yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

BİR ALLI TURNANIN UÇUŞU

Sene 1976. Yer, İstanbul Şişli’deki Dostlar Tiyatrosu. Salon sarı sıcak. Hınca hınç dolu. Yüzler güleç, bakışlar parlak. Sandalyelerinde oturan genç, yaşlı, kadın, erkek perdenin açılmasını bekliyor. Ve ışıklar yavaşça kısılıyor, perde aralanıyor. Salonda çıt yok.

Dik duruşlu, dalgalı saçlı üstadın elinde bağlama. Oturmuş bir sandalyede. Ayaklı mikrofonun ardındaysa su gibi duru, mağrur, genç bir kadın. Bir kısa bakışma, ardından bağlamanın uzun sapında dolaşmaya başlıyor parmaklar. Kadının siması aydınlanıyor, başlıyor türkü:

“Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle.”

* * *

Türk Halk Müziği’ne çoksesliliği getirmiş usta müzisyen Ruhi Su’nun parlak öğrencisi, vefalı dostu ve disiplinli takipçisi olan Sümeyra Çakır, devraldığı mirası ileri taşımak için ömrü el verdiğince emek harcamış değerli bir müzisyen, bunun yanı sıra halkın sesi olmaya kendisi adamış devrimci bir sanatçıydı. Ne yazık ki 80 darbesinin sürgün ettiği, memleket hasretiyle hayata gözlerini yuman çok sayıda aydından biri oldu. Türküler çığıran tok sesinde Anadolu insanının aşklarını, trajedilerini, umudunu ve öfkesini taşıyan; hayat verdiği türkülerle dünü bugüne, bugünü yarına ulaştırarak dost samimiyetiyle ‘sabahın sahiplerine’ seslenen bir güzel kadın Sümeyra’yı gelin beraber yad edelim.

BİR MANDOLİNLE BAŞLAYAN

Sümeyra, 26 Mayıs 1946’da memleketin en batı köşesinde, Edirne’de orta sınıf bir ailenin üç çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Babasının çalıştığı şehre, İstanbul’a taşındıklarında ise 9 yaşındaydı. Hayatındaki önemli tesadüflerin çoğuna tanıklık eden bu şehir, zaman içinde kalabalık bir ailenin parçası olduğu;merkezini, çeperini, tepelerini, kenar mahallelerini ezber ettiği; semalarında hep bir ağızdan söylenen türkülerle gezindiği yuvası haline geldi.

Daha ilkokuldayken müziğe ilgisi aşikardı; 11 yaşındayken konservatuara gitmek, keman çalmak istediğini ailesine bildirdi.Ailesi ise bu isteği, küçük kızlarının geçici bir hevesi olarak yorumladı. Ancak bir hediyeyle Sümeyra’nın gönlünü almaktan da geri durmadılar. Böylece annesinin kendisine hediye ettiği mandolin Sümeyra’nın ilk enstrümanı oldu. Ortaokul, lise yılları elinde mandoliniyle şarkı söyleyerek geçti. Gür sesinin ahengi söylediği her şarkıda daha küçük yaşlarda hissediliyordu. Amatör olarak uğraştığı müzikle yoldaşlığı, dünyadan farklı tarzda eserleri dinleyerek perçinlendi.Klasik batı müziğinin kült bestekârları, eserleri ve icracılarıyla tanışıyor; bu tanışıklık kulağını zenginleştiriyor, adeta onu yarınına hazırlıyordu.

Beşiktaş Kız Lisesi’ni bitirdiğinde müzik eğitimi alma hayali yeniden canlandıysa da Sümeyra’nın konservatuara girişi ancak 1966’da, İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Mimarlık Fakültesi’nde öğrenciyken mümkün oldu.Onu bu adımı atmaya itense hayatının geri kalanında müziğine yol gösterecek üstadı, Ruhi Su ile yollarının kesişmesi oldu.

Sümeyra bu dönüm noktasını şöyle anlatıyor:

“…Müzikle gerçekten ilgilenmeye başlayışım, Ruhi Su’yu tanımakla oldu. Benim okuduğum İstanbul Teknik Üniversitesi’ne gelir, konserler verirdi. … Küçük plaklarında ‘Bebek’ türküsünü söylüyordu. Soluksuz dinledim. Bu ses, bu söyleyiş, bu türkü bambaşkaydı. Bu, hayranı olduğum Alman romantikleri Schumann, Schubert ya da Brahms değildi. Onları söyleyen seslere de hiç benzemiyordu. Fakat onlar kadar güzel, hatta onlardan daha çok insan ve toprak kokusuyla yüklüydü. O günden sonra ben de türkü söylemeye başladım. İşte hayatımı değiştirecek olan bir kararı da o dönemde vermiştim: Ruhi Su gibi sanatçı olmak…”

RUHİ SU İLE YOL ARKADAŞLIĞI

Türkülere kattığı eşsiz yoruma hayranlık duyduğu Ruhi Su’ya ulaşmak, İstanbul Belediyesi Konservatuarı’nın akşam derslerini takip ederek müzik bilgisini ilerleten Sümeyra’nın hedeflerinden biri haline geldi. Sonunda da bunu başardı. 1971’de başlayarak beş yıl boyunca,kendi deyimiyle bir çağdaş halk ozanı olan Ruhi Su’dan ses, saz, türkülerin yorumlanması konusunda dersler alarak müzik serüvenini sürdürdü.

Türkiye, askeri muhtıra gölgesindeydi, daha ağır bir karanlık olacak 1980 darbesine doğru kum saati işliyordu. Öte yandan toplumsal muhalefetin en hareketli olduğu yıllardı. Sümeyra bu süreçte sesiyle ses olacağı tarafını seçmişti. Sosyalist dünya görüşü, politik duruşu, söylediği ve yazdığı türküler, marşlarla dönemin sol kültüründe önemli bir yer işgal eden Ruhi Su, Sümeyra’nın da politik hayatını şekillendirmesinde itici güç oldu.

Aynı dönemlerde mimarlık fakültesinde tanıştığı ve ömrü boyunca hayatı paylaşacağı Hasan Çakır ile evlendi. Dönemin zorlu koşulları genç çiftin hayatını engebeli bir yola sokmuştu. İş bulmak başlı başına bir sorundu. Arkadaşlarından pek çoğu yurtdışına giderek yeni bir başlangıç yapma kararı almıştı. Fakat onlar kalmaya karar verdi. Bu kararda Sümeyra’nın Ruhi Su ile yürüttüğü çalışmaların ve ekseninde başlayan mücadelenin etkisi büyüktü.

1975 yılına varıldığında ise bir hayal gerçek oldu, Dostlar Korosu kuruldu. Dostlar Tiyatrosu çatısı altında kurulan koronun ilk üyeleri, Cumhuriyet Gazetesi’nde yapılan bir çağrı üzerine başvuru yapmış 18-25 yaş arası, müziğe gönül vermiş gençlerden sesleri ve söyleyişleri belirli bir düzeyin üzerinde olanlarsınavla seçilerek belirlendi. Önce tek sesli başlayan çalışmalar zaman içinde çok sesli düzenlemelere odaklandı.  Farklı politik görüşlerden 60 kadar genç, son derece politik bir atmosfer içinde armonik bir uyum yakalamıştı. Koroyu Ruhi Su çalıştırıyordu, Sümeyra ise koronun kadın solistiydi. Dönemin müzik literatürüne damga vurmuş konserler, El Kapıları,Sabahın Bir Sahibi Var ve Semahlar gibi önemli albümler Dostlar Korosu ile beraber kaydedildi.

Öyle ki İstanbul Devlet Konservatuarı öğretim üyesi Filiz Ali, 1977’de Cumhuriyet Gazetesi’nde kaleme aldığı yazıda bu birlikteliği şu sözlerle ifade etmişti:

“Sırası gelmişken, Sümeyra Çakır’ın sözünü etmek gerek. Bu kadife sesli, ölçülü ve ince beğenisiyle saygı uyandıran sanatçı, epeydir Ruhi Su ile çalışıyor ve konserler veriyor. Şarkıcılıkta ve türkücülükte bayağılığın geçer akçe olduğu şu günlerde, Ruhi Su ile Sümeyra Çakır’ı ve Dostlar Korosu’nu dinlemek ne büyük bir mutluluk. Bu atılım yalnız İstanbul seyircisi için değil, bütün yurt için kaçırılmaması gereken bir müzik olayı. Ruhi Su’nun, Sümeyra Çakır ve Dostlar Korosu ile gerçekleştirdiği bu çok olumlu başlangıcın uzun ömürlü olması ülkemizin halk müziği geleceği bakımından çok önemli.”

ANADOLU’NUN KADIN SESİ

Dostlar Korosu ile uzun soluklu çalışmaların ardından Sümeyra, sazı ve sözüyle tek başına konserler vermeye başladı. Bu süreçte insanca bir yaşam için örgütlü mücadelenin de parçasıydı.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve İlerici Kadınlar Derneği’nde yer alan Sümeyra sanatında ve mücadelesinde yüzünü işçilere, ezilenlere, hayatları pahasına hayatı kuranlara çevirdi. Memleketin köşe bucağına gidişine devlet eliyle engeller konunca İstanbul’daki Anadolu’yu gezerek toprağın sesini, insanın türküsünü derleyen ustası Ruhi Su’nun izinden gitti. İstanbul’un gecekondularında yaşayan, memleketin dört bir yanından göçüp gelmiş emekçi kadınların hikâyelerini dinleyip, derledi. Sürgün yıllarında doldurduğu, Nâzım Hikmet’in şiirinden ismini alan Kadınlarımızın Yüzleri albümünde işte bu kadınların hikâyeleri yer alacaktı. Ölümünden sonra yayınlanabilen ve Kürtçe eserlerden oluşan ‘Serçelerin Süvarisi’ (Süwaré Çuçıkan) albümü de yine bu mahallelerin Kürt kadınlarının türküleriyle, anlatılarıyla yoğrulmuştu.

Türkülerin insana, tüm haksızlık ve adaletsizliklere göğüs germe, yılmama, insan olarak ayakta kalma, direnme gücünü vereceğine inanıyordu Sümeyra. Kendisi de yorulmak bilmiyordu. İngiltere, Fransa, İsveç, Almanya, Küba, Yunanistan… Ülke içindeki çalışmalarının yanı sıra yurtdışında da ardı ardına konserler veriyor, güçlü sesini mücadelesine ortak olanlara ulaştırmak, onlarla kalabalıklaşarak türkülerini söylüyordu. Sağlık sorunları olmasına rağmen, 1979’da DİSK Maden-İş Sendikası’nın korosunu çalıştırması teklif edilince de kabul etti. Ancak çalışmalar uzun soluklu olamadı. Koronun ‘Enternasyonal’ marşını söyleyerek suç işlediği iddiasıyla dava açıldı. Bu cendere Sümeyra’nın hızını kesmek için yeterli değildi. Uluslararası alanda davetler geliyor, Anadolu’nun türküleri Sümeyra’nın yorumuyla farklı ülkelerde ses getiriyordu. Konserlere albüm kayıtları da eklenmişti.  Yine 1979’da Batı Berlin Türk İşçi Korosu şefi Tahsin İncirci’nin bestelediği şiirlerden oluşan şarkı ve türküleri okuduğu Barış, Gurbet Türküleriadlı uzunçalar Plâne Verlag isimli Alman plak şirketi tarafından yayınlandı. Bir yıl sonra, 12 Eylül karabasanının başladığı 1980 yılında ise Sümeyra, Berlin Senatosu’nun davetiyle her yıl düzenlenen Türkiye Haftası’na katılmak üzere gittiği Almanya seyahatinden bir daha ülkesine dönemedi. Mevzu bahis edilen Maden-İş Korosu’nun Enternasyonal Marşı davasıydı.

GURBETTE BİR ALLI TURNA

“…Gide gide yâd elleri yurt olur. Konser vermeye gittiğim ülkelerden geri dönerken, hep İstanbul’a dönüyormuşum gibi bir duyguya kapılırdım…”

Sümeyra artık sürgündeydi. Pasaportuna el konulmuş, Almanya’da konsolosluk tarafından acilen Türkiye’ye dönmesi kendisine bildirilmişti. Ancak dönemin baskı ve işkence ortamında ülkeye dönmesi mümkün değildi. Sanatını yurtdışında icra etmeyi sürdürdü. Bir yandan da türküleri notaya dökerek birikimini kalıcı hale getirme uğraşındaydı. Hatta bu amaçla yaşadığı şehir Frankfurt’taki Goethe Üniversitesi’nin müzik bölümüne yazıldı. Notaya aktardığı türkülerin bir kısmını da piyanist Vera Sebastian eşliğinde seslendirmeye başladı.

Avrupa’nın birçok şehrinde barış örgütlerinin, sendikaların toplantılarına katıldı. Özel etkinliklerde konserler verdi. Plaklar doldurdu. Türk Halk Müziği’nin tanıtılması ve evrensel bir değer kazanabilmesi adına çalıştı. 1981 yılında Tahsin İncirci ve Alman tiyatro sanatçısı Lutz Görner ile birlikte, Nazım Hikmet şiirlerinin Almanca okunduğu ‘Ich liebe mein Land – Memleketimi Seviyorum’ turnesi ses getiren çalışmalarından biriydi. Farklı projelerle de sahnesini zenginleştirdi. 1984’te tiyatro sanatçısı Pegy Lukacs ile birlikte sahneye koyduğu ‘Kadınlarımızın Yüzleri’ etkinliği, 1985-87 yılları arasında piyanist Vera Sebastian ile düzenledikleri ‘Brecht, Eisler, Ruhi Su Türküleri’ konserler dizisi, 1987 yılında Avustralya Sydney Operası’ndaki ‘Allı Turnam’ konseri ve tiyatro sanatçısı Erich Schaffner ile birlikte 1987-89 yılları arasında sahneledikleri ‘Acayipleşti Havalar – Pir Sultan’dan Nazım Hikmet’e Şiirler ve Türküler’ konserleri öne çıkan çalışmalarından oldu.

Gurbette Bir Allı Turna: Sümeyra belgeseliyle titiz bir çalışma ortaya koyan Şenay Kumuz, Sümeyra’nın yakın çevresiyle yaptığı görüşmelerin ardından onu,  kişiliği, yardımseverliği, sabrı, mücadeleci kimliği, alçak gönüllülüğü ile herkese örnek olmuş ve hayatına girdiği herkesin yaşamında dönüm noktası olabilmiş bir dost kadın olarak tanımlıyor. Ne var ki yaşadığı toprağa, insanına böylesine bağlı, böylesine üretken, böylesine derin bir sanatçı, 5 Şubat 1990’da tam 10 sene memleketinden uzak kalmışken kansere yenik düşerek Frankfurt’ta hayata gözlerini yumdu.

* * *

Tarih 8 Şubat 1990. Yer, İstanbul Şişli’deki Zincirlikuyu Mezarlığı.
Hava soğuk. Mezarlıkta toplanan kalabalık birbirine sokulmuş yarenlerini uğurluyor. Sanki herkes lal olmuş, öyle bir sessizlik.

Ablasının mezarına yüzünü kapamış genç bir adamın sesideliyor sessizliği:
“Allı turnam bizim eve varırsan…”

[email protected]

Not: Bu yazıyı kaleme alırken desteklerini esirgemeyen iki dost simaya; Sümeyra Çakır’a dair kıymetli notlarını benimle paylaşarak aklımı açan Sümeyra’nın hayat arkadaşı Sayın Hasan Çakır’a ve hâlâ yaşayan Ruhi Su Dostlar Korosu’nun koristi, ayrıca Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği mensubu Aras Akanaras’a teşekkürlerimi iletmek isterim.

Çiğdem Mezguaşe
diğer yazıları