Timur Çelik, bana kalırsa Manet ve Kentridge’in soyundandı. Onda güncel olanı bir gazeteci merakıyla tarama ihtiyacı seziliyor. Goya’dan beri süren bir haslet ve meram olmakla beraber, onun döneminde fotoğraf henüz icat edilmemişti. Yanı sıra İspanya’da, görece teknik açıdan geride bir Avrupa ülkesinde çalışıyordu. Yine de güncel olayların kaydını karşı-hafızanın merceğinden süzmek, sanırım bu anlamda ortaklaşabilirler. En önemlisi de Çelik portreye çok büyük bir önem veriyor. Bunun nedenlerini sorgulamaya daha sonra döneceğim.
1960 senesinde Dersim sürgünü bir aileye doğan Çelik, Gümüşhane’de geçen çocukluğun ardından Marmara Üniversitesi’nde resim okumak üzere İstanbul’a gelir. Önemli detay, Berlin’e 1993 senesinde taşınmazdan önce Avrupa’da, duvarın dağılmasına yakın seyahatleri var. Kuşağı sanatçıları açısından örneklerini bildiğimiz bir durum, ancak Çelik, yerleşme kararı alır. Yurda dönmez.
Bu anlamıyla bir diaspora sanatı mıdır Çelik’in yaptığı? Bundan emin olamıyorum, çünkü Çelik çoğun Türkiye’yi, aydınları, azınlıkları, yer yer de Türkiye ve dünya gündemine damga vuran kimi önemli enstantaneleri tuvale geçiriyor. İşlek ve dakik bir fırçası olduğunu, bir ressam olarak da söylemeliyim. Son olarak Yapı Kredi Kültür Merkezi, “Bugünü Resmetmek” sergisinde yurt sath-ı mailinde izleme fırsatımız oldu. Daha ziyade Avrupa ve bilhassa Berlin’deki önemli kamusal sergi alanlarında işleri takip edildi.
Bu anlamıyla Çelik, zamanının vizörü oldu, yerel de bir tonda resimlerini yaptı. Ne anlamda? Bana soracak olursanız en çok da ışığı kullanma biçimiyle. Onun küt, beyaz ışığı bende bütün figürlerinin bir çeşit kerpiç odada oturduğu izlenimini uyandırır. Bu fırçanın seyrine kimler konuk olmadı ki? Can Yücel, Hrant Dink, Osman Kavala, Kemal ve Selvi Kılıçdaroğlu, tabii ki, Selahattin Demirtaş… Niceleri. Ancak Türkiye’nin gündem olarak yoğunluğu onu beslemekle beraber, bana kalırsa gündem üzerine söz söyleyen bir üslupla, ama kendi gündem yaratmaya meyletmeyen, bunun için skandal paralamaktan çekinen bir resimdi bu.
Daha ziyade gündemin debisiyle bir noktadan sonra seyirlik hâle gelebilen olgular, kişiler, nesneler, imajlar üzerinden bir düşünme davetiydi Çelik’in resminde mevzubahis. Bir çeşit yoğunlaşma talep ediyordu ve bir anlamıyla, gündemin hızlı değişimine karşı işlek bir sismograftı o. O anın geçmesine isyan ediyordu, Can Yücel’in tabiriyle “nisyana isyan”.
Anda Bulunmaya Davet
Bu estetik yoğunlaşma anında Çelik bir çeşit davet çıkartıyordu, olan biteni görme biçimimizi, ikincil bir bakışta sorgulama daveti. Bu anlamıyla etik bir üstlenişti bu. Ama bu etik üstleniş, bana öyle geliyor ki bir yurttaşlık bilincinden ziyade, siyaseten safını son derece bilinçli bir şekilde konumlandırmasından, dünyada nerede, kimin yanında durduğunu bilişinden ileri geliyor. Bunun bir kimlik refleksi olduğunu söylemek elbet basit kaçacaktır, etkisi olmuş olsa bile.
Güzel olanla, politik olanla, etik olanla ve böylece estetik olanla kurduğu bariz, köşegen denge ve duyusal yoğunlaşma talebi, sözgelimi askerî bir helikopterin ortağı olduğu bir suçu ya da Ortadoğu’da göçmen olma hâlini, hâllerini yine askerî bir uçağa tutunmuş Afganlar nezdinde tekrardan önümüze sürmesi, ancak aşikâre bir yorum yapmadan bunu yapması bende dengeli, propagandif olandan sıyrılmış bir resmi olduğu yargısını kuvvetlendiriyor. Böyle baktığımda, politik açıdan sorgulayıcı olmayan bir görselleştirmede, yer yer de espri ve yetenek barındırmadan, imajların olduğu gibi yeniden öne sürülmesinde çekilmez bir hastalık olduğunu bilmesi, aşikâr.
Ama her şeyden önce seyirciye de bir çeşit güven duyuyordu. Ne anlamda, neye yaslanan bir güvendi bu? Bence onu kötücül niyetlerle süzmeyeceklerine, aşırı-yorumla eserlerini bunaltmayacaklarına dairdi bu güven. Çelik’i politik eserler üretmenin yanında, bünyevi bir mekanizma olarak da politik yapan, politik bir ressam yapan işte bu güvendir.
Cezanne’ın tabiriyle ressam “dünyaya bedenini veriyor” ise, Timur da dünyaya, bence bir yanıyla bütün dünyaya bedenini verdi. Görmeden geçtiğimiz değil, tam aksine bugün, gördüğümüz hâlde geçtiğimiz insanlık durumuna bir daha bakmamız için. Bir diğer yanıyla, mesleğinin anlamına duyduğu güven de işte burada yatıyor.
Memleketimden Muhalif Manzaraları
Portre meselesi, demiştim. Çelik, aşikâre bir biçimde buna önem veriyor. Kimi ressamlar nesnelerle, kimisi malzemeyle, kimisi olaylarla, kimisi de kendi duygusal infilaklarıyla ilgilenir, ilgilenebilir. Timur’da ise tarihçi Cemal Kafadar’ın da altını “cemal” olarak çizdiği, yüz olgusuna bakışını çeviren bir duygu hâli görülebilir. Bir anlamıyla, “yüz”leşmeye çağrı. İnsanca, pek insanca olana, başka türlü bir yaşamaya çağrı. Bunun yolunun tutsaklara, aydınlara, siyasi ve demografik azınlıklara zulmün üstünün örtülmesine direnmekten geçtiğini bilerek, görmeye, yüz yüze bakabilmeye bir davet.
Bu davet hepimizin.