Fotoğrafta görülen/ gösterilen Refik Durbaş’ın üçüncü şiir kitabı Çırak Aranıyor’la 1979 Yeditepe Şiir Armağanı plaketini Yeditepe Yayınları’yla dergisinin sahibi ve yöneticisi Hüsamettin Bozok’tan alışının resmidir. Alkış tutanlarsa Yeditepe Şiir Armağanı Seçici Kurulu üyeleridir, göründüğü kadarıyla Refik Durbaş, bu armağanı armağan kuralları gereği –başvurulsun vurulmasın- 1978 yılında yayınlanmış bütün şiiir kitaplarının önüne geçerek bileğinin hakkıyla kazanmıştır.
Refik Durbaş kuşağının -1960 Kuşağı- en gencidir. Şiiri gibi en yenisi. 60 Kuşağı, 1939 doğumlu olan Avşar Timuçin’le başlar, bir yıllık aralarla Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Süreyya Berfe, Eray Canberk, Egemen Berköz, Sennur Sezer ve 1944 doğumlu Refik Durbaş’la bağlanır. Tıpkı 1950 Kuşağı’nın Orhan Duru’nun 1933 olan doğum yılıyla başlayıp sırasıyla Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, Erdal Öz, Onat Kutlar, Hilmi Yavuz, Demir Özlü, Leyla Erbil vb. birlikte en gencimiz 1938 doğumlu Ülkü Tamer’e bağlanışı gibi. En yenimiz olarak.
Refik Durbaş da ben de -ondan eski olarak elbet- 1979’da Cumhuriyet gazetesinin düzeltmenleriydik. Fotoğrafı çeken de Cumhuriyet gazetesinden Edip Sakarya’dır.
Refik Durbaş, 1979 Yeditepe Şiir Armağanı’nı derginin sahibi Hüsamettin Bozok’tan alırken.
Soldan sağa: Sami Karaören, Recep Bilginer, Hüsamettin Bozok, Refik Durbaş, Oktay Akbal, Konur Ertop ve Adnan Özyalçıner.
Edip Sakarya, Adalar’la ilgili bir röportaj yaptırmıştı bana. Gazete için ben o röportajı severek yaptım. Röportaj gazetede “Yazdan Kalma Bir Gün” adıyla güzel bir öykü olarak yayınlandı. Anlatılan Heybeli Ada’ydı. Edip Sakarya da o adalardan birindendi sanırım. Genç yaşında, intihardan mı neden öldü. O da Refik Durbaş’ın dediği çıraklardan biriydi. Hepimiz gibi. Yaşamın çırağı. Ölüm de ona düşmüştü.
Fotoğrafın çekildiği yer Sirkeci’de İstanbul adlı içkili lokantadır. Fotoğrafta görülen, görünmeye çalışan seçici kurul üyelerinin dışında fotoğrafta olmayan bir seçici kurul üyesi daha vardır: Melih Cevdet Anday. Fotoğrafta olmayan bir başkası da Sennur Sezer’dir. Sennur Sezer, kuşakdaşının ödül törenine -yemeğine mi desek- katılmak için gelmiştir çocukları Ayşe ile Ahmet’le birlikte.
Sennur Sezer’in fotoğrafta olmayışının nedeni seçici kurul üyesi olmayışıdır. Melih Cevdet’inki ise fotoğraf çekilirken onun boş masalardan birinde on yaşındaki kızımız Ayşe Bengi, yedi yaşındaki oğlumuz Ahmet Emre ile kelime oyunu oynuyor olmasıdır.
Fotoğraftan öğle mi akşam mı olduğu anlaşılmıyorsa da bir ödül yemeği yendiği/yeneceği açıktır. Zaten Yeditepe Şiir Armağanı’nın plaket dışındaki parasal ödülü bu yemektir. Öğle yemeği de olsa, akşam yemeği de olsa yemeğin Sirkeci’de İstanbul içkili lokantasında veriliyor olması Refik Durbaş’a yakışmıştır.
Refik Durbaş’ın şiiri halkın dilini yansıtır. Bu dil halkın sesi, soluğudur. Şiirinin buruk tadı bundandır. Refik Durbaş, kuşağı gibi İkinci Yeni olmamıştır/ olamamıştır. En yeni olmuştur. Halktır onun şiiri, kendisi gibi halk olan bir şiiri vardır. O, kuşağının da halkıdır.
Bu lafları fotoğraftan çıkarmadım, yemekteyken aklımdan geçenleri çiziktirdim. Ben bunları aklımdan geçirirken Sennur Sezer de pat diye okkalı bir laf etmiştir: “Refik Durbaş hayatın ve devrimin çıraklarının şairidir.” Bunu ya yemekte söylemiştir ya da bir yazısında yazmıştır. Fotoğraftan belli olmuyor. Belli olansa “Çırak Aranıyor” şiirinin kendisidir:
Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?
Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?
Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Hasret hep bana
Bana mı düşer usta?
Belli olmayansa aranan çırağın, o gün bu gündür bulunup bulunmadığıdır.