yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

‘ÇARESİZLİK’ İLE ÇATIŞMA ARASINDA BİR YER

ÇAMAŞIR SUYU

Festivalin ikinci bölümünün dikkat çeken filmlerinden biri de Büşra Bülbül’ün yönettiği Çamaşır Suyu. Apartman merdivenlerinin temizliği ile hayatını kazanan Sibel’in bir gününü anlatan film, ‘gündelik’ ve ‘alelade’ görünenin sınıfsallığına işaret ederken içerdiği yoğun duygu derinliği ile anlamı güçlendiriyor. Apartmanın sensörlü ışığı yanıyor ve Sibel’i ağlayan bebeğini emzirirken izliyoruz. Bir yandan telefonu çalıyor bir yandan ise “işten kaytarıyor” gibi görünmemenin endişesini taşıyor Sibel. Hem çocuğunun bakımını, birikmiş kiraların sorumluluğunu hem de ekmeğini kazanma telaşını sırtlayıvermiş, bu ağırlık altında ezilmeden yürümeye çalışıyor. Öte yandan, merdiven parasını alabilmek için belli bir takım zorunlu sosyal ilişkilere de girmesi gerekiyor Sibel’in. Tam da bu noktada farklı sınıfsal pozisyonlara konuşlanmış olmanın kaçınılmaz kıldığı ‘gizli’ bir çatışma izliyoruz.

Apartman sakinlerinin Sibel ile kurduğu ‘öğrenilmiş’ ilişki biçimi, Sibel’in emeğinin karşılığını alabilmek için ayrıca çaba sarf etmesini gerektiriyor. Samimiyet, yakınlık ve çeşitli sosyal diyaloglarda gölgelenen bu ‘çatışma,’ ev sahiplerinin deneyimlerinden öğrenen kurnazlığının galibiyetinde çözülüyor. Kirasını ödeyebilmek için son çare kapıları teker teker çalan Sibel, ücretini geciktiren ev sahiplerinden ya eksik para alıyor ya da yine öbür ay verileceğine dair çeşitli söz, bahane ve gerekçeler ile yüzüne kapanıyor kapılar.

Çelişkileri ‘gizli’ kılabilmek adına başvurulan ‘samimiyet,’ böylece Sibel’in tavizi ya da çaresizlik hissi ile sonuçlanıyor. Kapısını çaldığı bir ev sahibi, okuldan atılmak üzere olan çocuğundan ve eşinin ilgisizliğinden yana dert yanarken yirmi lira gibi ‘küçük’ bir meblağı bir türlü ayarlayamadığını büyük para olsa unutulmayacağını ifade ediyor. Hayatının merkezinde ancak kendi gündelik sıkıntıları, kaygıları olanların cüretinde görünmez hale geliyor Sibel. Bu noktada şunu da sorduruyor Çamaşır Suyu: Sibel’in öfkesinde somutlaşan çaresizliğe bu kadar yoğunlaşılması kadercilik ve seçeneksizlik tehlikesi de yaratmıyor mu?

MAMAVİLLE

İlk kısa filmi Edifice ile adını duyuran Irmak Karasu, festivalde Mamaville ile yarışıyor. Bir Ege kasabasında yaz tatilini geçiren Ferah (Ece Yüksel) ve anneannesinin (Gönül Ürer) birbirleri ile kurdukları ilişkinin arka planında gündelik yaşamın ağırlığı ile dengeli bir film izliyoruz.

Yazlıkta bulunduğu süre içinde Ferah, biraz da kendini zorlayarak sosyalleşmeye çalışır. Daha kolay bronzlaşabilmek arzusu ile vücuduna kola sürmeye de ikna olur, canı istediğinde sigara da içer…  Kendi dünyasından, kendi gençlik kaygılarından bir mesafe ile ilişkilenir anneannesi ile de. Öte yandan, anneannesinin gündelik rutininde ise televizyondan izlediği evlilik programları vardır. Ferah’ın kulağındaki kulaklığın rutini gibi. Özellikle genç ya da yaşlı olmaya dair indirgemeci ve dolayısı ile ayrımcı bir perspektifi sarsan film, gündelik olanın sadeliğinde iki farklı dünyanın kesiştiği ve çeliştiği noktaları da incelikle gösteriyor.

Yaş almanın getirdiği bedensel zorlukları ise izleyiciyi “ununu elemiş, eleğini asmış” yargısına düşürmeden izletebiliyor. Bunu en iyi anneannenin televizyon karşısında iştahla incir yedikten sonra dişliğini çıkarıp temizlediği ya da iki kadının plaja gitmeden mayolarını giydiği sahnelerde görüyoruz. ‘Pörsümüş’ beden ya da takma dişin genç/yaşlı ikiliğinde zihinlere mizah ya da korku unsuru olarak yerleşmişliğini sarsan Karasu, bizi gerçekliğin sadeliğine götürüyor.

Ekinsu Devrim Danış
diğer yazıları
Şeyma Akcan
diğer yazıları