yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Büyülü Dünyayı Mümkün Kılan Yorgun Eller

“Ekranda gördüğünüz şeyler kesinlikle inanılmaz. Bunları yorgunluktan tükenmiş insanların elleri mümkün kılıyor.”

Disney, Netflix, Amazon gibi büyük yapım şirketlerinde çalışan 60 bin Hollywood işçisi 2021 yılında grev aşamasına kadar gitmiş ve bu mücadele sonucu yapım şirketleriyle anlaşmaya varılmıştı.

Bir Hollywood işçisi, yukarıdaki sözlerle özetliyordu hallerini. Uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, güvencesiz çalışma ortamları…

Türkiye’de durum farklı mı? Hayır. “Yerli dizi yersiz uzun” sloganıyla 2017’de bir kampanyaya dönüşen süreci birçoğumuz hatırlarız. Ne yazık ki 2023 yılında hâlâ devam eden “uzun dizi” sorunu nedeniyle, ara ara oyuncusundan set emekçisine kadar sosyal medya akışlarımıza düşürülen bir slogan olma özelliğini taşıyor: Yerli dizi yersiz uzun.

Şimdilik oyuncular için “tükenmişlik sendromundan, televizyona iş yapmıyorum, televizyon dizisi izlemiyorum” tartışmaları arasında süren bu uzunluk meselesi özellikle kamera arkası için büyük bir sorun.

Sinema-televizyon emekçilerinin sorun listesi, yorulunca gidememe, hayatının geri kalanı için birikim yapamama, hatta kirasını ödeyememe, iş garantisinin olmayışı, iş kazaları ve cinayetleri, paydostan sonra ertesi iki gün arasındaki dinlenme sürelerinin kısalığı, mobbing, taciz, ayrımcılık diyerek liste uzayıp gidiyor.

Dizi çekimlerinin uzun saatlere yayılmasına, çekim öncesi ve sonrası hazırlıklar da ekleyince sinema-televizyon emekçilerinin günlük çalışma süresi çoğu zaman 12 saati aşıyor. Yapımcıların en çok direnç gösterdiği konunun başında da işte bu geliyor. Sinema TV Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi, Yardımcı Yönetmen Alper İduğ, Evrensel gazetesinden Eylem Nazlıer’e verdiği röportajında[1] şöyle anlattı bu durumu:

“Öncelikle 12 saatin üzerindeki çalışma aslında yasal bile değil ülkemizde. Fakat pratikte 12 saatin üzerinde çalışılıyor. Öncelikle artık bunun son bulmasını istiyoruz ve en büyük direnci de bu konuda görüyoruz yapımcılardan hem Reklam Yapımcıları Derneği (RYD) hem de Televizyon ve Sinema Filmi Yapımcıları Meslek Birliği’nden (TESİYAP)… Kabul etmiyorlar ve bunun uygulanamaz olduğunu belirtiyorlar. Bütün bu toplantılarda bize bu konuda çok büyük bir dirençleri var.”

Sinema Televizyon Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı Ufuk Demirbilek ise Evrensel’de Geniş Açı programında verdiği bilgide yaklaşık 8 sene öncesine kadar 24 saatleri aşan çalışma koşulları olduğunu hatırlattı. Demirbilek, sendikanın çalışmaları sonrası bugün ağırlıklı olarak çalışmanın 11 saatlere kadar düştüğünü vurguladı. Ancak bu emekçiler için hâlâ uzun çalışma saatleri demek. Yeterince dinlenememek, sosyalleşememek, hayatı yakalayamamak demek…

Uzun çalışma saatleri derinleşen ekonomik krizle birleşince düşük ücretleri daha da görünüyor kılıyor. Bu alanda Sinema Televizyon Sendikası’nın bu yıl ilk defa ücret pazarlığı için yapımcılarla masaya oturması önemli gelişmelerden biri. Tabii alan sanat olunca ve sendikayla masaya oturan taraf yapımcılar olunca ‘işçi-patron’ algısı alışık olduğumuzun biraz daha ilerisinde bir görüntüyle belirebiliyor kafamızda. Fakat gerçek öyle değil. Müzakere masasındakiler ‘kelli felli patron’ görüntüsünden biraz uzak da olsa, söylemde emekçiler için değişen bir şey yok: “Yüksek zam istenirse sektör bir çıkmaza girer, şirketler para kazanamaz, işten çıkarmalar başlar…”

Sinema Televizyon Sendikası’nın bu yılki masa deneyimi gerçekleri soğuk soğuk vuruyor yüzümüze. Bu alanda çalışan pek çok emekçiyle yapılan görüşmeler sonucu çıkan yüzde 50-55 zam oranı, özellikle TÜİK’in çeşitli verileri düşük göstermesi nedeniyle daha ‘gerçekleşebilir’ bir rakama doğru itti süreci ve yüzde 45 oranında zam teklifine karar verildi. Fakat yakıcı sorunlardan olan çalışma şartlarının iyileştirilmesi, bu konuda yapımcılarla uzlaşma zemini aranması göz önünde bulundurularak iyi niyet göstergesi olarak teklif yüzde 35’e kadar indirildi. Ancak yapımcılar buna bile razı olmadı. Üstelik görüşmelerde sık sık “Netflix, yabancı sermaye buradan çekilir. Burada daha az iş yaparlar, reklam verenler reklam vermez, hepiniz işsiz kalırsınız” söylemleri döküldü masaya. “Önce taban ücretlerde anlaşalım sonra çalışma ilkeleriniz görüşebiliriz” dediler açık açık.

Set emekçileri ise yüzde 35’in altında bir zam oranının asla çare olmayacağı görüşünde ısrarcı: “Asgari ücreti ve yüksek enflasyonu baz aldığımızda bize verilen ücret yaşam standartlarımızı karşılamıyor. Ayda bir iş yaptığım zamanlar da oluyor ve kaşemin 45 gün sonra yattığını da baz alırsak temel ihtiyaçlarımı bile karşılayamaz durumda oluyorum. İstediğimiz iyileştirme sağlanmazsa eğer bize verilen ücret zaten kirama ve faturaya gidiyor bana kalanla da hayatımı zar zor idame ettirebiliyorum.”

Yapımcıların sonra dediği ilkeler ise “insanca çalışma” talebinin ta kendisi. Çünkü çalışma şartları ağırlıklı olarak şöyle:

Proje bazlı, dolayısıyla kesintiye uğrayan çalışma hayatı, gerçek hak edişler üzerinden yatmayan düzensiz sigorta, düzensiz tatil, işçi sağlığı ve güvenliği önemlerinin hâlâ yetersiz oluşu…

İnsan ilişkileri üzerinden yürüyen bir alan aynı zamanda burası. Bir projede çalışmışsanız ve memnun kalınmışsa yeniden işe çağırabiliyorsunuz. Ancak özellikle çalışma koşullarınızla ilgili bir söz etmişseniz, düzelmesi için adım atmışsanız mimleniyorsunuz ve kara listeye alınıyorsunuz. Sonrası işsiz günler. Yapımcıların görüşme masasında açıkça ‘işsizlik sopası’nı göstermesi elbette set emekçilerine ulaşmakta ve konuşabilmekte süreci zorlaştırıyor. Ancak işsizliğin pandemiyle beraber artması, ülkedeki siyasi ve ekonomik baskıların artarak devam etmesi bir rahatsızlık halini gözle görünür kılıyor. Sendika yöneticileri, artık set emekçilerinin sendikaya daha fazla kulak verdiği, kısık seslerin daha duyulur hale geldiği ve daha çok sorgulanan bir süreç yaşandığı görüşünü paylaşıyor.

Ekonomik ve fiziki yıpranmışlığın yanında psikolojik yıpranmada az değil bu alanda. Günlerini gecelerini vererek ürünün ortaya çıkmasında büyük emeği olan set emekçilerinin oyuncular, yönetmenler ve yapımcılarla aynı mekânda işini izleyememesi, sanat üretimindeki emeğinin görünmez kılınmaya çalışılması, aylarını iç içe geçirdiği ‘ünlü’ isimlerle hayat şartları arasındaki derin uçurum psikolojik yıpranmalara gebe bir süreç.

Teknoloji ilerliyor, özellikle sinema ve televizyon alanındaki teknikler değişiyor, dönüşüyor. Telefonla film çekilebiliyor, dekorlar bilgisayar başında halledilebiliyor. Ancak bu alanın hâlâ emek yoğun bir alan olduğu unutulmamalı.

Kamera arkasının gerçekten kamera arkasında kalmaması için, haklarının görünür kılınması için ciddi bir örgütlülüğe ihtiyaç var.

Bunun için kamera önündeki sanatçılarla, kamera arkasındaki emekçilerin bir arada haklarını haykırabildiği örneklerin çoğaltılması gerekiyor.

Bu alanda dönem dönem yapılan kampanyalarda özellikle emekten yana oyuncuların varlığını göstermesi cesaret için itici bir güç olmalı. İşsizlikle korkutulan set emekçileri kısık sesli itirazlarını birleştirebilir ve yüksek bir sese dönüştürürse kendilerini görünür kılabilirler. Bugünün Türkiye’sinde korku anlaşılabilir bir duygu olabilir. Ama sendikalarına, birliklerine kulak verir; bu ortamda sesini, sözünü, duruşunu, kimliğini her şeye rağmen korkusuzca ortaya koyabilen oyuncu arkadaşlarına yüzlerini dönerlerse kazanmaları mümkün olacaktır.

Öyle ya, bizlere de unutturmasınlar: Ekranda gördüğümüz muhteşem şeyleri, yorgunluktan tükenmiş bu insanların elleri mümkün kılıyor.

 

[1] https://www.evrensel.net/haber/480317/sinema-televizyon-emekcileri-yuzde-35in-altinda-zammi-kabul-etmiyoruz

Zeliş Irmak
diğer yazıları