimdinin konusu ne de bir zamanın. Vasat her çağın konusudur. Olmalıdır da. “Çağdaş öykümüz” ise klonlaşmış, ütüsü bozulmuş, tekrar döngüsüne girmiş, her gün aynı güne uyanan, dağınık yatak görüntüsü veren bir öyküdür. İstisnalar dışında 80’ler siyasi iklim gereği alabildiğine içedönüktü, 90’lar yazarın yazamama sancısının kıvranışının bezdirici öyküleriyle doludur, 2000’ler testosteron ve steroid iğneler dönemiydi, 2010’lar şehir dışına çıkmalı, yürümeli, uzaklaşmalı öykülerin çağı oldu, dergilerin de çoğalmasıyla bir sirk curcunası sahnelendi son on yılda, palas pandıras metinler üretildi. Tam da istenilen ortam buydu sanıyorum. Çok şey söyleyip hiçbir şey söylemeyen, yaka paça yayınlanmış, akşamdan kalma metinler çağı. Birileri öykü yazmaya devam ettiği sürece vasatı da olacaktır orta şekerlisi de koyusu da köpüklüsü de nanosu da partikülü de. Doğalı da budur sanıyorum.