“Her Yer SEKA, Her Yer Direniş!” sloganı farklı sendikalar ve işkollarından işçilerin sınıfa dönük saldırılar karşısında birleşmesinin en somut ifadesi olmuştur. Kendi medyasını yaratan, mizahı kullanan SEKA işçilerinin ortaya çıkardığı deneyimin 2015 yılında esen fırtınada metal işçilerine ilham kaynağı olmadığını söyleyebilir miyiz?
ARZU ERKAN
İzmit’in tarihi Osmanlıya dayanan, bir zamanlar meyve-sebze ticaretinin yapıldığı çarşısı Kapanönü, şimdilerde kebapçıları ile ünlü. Bitişik nizam dükkânlarının ortadaki çeşme ile kesiştiği çarşıya daha adımınızı atar atmaz lokantaların önündeki komilerin müşteri kapma telaşı ile gösterdikleri ilgiye mazhar oluyorsunuz. “Buyurun”… “Aile salonumuz da var”… “Urfa, Adana ne hazırlayalım”… Seçim yapmak zor. Neyseki, aramızda İzmit’in yerlisi bir büyüğümüz var da, tercih yapmamız kolaylaşıyor. Bir masanın etrafında 3’ü kadın, 3’ü erkek 6 kişiyiz. Siparişler veriliyor, sohbette iyiden iyiye koyulaşıyor. Ansızın mahzunlaşıyor Murat Abi. Belli etmese de göz bebeklerine birer damla yaş oturuyor. Bir an için ne olduğunu anlamıyoruz. Masadaki peçetelikte, görmeye alışık olduğumuz kâğıt peçeteler yerine, hepsi aynı boy ve ebatta kesilmiş, pembe küçük kâğıtlar konulmuş. Onları gösteriyor ve diyor ki “Bunları biz üretiyorduk biliyor musun?” İncitmeye kıyamadığı bir canlıya dokunur gibi, öyle şefkatli, öyle narin dokunuyor ki, o kâğıtlara, boğazımız düğümlenerek izliyoruz onu…
Murat Abi, üç göbek SEKA’lı, dedesi ve babası da SEKA’dan emekli olmuş. İlkokulu bitirir, bitirmez babasının kolundan tutarak götürdüğü çıraklık okulu ile de SEKA’lılık serüveni başlamış. 13 yaşındaki çocukların kâğıt balyaları arasında oynayarak büyüdüğü bir okul onun için SEKA. Ondandır gördüğü her kâğıt parçasının hangi hammadde kullanılarak, hangi makinelerde üretildiğini, gözleri buğulu buğulu anlatması. SEKA evdir, SEKA okuldur, SEKA ekmek teknesidir onun için ve onun gibi çıraklıktan SEKA’lı olanlar için. Tam da bu nedenle; 1998 yılında 33 gün, 2005 yılında ise 51 gün süren direnişin en önündedir çıraklıktan SEKA’lılar. Ağızlarından “SEKA’lı olunmaz, SEKA’lı doğulur!” sloganını düşürmezler.
1998: SEKA kapatılamaz!
1990’lı yıllar neoliberal politikaların adım adım hayata geçirildiği yıllardı. Devletin üretim sürecinde yer almaması gerektiği, asli görevinin güvenlik ve savunma gibileri olduğu sıkça duyulmaya başladı. KİT’ler piyasanın özgürleşmesinin önünde engeldi. Buna eşlik eden propagandaysa kamu kurumlarının zarar ettiği, devletin sırtında birer kambura dönüşmüş bu kurumların özelleştirilmesi ya da kapatılmasının kaçınılmaz olduğuydu. Bu kapsamlı plandan SEKA da nasibini aldı. 1980’li yılların ortalarından itibaren tek bir çivinin bile çakılmadığı SEKA, 1994 yılında özelleştirme kapsamına alındı.
Tarihler 1998 yılının Mayıs ayını gösteriyordu. Bir Cuma akşamı vardiyayı bitiren işçiler, evlerine gitmek üzere yola koyuldu. Kimisi evde, kimisi yolda, kimisi eve gitmeden önce uğradığı kıraathanede aldı haberi; SEKA’da üretim durduruldu! Ne işçilerin, ne de işçilerin üyesi olduğu Selüloz-iş Sendikası’nın bu karardan haberi vardı. Sendika yöneticileri Türk-iş Başkanlar Kurulu’na katıldıkları için şehir dışındaydı. Üstelik, Selüloz-iş Sendikası’nda olağanüstü genel kurul hazırlıkları vardı. İşçiler; mevcut sendika yönetimini destekleyenler ve desteklemeyenler olarak ikiye bölünmüştü. Haber hızla yayıldı, işçiler ve aileleri fabrika önüne aktı. O zamanlar SEKA’da işçi mevcudu 1200’dü. Mevcut sendika yönetiminin muhalefetle yaptığı görüşmenin ardından dönemin hükümetinin ve fabrika üst yönetiminin beklentilerinin aksine işçiler arasında bölünme ortadan kalktıve SEKA’lı tekrar et ve tırnak oldu. SEKA işçileri fabrikaya kapandı ama 2005 yılındaki direnişin aksine “üretimi yeniden başlatmak için”. Üretimin durdurulduğu fabrikada bizzat işçiler tarafından makineler yeniden çalıştırıldı, kâğıt üretimi yapıldı. Amaç kapatma kararına inat, fabrikanın çalıştığını, makinelerin tıkır tıkır işlediğini göstermekti. O yıllarda fabrikada çalışan memurların örgütlü olduğu SEKAM-SEN de destek verdi bu eyleme. SEKA işçileri üretti, memurlar satışını yaptı. Hatta öylesine ki, özel sektörle görüşen işçiler makinelerin iyileştirilmesi için projeler de üretti. O 33 günde makinelerin bir kısmı işçilerce rehabilite bile edildi. Sadece bununla yetinmedi işçiler, fabrika dışında da fabrikalarının kapatılması kararına karşı destek ve dayanışma örgütlemeye koyuldu. İzmit esnafı tek tek gezildi. İzmit’te dükkânının camına “SEKA Kapatılamaz!” afişi asmayan tek bir esnaf kalmadı. Aynı afişi arabalarına da asan İzmitlilere polis ceza keserken, o dönem sendika avukatlığı yapan Murat Özveri açtıkları bir davada ceza kesen trafik polislerinden birinin “ceza yazmaktan parmaklarımız şişti Hakim Bey,” dediğini gülümseyerek aktarmıştı. SEKA’lının direnişi sadece İzmit’le sınırlı kalmaz, diğer şehirlere de yayıldı. SEKA’nın Dalaman, Silifke, Çaycuma, Taşköprü ve Balıkesir’deki işçileri de kendi fabrikalarında yaptıkları eylemlerle İzmit’e destek verdi, 2005 yılından farklı olarak. 33 günlük direnişin ardından dönemin hükümeti geri adım attı ve kapatılma kararı geri çekildi.
2005: Her yer SEKA, her yer direniş!
2004 yılının son çeyreğine gelindiğinde SEKA’nın kapatılması tartışmaları yeniden gündeme geldi. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bir ziyaret için geldiği Kocaeli’nde ilk ağızdan “SEKA’nın kapatılacağını, arazisinin ise Büyükşehir Belediyesi’ne devredileceğini” söyledi. Tek başına, iş başına gelen iktidarın başının bu sözleri AKP’nin il milletvekilleri tarafından reddedilirken, süreç hızlı işler ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 27 Ocak 2005 tarihinde İzmit SEKA Fabrikası’nın kapatılacağına ilişkin yazıyı sendikaya tebliğ etti.
SEKA işçisinin işi 2005 direnişinde daha zordu. Karşılarında bir koalisyon hükümeti değil tek başına iktidar olmuş bir parti vardı. Ki, bu iktidar özelleştirme uygulamalarını hayata geçirmek konusunda oldukça kararlıydı. Ayrıca kamu kurumlarının zarar ettiği, kamu işçilerinin yan gelip yattığı yönlü propagandada da hayli yol alınmıştı. Özelleştirme kapsamında Silifke dışındaki SEKA fabrikaları da birer birer kapatılmıştı. AKP, Kocaeli’nde de azımsanmayacak bir etkiye ve güce sahipti.
Özelleştirme kapsamına alındığı günden 2004 yılına kadar SEKA’ya hiçbir yatırım yapılmadığı gibi işçi alımları da olmamıştı. İşçi sayısı 734’e düştü. İşçilerin ana gövdesini iktidar partisini destekleyen, ona oy veren işçiler oluşturuyordu. Hatta aralarında AKP’nin kuruluşu sırasında aktif görev almış, yönetici pozisyonunda olan işçiler de vardı. MHP’ye oy veren, kendisini milliyetçi olarak tanımlayan işçiler de bir yekûn tutarken, kendini sosyal demokrat, solcu, sosyalist olarak tanımlayan işçi sayısı ise oldukça azdı.
Kapatılma kararının tebliğ edilmesi ile bir kez daha SEKA işçileri bütün bu ayrımları bir kenara bırakarak, gelen tehlike karşısında yeniden birlik olmayı başardılar. 1998 yılındaki direnişin deneyimi ile hareket eden işçiler, eylemlerine kent merkezinde başladılar. 14 Aralık 2004 günü Büyükşehir Belediyesi önüne yürüyen işçiler, AKP’li belediye başkanı üzerinden iktidar partisine mesaj vermeye çalışırken, kent halkının desteğini yanlarına almak için de kolları sıvamış oldular. Fabrikaya kapandıkları tarihe kadar her gün Büyükşehir Belediyesi önüne yürüyen işçiler, 8 Ocak tarihinde kent merkezinde oldukça kitlesel bir miting gerçekleştirdi.
Kent merkezinde yapılan yürüyüşlerde göze çarpan şey, işçiler arasındaki görev dağılımı idi. Slogan attıran da belliydi, yol boyunca konuşma yapan da, kortejleri düzenleyen de. Bu disiplin ve iş bölümünü direniş sonuna kadar sürdürdü işçiler. 8 Ocak mitingine de böyle hazırlandılar. İktidara kent halkının desteğini göstermek için mitinge katılım elzemdi SEKA işçileri açısından. Hangi işçi grubu esnafları gezecek, hangi işçi grubu sendikaları gezecek, hangi işçi grubu ayrım yapmaksızın siyasi partileri gezecek belliydi. Ajitasyon ve propaganda grupları da bizzat işçilerce oluşturulmuştu. Bildirisini kendi yazan işçiler, afişini de kendileri çıkarıyordu. Diğer gruplarsa dağıtım ekipleri idi. SEKA işçileri mitinge diğer işçilerin katılımını sağlamak için sadece sendikalarla görüşmediler. Aynı zamanda fabrika giriş ve çıkışlarında bildiri dağıtımını da bizzat kendileri yaptılar ve işçileri kendileri davet ettiler.
Yazıda adını sıkça andığım Murat Abi ile ilk tanışmamız bu ziyaretler sırasında oldu. 8 Ocak mitingine katılım için Emek Partisi’ni de ziyaret eden SEKA’lı işçilerin arasında Murat Abi de vardı. Rastgele gelmemişti SEKA işçileri, deyim yerindeyse derslerini çalışarak gelmişti. Ziyaret sırasında bir işçi “Partileri gezmeden önce program ve tüzüklerine baktık. Sizin program ve tüzüğünüzde özelleştirmelere karşı olduğunuz yazıyor. O nedenle size geldik.” demişti, dün gibi hatırlıyorum. Yine unutamadığım bir diğer ayrıntı; mitinge çağrı için fabrikalarda bildiri dağıtımı yapan SEKA işçilerinin, dağıtım sırasında Emek Partili gençlerle karşılaşarak, onların da mitinge çağrı yaptığını gördüklerinde duydukları heyecanı anlattıkları anlardı. Özenle katlayarak cebine koyduğu EMEP imzalı bildirileri gösteren de Murat Abi’nin ta kendisiydi. SEKA işçilerinin bu çalışması sonuç getirmiş, 8 Ocak mitingi İzmit’in gördüğü en kitlesel mitinglerden biri olmuştu.
Kurban Bayramı’nı fabrikada karşılayan işçiler 51 gün boyunca bir daha fabrikadan çıkmamıştı. İşçiler fabrikada, eşleri ve aileleri ise fabrika dışında mücadeleyi sürdürdü. SEKA direnişi sadece işçilerin değil, aynı zamanda eşlerin ve ailelerin de direnişidir. SEKA’lı işçilerin eşleri AKPli bakanlara, milletvekillerine, belediye başkanlarına, bürokratlara İzmit’in sokaklarını, deyim yerindeyse, dar etmişti. Belediye binasına yürüyüşlerde de, 8 Ocak mitinginde de hep en öndeydi eşler ve aileler. Eşleri fabrikaya kapandıktan sonra da SEKA’lı kadınlar iktidar partisinin her etkinliğini, bakanlar ya da milletvekillerinin yaptığı her açılışı zindan etti onlara. İşçi eşleri ve aileler AKPlilerin adeta gölgesi oldu.
Yıl 2005, internet kullanımı şimdilerde olduğu gibi öyle yaygın değildi. Çevremizde sosyal medya hesabı olan insan sayısı bile bir elin parmaklarını geçmezdi. İşte o tarihte, sosyal medyanın bir direnişin yaygınlaşması, tüm ülke ve dünyaya duyurulmasında nasıl etkin kullanılabileceğini gösteren bir işçi grubudur SEKA işçisi. Dedik ya, direniş süresince kimin ne yapacağı belliydi, işçiler kendi arasında görev dağılımı yapmıştı diye. Fabrikada bakım ekibinde çalışan işçilere de bu görev düşmüştü. Bir web sitesi açan işçiler kısa videolarla, hazırladıkları afişlerle – ki bu afişler gerçekten çok çarpıcı görsellerdi -kendi direnişlerini duyurdu. Sermaye basınının direnişi görmediği gibi nasıl çarpıttığını, haberlerle özelleştirme sürecini nasıl da aklamaya çalıştığını görüyorlardı.
SEKA işçileri, fabrikaya kapandığı andan itibaren dönemin Başbakanı Erdoğan başta olmak üzere, AKP Hükümeti’nin tüm kurmaylarını karşılarında buldular. Öylesine ki, ziyaret için Afrika’ya giden Erdoğan, orada bile SEKA işçilerini hedef almıştı. SEKA işçileri Erdoğan’ın ve diğer AKP kurmaylarının her sözüne gerek kendi sayfalarından gerekse de işçi basınından cevap verdi. İktidarla polemiği kendi yarattığı medya aygıtları aracılığıyla sürdürdü. Hükümetin sermaye sınıfına hizmet ettiği, özelleştirmelerin kamu kaynaklarının yağma ve talanı olduğu gerçeğini her fırsatta dile getirdi işçiler.
734 işçisi ile SEKA İzmit Kâğıt Fabrikası, özelleştirme karşıtı mücadelenin, IMF programının reddinin merkezi oldu. Konfederasyon ayrımı olmaksızın her sendika, her siyasi parti, gençlik grupları, dergi çevreleri, aydınlar, sanatçılar ziyaret etti SEKA’yı. Herkese kapısını açtı SEKA işçileri. Dillerde ise “Her Yer SEKA, Her Yer Direniş!” sloganları vardı.
Evet, SEKA işçilerinin ana gövdesi kendilerini milliyetçi muhafazakâr olarak adlandıran işçilerdi. SEKA işçilerinin fabrikaya kapandığı dönemde Hükümet, Bitlis’in tek kamu fabrikası olan Bitlis TEKEL Fabrikası’nın da kapatılacağını açıkladı. Hükümetin bu kararını duyan Murat Abi, Bitlis TEKEL işçilerine Evrensel gazetesi aracılığıyla bir mektup yazdı. İkinci gün, Bitlis TEKEL işçilerinden gelen cevap karşısında SEKA işçilerinin yaşadığı heyecan ve mutluluk ise gerçekten görülmeye değerdi. Türk ve Kürt işçiler, özelleştirme ve fabrikalarının kapanmasına karşı kader birliği yapmıştı. Bu kader birliği 18 Şubat tarihinde SEKA’ya polis müdahalesinin gerçekleştirildiği gün ete kemiğe büründü adeta. Bitlis TEKEL işçileri polis müdahalesi haberini alır almaz fabrikaya kapandı. Adana TEKEL işçileri Başbakan’ın konvoyunun önünü kesmeye çalıştı ve polislerce darp edildi.
SEKA işçileri polis müdahalesi karşısında kendilerini mekanik atölyeye kapattı, atölye önüne çektikleri kepçelerin lastiklerini patlatarak barikatlar oluşturdu. Hatta kâğıt üretiminde kullanılan kaygan bir madde atölye girişine dökülerek güvenlik güçlerinin içeri girişi engellenmeye çalışıldı. Polis mekanik atölyeye ulaşamadı çünkü fabrika içerisindeki işçi eşleri ve ailelerin direnişi buna izin vermedi. Çoğunluğu AKP’ye oy vermiş, onu iktidara taşımış kadınlar polisin gazından da, copundan da nasibini aldı. Müdahale sırasında orada olan az sayıdaki insandan biri olarak; bir işçi eşinin çevik kuvvet müdürüne söylediği şu sözler hâlâ kulaklarımdadır: “Benim ölümü çiğnemeden evlatlarımın babasına ulaşamazsın.” İşçi eşleri ve ailelerin kararlı tutumu, SEKA’ya müdahale haberinin duyulması ile yüzlerce İzmitlinin fabrika önüne akması, TEKEL işçilerinin desteği polisin müdahalesini geri püskürttü. Polisler geldikleri gibi giderken, dayanışma için gelen herkes o gece fabrikada sabahladı. SEKA yemekhanesi 51 günde hiç bu kadar kalabalık olmamıştı.
SEKA işçileri ile TEKEL işçileri arasında oluşan bu kader birliği “SEKA kıvılcım, TEKEL ateş olacak!” sloganı ile vücut bulurken, TEKEL işçilerinin Adana ve Malatya’da yaptıkları özelleştirme karşıtı bölge mitinglerine SEKA işçileri de katıldı. SEKA işçilerinin internet ve sosyal medyayı oldukça etkin kullandıklarını aktarmıştık. Malatya mitingine katılamayan SEKA işçileri, internet aracılığıyla mitinge canlı bağlanmış, SEKA yemekhanesinden yapılan yayınla SEKA ve TEKEL işçileri karşılıklı slogan atmıştı.
SEKA’lının evi artık fabrikaydı. İşçiler mekanik atölyede, eşler ve çocuklar yemekhanede kalıyordu. Düğünler, cemiyetler fabrikada yapılıyordu. Çocuklar ödevlerini bile yemekhanede yapar olmuştu. Halay da çekerdi işçiler, horon da teperdi.
Gezi Direnişi mizahi dili, yaratıcılığı ile anılır. Esasen SEKA Direnişi deyince benim de aklıma hep işçilerin kullandığı mizahi dil, yaratıcılık gelir. Hükümet cenahının her karşı hamlesini mizahi bir dil kullanarak, yazdıkları marşlarla karşılamıştı SEKA işçileri. Bu mizahi dilden en çok nasibini alansa bir dönem SEKA’da müdürlük de yapmış, dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan olmuştu. Bir keresinde işçiler ellerinde taşıdıkları sembolik bir tabutla AKP’nin cenaze namazını bile kılmıştı. Destekleyip, oy vererek iş başına getirdikleri AKP’den kopuşu ifade etmek için yapılmıştı bu eylem, attıkları slogansa “AKP öldü Allah Rahmet Eylesin!” olmuştu. Zaman içerisinde azımsanmayacak bir bölümünün desteğini yeniden kazanmayı sağlasa da AKP’nin sınıfsal karakterinin teşhirinde SEKA direnişi önemli bir yer tutmuştur/tutacaktır.
SEKA işçilerinin kararlı duruşuna karşılık Hükümet geri adım atmamış, direnişin başarı ile sonuçlanması içinse SEKA işçileri arasında Türk-iş’in genel grev kararı alması daha çok dillendirilmeye başlanmıştı. SEKA işçilerinin basıncı üzerine, 1 Mart tarihinde Türk-iş Başkanlar Kurulu toplantısı SEKA gündemi ile Kocaeli’nde yapılmış, işçilerin genel grev beklentisi ise sendikal bürokrasi tarafından boşa çıkarılmıştı. O gün yürekler tutulmuş, işçiler ve ailelerden oluşan yüzlerce kişi genel grev kararı beklerken, alınan kararın 4 Mart’ta tüm fabrikalarda işyerine kapanma eylemi olduğu anlaşılınca, işçilerin kabaran öfkesi karşısında çareyi yemekhaneden kaçmakta bulan dönemin Türk-iş Başkanı Salih Kılıç’ın acizliği ise her daim hatırlanacaktı. Sendikal bürokrasinin bu güdük kararı bile fabrikalardan, hizmet birimlerine, okullardan, üniversitelere kadar çok geniş bir kesim tarafından sahiplenildi, yaygın bir şekilde hayata geçirildi.
51. gününe gelindiğinde Hükümet yeni bir hamle yapmış, fabrikanın işletme hakkı ve işçileri ile birlikte Büyükşehir Belediyesi’ne devredileceği ifade edilmişti. SEKA işçilerinin büyük çoğunluğu bu kararı fabrikanın yeniden üretime başlayabileceği şeklinde yorumladı ve yapılan oylamada direnişin bitirilmesi yönünde bir karara varıldı. SEKA direnişinden önce özelleştirme kapsamındaki işçiler 4-C’ye mahkum edilirken, SEKA işçileri belediye bünyesinde istihdam edilmişti. Direnişin bitirilmesinin ardından ise Belediye imzaladığı protokole sadık kalmadı, makinelerin rehabilite edilmesi yönündeki bilimsel çalışmaları da görmezden geldi.
51 gün süren direniş boyunca işçiler çok şey öğrenmiş ve de çok şey öğretmiştir. Her türlü ayrıma karşı işçilerin birliğinin sağlanması, mücadelenin fabrika dışına taşınması, işçi eşleri ve ailelerinin mücadelenin bir parçası olması, direnişin kentle, kent halkı ile buluşturulması açısından önemli bir örnektir SEKA direnişi. “Her Yer SEKA, Her Yer Direniş!” sloganı farklı sendikalar ve işkollarından işçilerin sınıfa dönük saldırılar karşısında birleşmesinin en somut ifadesi olmuştur. Kendi medyasını yaratan, mizahı kullanan SEKA işçilerinin ortaya çıkardığı deneyimin 2015 yılında esen fırtınada metal işçilerine ilham kaynağı olmadığını söyleyebilir miyiz?