yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

BİR OYUNCU PEYGAMBER: JOKER

Batman serisi sizin için nedir bilmiyorum ama benim için birlikte büyüdüğüm fantastik bir dünya. Çok da önemli bir dünya değil belki ama birlikte büyümek değeri taşıyan kısmı. Türünün ilk örneklerinden biri oluşu da onu değerli kılan diğer bir etken. Dışarıdan bir çocuk eğlencesi Batman ama aynı zamanda bir fantezi dünyası, bizlerde yıllardır oluşa gelen. Batman salt kötülerin elindeki bir şehirde iyinin savaşçısı bir kahraman olarak ortaya çıktı.  Ama o diğer kahramanlardan ayrılan önemli bir yere sahip. İnsanüstü hiç bir yanı yok. Hatta bir yetim.

Bizim kadar hatta bizden daha da yalnız bir oğlan çocuğu. Bu onu ulaşılabilir kılıyor biz izleyenler için. Tek sıkıntı, çok ama çok zengin olması. İşte bize satılan çocukluk rüyası, zenginliğe ulaş, iyi bir kahramana dönüş ve kötülerden şehri kurtar! Batman çok uzak bir ülkeden, Amerika’dan bu şarkıyı kulağımıza üflerken tek başına da değil o zamanlar. Yeşilçam’da ekranlarda, tonton patron Hulusi Kentmen’lerin dönemi. Zenginler ya iyi ya da yenilmeye mahkûm kötüler. Sakıp ağa TV ekranlarında hep gülümseyen bir yüz. İyinin, namuslunun hep kazandığı zamanlar beyaz perdede. Fakir ne kadar fakir olsa da, zengin ne kadar güçlü ve kötü olsa da, son hep aynı. En fazla Yaşar usta çıkıp, suratına çarptığında bizim kim olduğumuzu, hepsi utançla hizaya giriverir.  Haddini bilmiyorsa da Kadir İnanır, tokatlarıyla adama çeki düzen verir.

Ancak bu fantezi çok değil 90’larda çözülmeye başladı. Önce zengin ya da orta sınıf çocuklarının dizileri kapladı her yanı. Sonrasında ise zenginler kazanmaya başladı renkli ekranlarda. Bu dönüşümün karşılığı tabii ki toplumda eşzamanlı olarak gerçekleşti. Sınıf hareketine ve yeni bir dünyaya olan umudun kaybolması, bireyciliğin ve tüketimin sürekli pohpohlanması ve bunun toplumda alıcı bulması, ‘biz’e ait olanın ‘ben’e dönüşümünü gerçekleşti. Artık zengin çocuğun kötülerden şehri kurtarmasına inanç da, bir süre sonra gerek de kalmamıştı. Bunun Batman serisinde karşılığı 1995 de yayınlanan Batman & Robin filminin gişe sonuçlarında ortaya çıktı. Film çok yapay bulundu. Oldukça kötü sayılabilecek bir hasılat yaparken, birçok dalda yılın en kötü filmlerine verilen Altın Ahududu ödülüne de aday gösterildi. Böylece Batman’in toplumsal karşılık olarak saçmaya dönüştüğü ilan oldu.

Buradan sonrası ise Hollywood’un Batman’in dönüşünü sağlaması gerçekten takdire şayan bir yetenek gösterisi zannımca. Sanırım Batman isminin ticari değeri de hesaplanarak, seri bir çocuk filminden bambaşka bir alana taşındı. Christopher Nolan gibi bir usta yönetmenin elinde yeniden kurgulanan Batman, artık iyi ve kötünün bir fantezi karşılaşmasından öte gerçeğe yakınlaştı. Bu yeni kurguda ne iyiler gerçekten iyi, ne kötüler sadece karikatürden ibaret karakterlerdi. Batman çürüyen, her tarafından dağılan bir toplumun devam ettiricisiydi sadece. Öyle ki Kara Şövalye’nin sonunda Batman, sadece topluma sunulan ideolojinin devamı için kendini defa etti. Hakikatinden vazgeçip münzevi bir hayata çekildi. Böylece adalet fantazisi de gerçekte olduğu gibi bozuk olan sistemin devamı için feda edilmişti. Nolan’ın üçlemesinin sonuncusu, Kara Şövalye Yükseliyor’da ise güya yeniden doğan Batman, zengin şımarık oğlan rolünde yine temizce dövülürken görülür. Film repliklerine baktığımızda kötülüğe karşı Batman’in beylik hiçbir savunması bulunmaz. Yeni bir yetim, Robin ile eski ham hayal, ayağa kaldırılmaya çalışılır. Bu sefer ki tek fark yeni gelen yetimin fakir olmasıdır. Ancak filmin kötü karakterleri bizlere Batman’den çok şey anlatmaya başlamıştır artık. Anti kahraman Bane’in şu söylemine bakın: “Gotham’ı zenginlerden ve yozlaşmışlardan alıyoruz! Nesiller boyu sizi ezmek için fırsat yalan hayallerini sunan zalimlerin elinden. Ve size geri vereceğiz. Halka. Güçlülerin ellerinden malları alınacak Onları bizim bilip katlandığımız o soğuk dünyaya atacağız. Polis, gerçek adalete hizmet etmeyi öğrenirse var olacak!” Buna karşı Batman ve adamlarının söyleyebildiği tek bir söz yoktur. Hakikat çoktan sistemin devamı için feda edilmiştir bir önceki bölümde. Ancak tabii ki Bane halkı kandırmaktadır. Kendi diktatörlüğünü kurarken bir taraftan toplu katliam hazırlığı yapmaktadır. Ta ki Batman kendini tekrar feda edene kadar vs. Sonuç: Batman öldü, yaşasın Batman.

Bu oldukça iyi satan üçlemeden sonra Batman serisi büyük bir batağın içinde gömülmüş durumdaydı diye düşünüyorum. Sonuçta sistemin çürümüşlüğü üst üste ilan olmuş, Batman ise sadece çürümüşün devam ettiricisi konumuna savrulmuştu. Kazanılan zafer sadece son darbeyi bir sürü geciktirmeye yeterliydi.  Batman bize sadece şunu söyleyebilir hale geldi: Evet, biz kötüyüz ama eğer bize uymazsanız dışarıdaki daha kötü (manyaklar) kurtlar sizi kapacaklar. Tabii bu bakış orta vasat bir filmden fazlasını üretmeye yetmezdi. Yazarlarda bunu fark etmiş olmalı.

BİR ANTİTEZ OLARAK JOKER

Arthur bir sokak ortasında yatıyor, dövülmüş, acz içerisinde. Toplumun en masumları tarafından saldırıya uğramış. Joker filminin ilk sahnesinde gördüğümüz bu vahşet, ilerledikçe anlıyoruz ki toplumun ve filmin her karesine yayılmış durumda. Eski Batman fantezisi beklentisiyle sinemaya gelenler için çok geç. Eğlenmek, rahatlamak, hakikatten kaçmak için geldikleri bu film tam da kaçmakta olduklarıyla ilgili. Filmin ilk girişinde arkadan dinletilen haberlerden şehirde büyük bir işçi grevi olduğu, her yerin çöp ve pislik ile kaplandığını öğreniyoruz. Konut sektöründe kriz ve petrol fiyatları haberleriyle, bu olayın bir işçi grevinden daha büyük olduğunu, toplumsal bir krizin içerisinde olduklarını anlıyoruz. “Ulusal Muhafızların gelip şehri temizlemesi güzel bir fikir!” diyor TV’deki yorumcu. Ne kadar tanıdık!

Filmin ilerleyen sahnelerinde Arthur’un gerçekliği ile yüzleşiriz. Arthur bazı psikolojik sorunları olan, yaşlı ve yardıma muhtaç annesiyle toplumun en alt basamağında yaşamaya çalışan bir artıktır. Filmin başında sadece zevk için gençler tarafında atılan dayak onun toplumsal gerçekliğidir. Toplumun hangi kesimine değerse değsin yok sayılır ya da en azından aşağılanır. Arthur’un günlüğünden şunu okuruz: “Umarım ölümüm, hayatımdan daha fazla kuruş eder”. Arthur’un psikolojik sorunları olabilir ama filmin ana odak noktası bu sorunlar değildir. Esas sorun toplumun ona verdiği değerin yok ile eşit olmasıdır. Esas acıyı ve Arthur’un mahvını yaratan bu olacaktır. Filmin ilk yarısında Arthur’un bu gerçeğe rağmen nefes almaya devam etmesine sebep olan fantezisini öğreniriz. Arthur komedyen olmak istemektedir ve bunu bir gün başaracağına mutlak bir inancı vardır. Bu fantezinin en net anlaşıldığı yer hayali televizyona çıkma sahnesinde ortaya serilir. Kahramanı şovmen Murray ona “Sende özel bir şeyler var, Arthur. Bunu görebiliyorum.” dediğinde “Neşe ve kahkaha getirmek için var olduğumu söyler annem” der. Yine bunu komedi kulübünün sahneye çıkmadan önce onu tanıtırken tekrar ederler: “Hayattaki amacını bu soğuk, karanlık dünyaya neşe ve kahkaha getirmek” olarak tanımlıyor der sunucu. TV şovunun sonunda muhteşem Murray, hiç babası olmadığını bildiğimiz Arthur’un kulağına şöyle fısıldar seyircilerin önünde: “Tüm bu ışık, gösteri, seyirciler görüyor musun? Senin gibi bir çocuğa sahip olmak için hepsini düşünmeden bir kenara atardım.” Bu bileşenler seyircinin fanteziyi anlaması için muhteşem bir portre oluşturur. Arthur gerçeklikle baş etmek için her insan gibi bir fantezi dünyası kurmuştur. Ancak bu fantezi toplumsal olanla karşılaşmasında uyumsuz olandır. Yine de derin bir uyku hali gözlemlenmez. Aksine birçok sahnede bunu tersini gözlemleme imkanına sahip oluruz. Arthur’un bazı sorunları olabilir ama aptal kesinlikle değildir. Annesi sürekli büyük bir umutla mektup beklediği Thomas Wayne için herkes onun başkan seçilmesinin çok iyi olacağını diyor dediğinde, herkes kim diye sorar, onun evinden çıkmayan yalnız ve yaşlı bir kadın olduğunu bilerek. Annesi: TV’de ki herkes diye cevaplar. Arthur kendi fantezisi ile yaşamına devam etmektedir belki ama televizyonun ‘herkes’ i temsil etmediğinin gayet bilincindedir. Bunu ilerleyen sahnelerde de gayet sınıfsal denilebilecek sözleriyle ifade etmeye devam eder. Filmde bir taraftan Arthur’un uyumsuzluğunun artışını izlerken, ikinci uyumsuzun kendini başat ettiğini gözlemleriz. Arthur’un fantezisi kadar toplumsal olarak sunulan fantezi de uyumsuzdur gerçeklikle. Sokaklar film ilerledikçe göstericilerle dolar. Film ilerledikçe Arthur’un fantezisinin dönüşümü ile toplumdaki değişim senkronlanır.

Üç kişiyi istekli olduğu söylenemeyecek bir haldeyken öldürmesinden sonra gelen dans sahnesi Arthur’un hakikatinin ilk ışımasıdır. İzleyiciler korku ile titreyen bir tip beklerken dans eden bir adam görür dev ekranda. Belki de Arthur ilk defa yaşamıştır o anda. Sonrasında bu güç ile Arthur gerçekliği kendisi yaratmaya başlar, önce kız arkadaş edinir, sonrasında komedi kulübünde büyük başarılı bir şov gerçekleştirir hayalinde. Ancak saklı olan çok şey vardır halen Arthur’un gerçekliğinde. Akıl oyunları hakikatin sızmasını engellemeyi sadece bir süre durdurabilir. Tetik çekilmiştir bir kere. Sadece Arthur’un cenazesini görmek için bir süre daha bekleriz. Annesinin polislerin sorgusundan sonra hastaneye düşmesinin ardından, televizyonda komedi kulübünde yaptıkları yüzüne çarpılır. Son bir umut ile Thomas Wayne’e gider ve orada annesi ve kendisiyle ilgili gerçeği öğrenir. Dönüşüm kaçınılmazdır. Arthur’un tüm yaşamı bir saçmaya dönüşmüştür.

Bu dönüşüm Camus’un muhteşem Düşüş‘üne benzer. Düşüş’te Arthur’un tersine çok başarılı olan bir avukatın dünyasını dinleriz. Herkesin sevdiği, herkese yardım eden, kadınların sevgilisi, çok başarılı avukatımız görünürde Arthur ile hiç bir benzerliği taşımaz. Ama avukatın fantezisi de Arthur’unki gibi yıkıma uğrar. Hakikat, bir intihara arkasını dönmesi ile fanteziyi yarar. Açılan yarık durmaksızın büyür ardından avukat dönüşüm geçirmek zorunda kalır. Bir tür ölümden geçip anti peygambere dönüşür.

Arthur’un dönüşümü ise Düşüş’e göre çok daha toplumsal olarak işlenmiştir. Ardı ardına gelen darbelerden sonra, hayata devam etmesini sağlayan fantezisi bir saçmaya dönüşür. Buzdolabına girdiği sahnede ölüm ve doğum gerçekleşir. Buzdolabından nasıl çıktığı, ne zaman çıktığı seyirciden saklanır. Bizim bu sahneden sonra izlediğimiz Joker’dir artık. Arthur ise buzdolabında kalmıştır. Annesini öldürüp happy kimliğinin son bağlarını koparması ile doğum başlar. İlk başlarda Joker’in halen bazı Arthur’un hareketlerini taklit ettiğini görürüz. TV çıktığında kendini nasıl öldüreceğin prova eder. Ancak Joker, Arthur değildir. Arthur toplumun artığıdır ölmesi kimsenin umurunda olmayan bir et yığını. Joker ise yeni bir hakikat dünyasına doğmuştur ve bu dünya gerçeğe çok daha uyumludur.  Joker bu yok olan, saklı olandan var olur. Sokakta gördüğümüz isyan onun yeni varlığını olumlar. Kalabalıkların arasından gülümseyerek geçişini izleriz. Kitlelerin başına geçmeye yeltenmez çünkü o bir devrimci değildir. O yok sayılan kalabalıkların özündeki ateştir. Toplumun var olmak uğruna işkence ettiklerinin, yok ettiklerinin anti peygamberi. Ondan bir devrimci çıkarmak imkansızdır çünkü o saçmanın üzerine oturur. Yaptıkları mantıksal bütünsellikte yer kaplayamaz yaşadığımız fantezide. Toplumla hiçbir bağı olmayan, olan bağları da toplum tarafından yok edilmeye çalışan Arthur’dan doğandır. TV’ye çıktığında dinleriz onu. Politikayla ilgili olmadığını söyler ancak oldukça politiktir söylemleri. O kendi devrimini yapmıştır. Ama tekil olarak varlığını ilan etse de yine de varlığının toplumda karşılığı olduğunun bilincindedir. Dışarıda onun gibi milyonlar olduğunu bilir. Sadece toplum bir kurtuluş olarak bir anlam oluşturmaz Joker için. O toplum içinde toplum ol(a)mayandan çıkan sentezdir. Murray’i öldürmeden önce şöyle seslenir toplum diye tanımlanana: “Yerimize oturup uslu küçük çocuklar gibi kabulleneceğimizi düşünürler! Kurda dönüşüp vahşileşeceğimizi düşünmezler.”

Polislerin elinden araba kazasıyla kurtulduğunda gösteri yapan kitlelere bakıp gülümser ve karşılarında dansını yapar. Onların maskesi varken, o maskenin kendidir. Joker var olmuştur artık. Polis arabasının üzerinde alkışları toplayan bir oyuncu peygamberdir o, bir kurtarıcı ya da cezalandırıcıdan çok.

Joker bize bir dönüşüm hikayesini özetler sonuç olarak. Toplumda karşılığı olmayanın ama toplum tarafından yine de, bir tür zorla yaratılmış, bir fanteziye hapsolanın dönüşüm hikayesini. Bu giderek toplumda karşılığı daha fazla olan bir yokluk hikayesidir. Sistem son geçirdiği değişimlerle insanları makine dişlilerinden artığa, yokluğa çevirmeye doğru evrilmektedir.

JOKER GERÇEK VE BATMAN YOK

Seyirci için bu zor bir dönüşümdür, hem film içinde hem de dışarıdaki gerçekliğinde. Çünkü özdeşleşebileceği bir karakter yoktur ortada henüz. Kahraman bir deli, muziptir. Akla oturamaz bir yerden sonra yaptıkları. Zengin, çürümüş yönetici sınıf da bu özdeşlemeye giremez. Onlardan biri olamayacağının bilinci de giderek artmaktadır ya da oluşmuş durumdadır zaten. Göstericiler ise tamamen şiddet peşinde bir delinin aklına uymuş insanlardır. Ortada büyük bir sıkıntı vardır bizler için. Tüm dönüşüm kanalları kapalıdır. Akıllarda hasta çocuklarımızı, en masumlarımızı, eğlendiren palyaçonun aslında bir psikopat olabileceği kalır film bittiğinde. Bir de izlediğimizin filmin bir fantezi ürünü olarak pazarlanmasının verdiği rahatlık. Ancak yine de izleyici çıkamadığı bir çelişki içerisindedir. Aklımızın bir yanı Joker’in gerçek olduğunu söyler. Ve Batman yoktur.

Oldukça başarılı bulduğum Joker filmi bir çıkış göstermese de, seri bize son verdiği mesajı devam ettirmektedir. Evet, biz kötüyüz ama eğer bize uymazsanız dışarıda ki daha kötü (Arthur’lar) kurtlar sizi kapacaklar. En azından bizim kötülerin yanında, Batman gibi iyi adamlarımız var. Bizsiz, her ne kadar empati de duysanız, Joker gibi adamların elinde anarşi ve kaostur sahip olabileceğiniz. Üzücü olan koca Hollywood’un, zengin yetim kahramanın, dünyayı daha iyi bir yer haline getirme fantezisinden savrulduğu bu çöplüktür. Bu çöp, Arthur’un bir süre daha nefes almasına sebep olan fantezileri kadar gerçeklikle yakındır. Ne diyelim, umarız belediye işçileri ekranda gizlendikleri yerden bir an önce çıkıp bu çöpleri ait olduğu yere götürür.

Serdar Özay
diğer yazıları