Yakın arkadaş olduğumuzu bilen Hakkı Zariç benden Süreyya Berfe için bir yazı yazmamı isteyince “Şiiri, şairliği konusunda değil de arkadaşlığımız konusunda yazabilirim ancak” dedim ve anlaştık.
Dile kolay, 60 yılı geçen arkadaşlığımız söz konusu. Süreyya benim şair arkadaşım olduğu kadar, belki daha da fazlası, yakın arkadaşımdı.
9 Ocak 2024 Salı sabahı cep telefonunu ilk açtığımda “Bir cevapsız arama/Tfişekçi” ibaresini görünce “Hayırdır inşallah, Turgay beni bu kadar erken niye aradı?” diye tedirgin olmuştum. Nitekim Turgay’ı aradığımda “Eray abi, Süreyya… Süreyya Berfe bu sabah…” diye söze başlayınca önsezim doğrulandı. Ölüm haberinin ardından, ilk tanışmamızdan bugüne kadar geçen zaman, “sinema şeridi gibi” derler ya, zihnimden geçmeye başladı kendiliğinden… Gel gelelim, bu “sinema şeridini” yazıya dökmeye kalkışınca baktım ki yazmakla bitmeyecek. En iyisi tanışıklığımızın ilk yıllarıyla yetinmek.
Bilenler bilir, bundan yıllarca önce Cağaloğlu Meydanı’nı Nuruosmaniye tarafına bağlayan caddenin köşesinde, caddeye girişte sağda, biz gençlerin Abdullah Amca dediğimiz, aynı zamanda kitap da satan, bir gazete bayii vardı. Bir gün oradan geçerken dikkatimi çekti; benden genç olduğu belli olan bir delikanlı dergileri, kitapları ayaküstü ama deyim yerindeyse pür dikkat, inceliyordu. Daha sonra bu genci arada bir görür oldum. Bizim çevreden olmadığı belliydi, yoksa çoktan tanışmış olurduk.
Aradan kısa bir süre geçti. 1963 yılı sonbaharıydı. Ataç Yayınevi’nin ve Ataç dergisinin sahibi Şükran (Kurdakul) ağabey beni çağırdı. Edebiyatçılar Birliği’nin Beyoğlu’nda, Şehir Galerisi’nde bir şiir sergisi açacağını, burada indirimli kitap da satılacağını söyledi. “Kitap bölümünde görev yapmak üzere iki genç arkadaş seçtik; biri sen, öteki de Süreyya, yeni yeni şiirleri yayımlanmaya başlamış olan daha genç bir arkadaş. Bir haftalık sergi süresinden sonra sizlere belli bir ücret de verilecek!” dedi. Daha sonra bizi tanıştırdı; genci hemen tanıdım: Abdullah Amca’nın tezgâhı önünde gördüğüm ve dikkatimi çeken gençten başkası değildi!
Sergi hazırlıkları sırasında iyice kaynaştık. Şiir, şairler ortak ilgi alanımızdı. Benim gibi karşı yakada, Kadıköy’de oturuyormuş. Benim gibi Edebiyat Fakültesi öğrencisiymiş; Felsefe Bölümü’nde okuyormuş. Fransız Filolojisi’nde okumamın yanı sıra yardımcı sertifikalarımın Felsefe olması bir başka ortak yanımız oldu. Babasının da Fransız Filolojisi mezunu bir Fransızca öğretmeni olması da ilginç bir rastlantıydı.
Sergi hazırlanırken birçok edebiyatçıyla tanıştık. O sıralar Türk Edebiyatçılar Birliği’nin başkanı olan Melih Cevdet Anday, Onat Kutlar ilk aklıma gelenler… Bir hafta boyunca sabah 9-10’dan akşam 7-8’e kadar birlikteydik ve boş kaldıkça bol bol konuşuyorduk. Süreyya’nın cana yakın, mizah duygusu olan, konuşkan ve meraklı biri olduğunu anlamam için bu bir hafta yetti. Karşı cinsle arasının iyi olduğu anlaşılıyordu ama içkiyle de arasının iyi olduğunu daha sonra öğrenecektim… Bazı akşamlar, benim de Yelken dergisi çevresinden tanımış olduğum Muzaffer Buyrukçu iş dönüşü uğrardı. Süreyya’yla da ahbaplıkları varmış. Bu kez sohbet uzar, bol bol edebiyattan, edebiyatçılardan konuşurduk.
Sergi sonrası arkadaşlığımız sürdü. 1963-64 ders yılı başlayınca bu kez fakülte arkadaşlığına da dönüştü. Ben fakülteyi bitiremediğim için Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki yatılı öğrenciliğim sona erdi ve fakülteye evden gidip gelmeye başladım. Sabahları çoğu kez Kadıköy-Sirkeci vapur iskelesinde buluşuyor, birlikte karşıya geçiyor ve fakülteye birlikte gidiyorduk. Son dersten sonra da yine çoğu kez buluşup birlikte yürüyerek Sirkeci’ye iniyor, Kadıköy’e geçiyorduk. Bu yürüyüşler sırasında Süreyya’nın insanlarla kolayca ilişki kurduğunun ve sohbet etmeyi sevdiğinin farkına vardım. Ne var ki bu özelliği yüzünden yolda çok fazla takılıyor ve zaman geçiriyorduk. Ben “5.45 vapuruna yetişelim” desem de ancak 7.45’e yetiştiğimiz çok olmuştur!
İlk şiirlerinin çoğunun yazılış serüvenine tanık olmuşumdur. Bu şiirlerden biri, bizim çevrenin dergisi olan Yelken’de, “Yorgun” başlığıyla ve Süreyya Kanıpak imzasıyla yayımlanmıştı. Yıl 1964 olmalı… Süreyya, İkinci Yeni şairlerine ve özellikle de Turgut Uyar’a ilgi gösteriyordu. Bense o sıralar İkinci Yeni şairlerine pek yakınlık duymuyordum. Süreyya’nın etkisiyle Turgut Uyar’ı okumak istedim. Uyar’ın 1959’da yayımlanmış olan Dünyanın En Güzel Arabistanı adlı kitabını bir yerlerden bulup aldığımı ve okuduğumu çok iyi hatırlıyorum. Diyeceğim o ki İkinci Yeni şairlerine olan önyargımın değişmesi, zamanla oluşan ilgim Süreyya sayesinde olmuştur…
Felsefe Bölümü’ndeki arkadaş çevremizden de söz etmem gerekiyor. Çünkü çoğu edebiyatla ve sanatla bağlantısı olan kişilerdi ve dolayısıyla düşünce alışverişi yapabiliyor, tartışıp söyleşebiliyorduk onlarla: Sonradan inceleme ve eleştiriyle tanınan Mustafa Öneş, resim sanatı alanında adını duyuran Tekin Artemel, felsefeci Tuncer Tuğcu, oyun yazarı Ünal Akpınar… Fransız Filolojisi’den ve benim gibi Felsefe sertifikası almış olan yakın arkadaşım Afşar Timuçin’i de unutmamam gerek…
Süreyya babasıyla aralarında geçen bir tartışmadan sonra Süreyya Berfe imzasını kullanmaya başladı. “Berfe”yi, aklımda kaldığına göre, Cemal Süreya önermişti.
1964-66 arasında önce ben yedek subay öğretmen olarak Konya’nın bir köyünde yaptım askerlik görevimi. Benden biraz sonra Süreyya da Kayseri’nin bir köyünde yedek subay öğretmen olarak görev yaptı. Görevler bitip İstanbul’a dönünce yine birlikteliğimiz sürdü… Şair arkadaş çevremiz genişledi. Egemen Berköz, Ataol Behramoğlu, Özkan Mert, Refik Durbaş artık ortak arkadaşlarımızdı… Bu arada Süreyya fotoğraf çekmeye merak sardı! Askerlik dönüşü aldığı, Rus malı Lubitel marka fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekme hevesi çabuk söndü gerçi. Yine de çektiği fotoğrafları hatırlıyorum ama bir türlü bulamıyorum!
Yaşadığımız ortama gelince… 27 Mayıs 1960 sonrasındaki toplumsal ve siyasal gelişmeler içinde Türkiye İşçi Partisi kurulmuştu. Bu gelişmeler edebiyat dünyamızı da etkiledi. Edebiyat dergilerinin yanı sıra sosyalist görüşlü Yön, Ant, Türk Solu gibi dergiler de etkili oluyordu kültür ve sanat alanında. Nâzım Hikmet’in şiir kitapları serbestçe yayımlanıyordu artık. Genç kuşak şairlerinin bir bölümü, daha doğrusu bizim çevremiz de etkilendi bu değişimlerden. Önce, 1967’de yayımlanan toplumsalcı edebiyat dergisi Yeni Gerçek’in çıkış bildirisine imza atan genç şairler arasında, daha sonra 1969’da Ant dergisinde “Devrimci Genç Şairler Savaş Açıyor” genel başlığı altında şiircelerini (poetika) ve siyasal tavırlarını belirten şairler arasında Süreyya Berfe’nin de imzası vardı. Yine 1967’de dönemin genç eleştirmenlerinden Eser Gürson’un öncülüğünde yayımlanan Alan 67 adlı bir derginin kuruluşuna katıldığını, derginin ancak 4 sayı yayımlanabildiğini de hatırlıyorum. 1969’da Süreyya’nın ilk şiir kitabı Gün Ola yayımlandı.
Bu arada önce ben evlendim, ardından da Süreyya… Süreyya’nın eşi de fakülteden arkadaşımızdı ve eşimle de tanışıyorlardı. Bu kez ailece görüşmeye başladık. Üstelik aynı semtte (Feneryolu) oturduğumuz için komşu da olduk… 1970 yılının sonlarına doğru Süreyya bir oğlan babası oldu. Biz de çocuk bekliyorduk ve kısa bir süre sonra bizim de bir oğlumuz oldu. Bir başka deyişle çocukların “kırkı karıştı”. İşin ilginç yanı çocuklara ad koyma konusunda Süreyya’nın karasızlığı yüzünden sorun çıktı! Ben oğlumuza “Mehmet Ali” adını koymak istiyordum; Süreyya “Hayır, ben Mehmet Ali koyacağım!” diye tutturdu. Ben de “Öyleyse Mehmet Berfe” koyarım dedim ve öyle de oldu. Gelgelelim Süreyya oğluna “Mehmet Ali” değil “Boraz” adını koydu!
Çocuklarımız, 1960’ların sonlarına doğru toplumsal ve siyasal karışıklıklar yüzünden tedirgin edici bir ortama doğmuşlardı. Derken 12 Mart 1971’de askerin yönetime el koymasıyla bir başka bunaltıcı dönem başladı. O sıkıntılı günleri de birlikte yaşadık.
Süreyya’yı İlhami Bekir’le tanıştırmıştım. Nâzım Hikmet’le yakın arkadaşlık etmiş olan İlhami Bekir ki o sıralar 70 yaşına yakındı, derbeder bir hayat sürüyordu. Hepimiz elimizden geldiğince kendisine yardımcı olmaya çalışıyorduk. 12 Mart’ın sıkıyönetim günlerinde İ. Bekir tedirgindi. Süreyya’nın bir süre onu evinde konuk ettiğini, bir bakıma emniyete aldığını da hatırlıyorum.
Şairliğini sorarsanız, tanıdığım şairler için bir zamanlar yazdığım beyitlerden onunla ilgili olanını söyleyebilirim ancak:
biraz “üçüncü yeni”, biraz humor, biraz öfke
şiirimize yeni tatlar getirmiştir Süreyya Berfe