13 Aralık 1935 günü İstanbul’da doğar. Cumhuriyet döneminin ilk müteahhitlerinden Fasih Galip Bey ile evlendikten sonra Leyla adını alan İsviçreli Lili Mina Raiman çiftinin en büyük çocuğudur. Galip Bey, Galiçya cephesinde asker olarak bulunmuştur. Savaşta karşılaştığı acılardan dolayı geçmişinden pek söz etmez. Ölümünden sonra Galip Bey’in felsefe ve şan diplomaları ile karşılaşırlar. Schubert’in serenatlarını çevirdiğini görürler. Babası operaya, annesi ise şiire düşkündür. Annesinin büyük teyzesinin şair olması tesadüf değildir.
Kandilli İlkokulu’nun ardından Kandilli Kız Lisesi’ni 1953 yılında bitirir.
Lisenin hemen sonrasında İstanbul Tıp Fakültesi’ne başladığında, hekim olmak için sabırsızlanır. Ancak 6 yıllık tıp fakültesini, 1963’te bitirecektir. Kliniğe başladığı yıllarda, üçüncü sınıfta, kendisinden yaşça büyük bir baş asistana âşık olur, evlenme kararı alır. Babasının bu kararı duymazdan gelip, nüfus kâğıdını vermediğini görünce, bir mektup yazar. Mektupçuluğu ileride ünlenecektir. Çocuk hastalarının okullarına da mektup yazacaktır. Mektubun sonucunda babası nüfus kâğıdını verir ve evlenirler. Bu evlilikten iki oğlu olur. Çağlayan ve Çınar. Ancak her iki hamileliğinde de kemik tüberkülozu alevlenecektir. Yataktan çıkamayacağı, çıksa da korse ile gezmek zorunda kalacağı günler olacaktır. Pes etmez, on yılda da olsa tıp fakültesini bitirir. Hem de tüberkülozla mücadele ederken, bir hastanın gözlerinden de sağlık sistemine bakabilecektir.
1964 yılında İşçi Sigortaları Nişantaşı Hastanesi’ndeki Deri ve Zührevi Hastalıklar Bölümü’nde uzmanlık eğitimine başlar. Bu hastane pek çok yönden okul niteliğindedir. “İşçi, emekçi, sendika nedir orada öğrenir.” Hastaları iyileştirmenin bir yolunun da onların yaşam şartlarını değiştirmekten geçtiğini de bu yıllarda düşünmeye başlar. Nöbetleri sırasında hastanenin şartlarının yetersizliğini görür, Başhekime mektuplarından birini yazar, şartlar iyileşmediği takdirde nöbet tutmayacağını bildirir. Hekim arkadaşları asistanlığının yanacağını düşünürler, onun için hepsi endişelidir. Ancak ünlü mektupçuluğu bir kez daha işe yaramıştır. Hastanenin şartlarında iyileşme görülür. Onun için bu yıllar değişimin yıllarıdır, boşanmak üzeredir.
Hastanede çalışırken kazandığı bir bursla çocuklarını da alıp, Londra’ya gider. İlk kez yurtdışına çıkmıştır. Dünyanın en önemli Lepra (Cüzzam) uzmanlarının sunumlarını izler. İngiltere’de dikişsiz deri örneği alabileceği biyopsi yöntemlerini öğrenir, İstanbul’a gelirken de bu yöntemi uygulayabileceği aletlerden yanında getirir. Erkek kardeşinin yardımıyla tornada benzerlerini yaptırır. Bir hocası, tanısı belli hastalardan biyopsi almasına karşı çıkar. O, dünyada bu işlemin rutin olarak yapıldığını söyleyerek, savunur kendini… Hastaların da, biyopsi konusunda gönüllü olmalarıyla engel aşılır.
Cüzzamla ilk tanışması öğrencilik yıllarında olur, kitap ve filmlerden cüzzama ilişkin damgalamaların farkındadır. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde akademisyen olan Dr. Etem Utku’nun kitabına ulaşır, cüzzam taraması çalışmaları başucu kitabı olur. Dr. Utku, tarama çalışması sırasında arabasının devrilmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. İngiltere’de cüzzam konusunda otorite olan doktorlarla karşılaşması onun için büyük bir şanstır.
Cüzzamın insanlık tarihi kadar eski olduğu söylense de, bu konudaki bilimsel çalışmalar son yüzyıllara aittir. Çünkü “Tanrının gazabı” olarak kodlanarak, günahların sonucunda bir ceza olarak varsayılıp, kaçınılması gereken bir hastalık olarak kabul edilir. Cüzzam çalışmaları, 1840-45 yıllarında Danielsenve Boeck tarafından başlatılmıştır. 1874’de Norveçli bilim insanı GerhardArmauerHansen lepra basilini ortaya koymuş ve bilimsel bilginin temel dayanakları oluşmuştur.
Cüzzamla ilgili ön yargılar, yaşadığımız coğrafyada da hastaları miskinhane denilen karantina binalarına mahkûm kılar. Dr. Mazhar Osman, Üsküdar Miskinhanesi’ndeki hastaların sefaletini görerek, onları Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’ndeki bir bölüme yerleştirse de, onun başhekimliğinin ardından cüzzam hastaları yine kaderleri ile baş başa kalır.Türkiye’deki cüzzam hastalarının kaderinin değişeceği yıl 1976’dır.
Dr. Türkân, gazeteci ve televizyoncu Uğur Dündar ile cüzzamı anlatan yaklaşık yarım saatlik bir film yapar. Cüzzam, bir anda ülkenin gündemini oluşturur. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı onu çağırır, “insanları yayınladığı programla korkuttuğunu, cüzzamlı hastaların varlığını böylesine ortaya koymanın turizm sektörünü etkileyeceğini” söyler. Dr. Türkân kararlıdır, arkadaşlarıyla Cüzzamla Savaş Derneği’ni kurmak üzere olduklarını açıklar. Ya birlikte çalışacaklardır, ya da o tek başına savaşacaktır ve karşılarında olmaları sadece enerjisini tüketecektir. Müsteşar ikna olur, dahası ona, elleriyle bir de kahve yapar.
Yetmişli yıllarda, Dr. Türkân, aynı zamanda akademik unvanlarını alır.
Arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Cüzzamla Savaş Derneği ile İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde kurulan Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin katkılarıyla, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi içindeki cüzzam hastaları için ayrılmış bölümü özel bir dal hastanesine dönüştürmüştür. Bu hastane günümüze kadar sürdürülebilmiştir.
Cüzzamla Savaş Derneği ve Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi, Uluslararası Lepra Yardım Kuruluşları Birliği’ne (İLEP) Türkiye’de lepranın bulunma sıklığını saptamak üzere bir genel kitle taraması çalışması projesi sunar. Bu, İstanbul’daki özel dal hastanesinin yanı sıra ülke genelinde bir taramanın da başlangıcı olur. 1984 yılında Van’ın Bahçesaray ve Çaldıran nahiyelerinde başlatılan bu çalışma, üç farklı coğrafi bölgeye yayılır. Bu çalışmanın bir özelliği de sadece genel kitle taraması yapılmamasıdır. Aynı zamanda hasta temaslı kontak çalışmasının da yapılıyor oluşudur. Uzun yıllardır ön yargılar ve cüzzam hastalarının tanı aldıklarında yaşadıkları yerlerden uzaklardaki sağlık kuruluşlarında karantinaya alınıyor oluşları, cüzzam şüphesi taşıyanların saklanmalarına yol açmıştır. Oysa Dr. Türkân ve arkadaşlarının, ön yargısız biçimde hastaya dokunan tavırlarıyla, hastaların da yönlendirmeleriyle hastalığa ilişkin belirtileri taşıyan diğer insanlara ulaşırlar. 1984 yılında başlayan çalışma, hasta temaslı kontak çalışması bağlamında dünyadaki en başarılı örneklerdendir. Tanı alan hastalara 1982 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen “Çok ilaçlı Lepra Tedavisi” uygulamasına başlanır. Bu hastalara sadece ilaç tedavisi değil, İstanbul’daki özel dal hastanesinin olanaklarıyla fiziksel ve sosyal rehabilitasyon da sağlanır. Türkiye genelinde başlatılan tarama, cüzzam hastalarının kaderini değiştirmiştir.
Özel dal hastanesine dönüşmeden önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’nin Lepra bölümünde kalan hastalar, bahçesinde kendi yetiştirdikleri sebze, meyve ve kümes hayvanlarıyla beslenmeye çalışırlar, bulundukları bölüme tamirci dahi girmez, sağlık çalışanları ise sadece gözlerini açıkta bırakacak bir cübbe ile girerlermiş. O, bu dönemi şöyle anlatır, “Lepra hakkında o kadar az şey biliniyordu ki, kolu bacağı olmayan insanlar bile buraya bırakılırdı.” 28. koğuşun zor koşullarından kısa sürede Dr. Türkân ve arkadaşları bir mucizeyi gerçekleştirir. Modern sağlık hizmetlerinin yanı sıra, fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi, ayakkabı atölyesi açılır. Dr. Türkân için işçi hastanesi ikinci okul olmuştur. Cüzzam hastalarının da sosyal güvencelerini unutmaz, eğitim yardımı, burs, iş bulma ve iş kurma olanaklarını yaratır, sakat aylığı, yol parası, protezin ücretsiz sağlanması için çalışır. Ayrıca 1989 yılından itibaren hastalar için koruyucu aile çalışması yapmıştır.
‘80’lerde beş yıl İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı yürütür, 1981’den 2001’e kadar İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü yapar.
1986’da Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verilir.
2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’ne lepra konusunda danışmanlık yapar. Uluslararası Lepra Birliği’nin kurucuları arasında yer alır. Sadece lepra konusunda çalışmalar yapmaz; İstanbul Tıp Fakültesi’nde Dermatopatoloji Laboratuvarı’nın, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Poliklinikleri’nin kurulmasında da rol alır.
1989 yılında, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucuları arasında yer alır ve uzun bir süre derneğin genel başkanlığını yürütür. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Deniz Yıldızı, Baba Beni Okula Gönder, Kardelenler projeleri gibi eğitim kampanyalarının yanı sıra, insan hakları eğitimi ve mülteciler konusunda da çalışmalar yapar.
Bütün bunlar gerçekleşirken, Dr. Türkân yaşamının son 17 yılında bir başka hastalıkla daha mücadele eder. Kanser tedavisi gördüğü sırada, insanlar için çalışmayı hiç bırakmaz, günde dört beş saat uyur. Ta ki 13 Nisan 2009 tarihine kadar… Ergenekon Operasyonu dâhilinde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Faaliyetleri kapsamında evinde arama yapılır. Çocuklarının ifadesiyle, o günden sonra kan değerleri düşer, kemoterapi göremez, normalde günde dört beş saat uyurken, artık gününün büyük bölümünü uyuyarak geçirir, güç toplamaya çalışır.
18 Mayıs 2009 tarihinde yorgun düşer. Yaşamında sayısız ödülle onurlandırılan, akademinin en yüksek unvanlarını alan, yüz binler tarafından sonsuzluğa uğurlanan Prof. Dr. Türkân Saylan, hep İşçi Hastanesi’ndeki Türkân’dır. Bundan telefonunu, yaşama gözlerini yumduğu güne kadar, hep aynı sözcüklerle açar:
“Ben, Dr. Türkân”
KAYNAKÇA
Wikipedia yazarları. Türkân Saylan. Wikipedia, Özgür Ansiklopedi. https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk%C3%A2n_Saylan
Mithat Sarcan (Blog) http://mithatsarcan.blogspot.com/search/label/-T%C3%BCrkan%20Saylan
Mehmet Zaman Saçlıoğlu. Güneş Umuttan Şimdi Doğar (Türkân Saylan Kitabı). İş Bankası Yayınları
Türkân Saylan. At Kız.Cumhuriyet Kitapları Örnek Bir Yaşam. Şükran Pakkan’ın Çağlayan ve Çınar Örge ile röportajı. Türkân Saylan. At Kız. Cumhuriyet Kitapları
Sevim Başer. Başlangıcından Bugüne Kadar İstanbul’da Kurulan Lepra Hastaneleri. http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/21619.pdf
Mustafa Sütlaş. Başlangıcından Bugüne Lepra Tarihi. http://www.sutlas.gen.tr/leptar01.htm
Ayşe Yüksel. Yine Bir ‘Dünya Cüzzam Günü’nden Sesleniyorum. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1226135/yine-bir-dunya-cuzzam-gununden-sesleniyorum.html
Çınar Örge. Dr. Türkân. http://cms.galenos.com.tr/Uploads/Article_9778/52-56.pdf