yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

CAZ’LA DİRENİŞ

“…Cazın, üst sınıfların kültürel standartları tarafından ezilememiş olması, gelişiminde diğer Amerikan popüler müziklerine göre önemli bir faktördür.” [1]

Cazın belki en heyecan verici yanı, parçaların her çalındığında bambaşka olmasıdır. Bestecinin değil, icracının özgün olmasıdır. Klasik müziğin tersine kurallardan, düzenden uzak durmasıdır; birbirleriyle uyumsuzların bir ahenk oluşturmasıdır. Kökeninde pek çok farklı kültürlerin mirası vardır cazın. Tanımlayabilseydik onun, Afrika’dan getirilip pamuk tarlalarında çalıştırılan kölelerin kederleri, umutları, özgürlük rüyaları ve derin acılarıyla beslenen Blues’un, Amerikan halk müziğinin, sokak çalgıcılarının ve Avrupa klasik müziğinin, New Orleans genelevlerinde ve Missisipi nehir gemilerindeki şehirleşmiş karışımı olduğunu söyleyebilirdik. “Çaldığımız, hayatın kendisidir.” demişti zaten cazın köşe taşlarından Louis Armstrong.

Bu yazıda cazın tarihine değil ama temelini oluşturan politik ve sosyal düzene karşı duruşunu, müziğiyle gerçekleştiren ikonik sanatçıların ve albümlerinin hikayelerine göz atacağız.  Başlayalım:

Bessie Smith (1894-1937), caz dünyasında ayrımcılığa karşı savaşan kadın öncülerdendir. “Blues’un imparatoriçesi” diye anılan Bessie Smith, hiçbir zaman beyazların konser salonlarında sahneye çıkmaz. Ancak, beyaz plak şirketleriyle çok az bir ücret ve telif hakkından vazgeçmesi koşuluyla sözleşmeler yapabilir.

Billie Holiday: “Strange Fruit” – 1939’da Billie Holiday, Afro-Amerikan linçleri üzerine bir okul öğretmeninin şiiri olan “Strange Fruit” (Garip Meyve) parçasını seslendirir. “Güney ağaçları garip bir meyve taşıyor/ Yapraklarında kan ve kökte kan / Siyah cisimler Güney esintisinde sallanıyor / Kavak ağaçlarında asılı garip bir meyve” sözleri ve Billie Holiday’in olağanüstü vokaliyle beyaz Amerikalılara, siyahi Amerikalıların yaşadığı dehşeti anlatmaktadır.

Şarkının mesajını daha da güçlendirmek için Billie, sahnede özel bir performans sunar. Son şarkıdan önce sahne ışıkları kararır, garsonlar servisi durdurur ve Billie yüzüne yansıyan spot ışığı dışında karanlıkta bu şarkıyı söyler. Şarkıyı bitirir bitirmez de seyirciye veda etmeden sahneden ayrılır. Plak şirketinin, endüstrinin ve radyo ağının tepkilerinden çekinmesi nedeniyle bu şarkıyı uzun süre kaydedemez. “Strange Fruit,” yapımcı Ahmet Ertegün’ün deyimiyle “sivil haklar hareketinin başlangıcı”dır.

Duke Ellington: “Black, Brown and Beige”- 1943 yılında Ellingon, Carnegie Hall’da çoğunluğu beyaz seyircilere parçayı “Bu parçanın Amerikan siyahi tarihine paralel olduğunu söylemek isteriz. Ve elbette uzun bir hikâye anlatır.” diye duyurur. Siyah, Kahverengi ve Bej parçasında her renk siyahi tarihinde bir dönemi temsil eder: “Siyah“, kölelerin hayatını; “Kahverengi” Amerikan savaşlarında kurtuluş ve hizmet dönemi; “Bej” çağdaş siyahilerin zamandır.


John Coltrane’in Alabama şarkısı 1963 yılında
Birmingham’daki kilisede dört genç kızı öldüren
Ku Klux Klan bombalanmasına karşı bir tepkidir.

Charlie “Bird” Parker, 1945 yılında “Now is The Time” (Şimdi Zamanı) parçasını, sosyal değişim zamanının geldiğini vurgulamak için besteler.

Yazımız, sivil haklar hareketlerinin en yoğun olduğu zamanlar olan 1960’lar dönemine geldiğinde caza değil ama müzisyenlere biraz ara verelim. Martin Luther King’in 1964 yılında Berlin Caz Festivali’nin açılışı için kaleme aldığı yazısına göz atalım:

Caz, hayatı anlatır. … Hayatın kendisi bir düzen ve anlam sunmadığında müzisyen, enstrümanından akan seslerden bir düzen ve anlam yaratır. Özgürlük Hareketimizin gücünün büyük bir bölümü de bu müzikten gelir. Cesaretimiz kırılmaya başladığında tatlı ritimleriyle bizi güçlendirir. Ruhlarımız çöktüğünde zengin armonisiyle bizi sakinleştirir. (…) Herkesin Blues’u var. Herkes anlam istiyor. Herkes sevmeli ve sevilmeli. Herkes el çırpmalı ve mutlu olmalı. Müzikte, özellikle caz olarak adlandırılan bu geniş kategoride, bunlara doğru bir adım vardır…”

Dizzy Gillespie, Charlie Parker, Miles Davis, Dexter Gordon, Billie Holiday, Avrupa’da baştacı edilirken kendi ülkelerinde sahneye çıktıkları caz kulüplerine arka kapıdan girebiliyorlardır. Çünkü ön kapı beyazlar içindir. Bazı siyahi caz müzisyenleri, Dizzy Gillespie’nin ve Louis Armstrong’un sahnedeki neşeli hallerini, beyazları eğlendirmeye yönelik popülist tavırlar olarak yorumlayarak “eğlendirici” olmaya karşı çıkarlar. Onlar için caz, siyahi güçlü tekniğin ve bağımsızlığın üzerine kuruludur.

 

Soğuk Savaş ve McCarthy döneminde siyahi Amerikalılar eşit haklar için savaştıkça, caz sivil haklar hareketinde rol almaya başlar. Sınırları zorlayan, “Yeni Şey” (New Thing) denen özgür, avangard caz, 1960 başlarında Vietnam Savaşı’na karşı sanatsal duruş olarak gelişir. Saksafoncu Archie Shepp 1966’da “caz, savaş karşıtıdır” der. Özgür caz, daha önceki hiçbir cazcı kuşağının olmadığı kadar bilinçli ve siyasal anlamda siyahidir. İşte o dönemin mihenk taşı örnekleri:

Charles Mingus: “Fables of Faubus” (1959) – Arkansas valisi Faubus’un siyah ve beyaz öğrencilerin aynı okullarda okumasına izin vermemesi üzerine Faubus Masalları parçasını yapar. Parça, saldırgan sözleri ile plak şirketleri tarafından kabul edilmez, ancak sözleri olmadan yayınlanır. Parça, özgün sözleriyle ancak bağımsız bir plak şirketi tarafından 1960 yılında kaydedilir.

Max Roach: “We Insist: Max Roach’s Freedom Now Suite” (1960) – Davulcu Max Roach yaşamı boyunca ABD’deki sivil haklar hareketinde aktifti ve Israr Ediyoruz: Özgürlük Şimdi albümü de bir müzik tarihi dersi olarak kabul edilir. Roach’ın davulları ve eşi Abbey Lincoln’un olağanüstü sesi ile Amerika’daki kölelik ve Güney Afrika’daki ırkçılık arasında paralelliğin izini süren albümünün kapağı da bir lokantada oturan üç siyahi adam ve gergin görünen beyaz garson fotoğrafı ile tepkiseldir. 1960’da bu albüm yayınlandığında, “siyahi adama hizmet eden beyaz adam” görüntüsünü kışkırtıcı, öfkeli ve imkansız olarak gören çok fazla insan vardı. ‘Özgürlük’ kelimesi yerli yersiz kullanılmaktan günümüzde belki biraz yıprandı ancak bu albüm, dinleyeni özgürlüğün gerçekten bir şeyler ifade ettiği zamana geri götürebilir.

John Coltrane: “Alabama” (1963) – Saksafon devi stüdyoya girer ve efsanevi dörtlüsü de dahil olmak üzere kimseye çalacağı melodi hakkında bilgi vermez. “Alabama”, 1963 yılında Birmingham’daki kilisede dört genç kızı öldüren Ku Klux Klan bombalanmasına karşı Coltrane’in tepkisidir. Hikayesini bilmese dahi dinleyeni sarsan bu parça, sadece Alabama’lı dört küçük kız için değil, aynı zamanda sivil haklarla mücadele için her dönem etkileyicidir.

Nina Simone: “Mississippi Goddam” (1964) – Bir sanatçının, her zaman “yaşadığı dönemi yansıtması” gerektiğine ve ancak müzik ile “tam anlamıyla bir siyasetçi olunabileceğine” inanır Nina Simone.  Irkçılık karşıtı bir aktivistin Ku Klux Klan tarafından ve dört siyahi çocuğun da Albama’da bir kilisede öldürülmeleri üzerine “Tanrım ülkemin topraklarına merhamet et / Biz zamanı gelince onu alacağız” diyerek “Mississippi Goddam” şarkısını yazar. Bazı Güney eyaletleri şarkının çalınmasını hemen yasaklar ve radyo istasyonları Nina Simone albümlerine ambargo koyar. Amerika’daki Sivil Haklar Hareketi’nin sesi olan ve bugünün bile hala en etkili politik protesto şarkılarından olan bu şarkıyı 1965’te Selma’dan Montgomery’ye Oy Hakkı yürüyüşlerinin sonunda 10 bin kişinin önünde seslendirir. Yürüyüşten beş ay sonra, Başkan Johnson’ın Oy Hakkı Yasası’nı imzaladığını da burada belirtelim. Bu şarkısından dolayı müzik endüstrisinin kendisini cezalandırdığını söyler, yıllar sonra Nina Simone.

Bu şarkıyı sahnede söylerken, “şovun henüz yazılmadığını” söyleyerek kitlelerle birlikte Amerika’yı değiştireceklerini ima eder. Billie Holiday’in “Strange Fruit”de yaptığı gibi o da şarkısını protest tavrı ile seslendirir.

Irkçılığa karşı sert duruşu sanatına da büyük ölçüde yansıyan Nina Simone, 1968’de Martin Luther King’in katledilmesinden üç gün sonra ona ithafen “Why? (Neden?) isimli “Sevginin kralı öldü” dediği şarkısını yazar. Ayrıca, dokunaklı “Four Women” (Dört Kadın) şarkısı, siyahi kadınların boyun eğdirilmesinin acı ve öfke dolu portresini çizer.

Nina Simone hiçbir zaman kendini ait hissetmediği ülkesini “Mississippi Goddam” şarkısında dediği gibi “Bu koca memleket yalanlarla dolu / Hepiniz sinekler gibi öleceksiniz” diyerek terk eder.

Caz gitaristi Grant Green de 1965’te üçüncü Selma yürüyüşünün tamamlanması üzerine The Selma March isimli parçayı kaydeder.

1970’lere geldiğimizde cazın politik etkisi azalmaya başlar. 50’lerden itibaren Rock müziği gençler için daha kışkırtıcı gelirken, caz sanatçıları alışılmadık alt türlerle denemeler yaparken, ana akım caz cazibesini kaybetmeye başlar. Bu dönemdeki protest albümlerden en fazla ses getirenlere bakalım:

Gil Scott-Heron: “The Revolution Will Not Be Televised” (1971) – Afrikalı Amerikalı müzisyenin şiiri ve bu şiirden bestelediği “Devrim Televizyonda Yayınlanmayacak” isimli şarkısı, 1968’lerde başlayan devrimci protest ruhu çok iyi yansıtır. Şarkının ismi, A.B.D’de 1960’larda ortaya çıkan sivil hareketinin bir protesto sloganından gelmektedir. Afro-Amerikan sosyal devrimi karşısında kitle iletişim araçlarının ve tüketim toplumunun ilgisizliğine dikkat çeken şarkı, 70’lerin başında pop kültürünün mihenk taşı haline gelir.

Sun Ra, ‘Space Is the Place’ (1973) – Albüm, siyahi insanlar için ırksal eşitsizliğin olmadığı ve Dünya’dan daha iyi ve daha misafirperver görünen yeni bir gezegenin keşfini işler. Sanatçı, siyahilerin şimdiki gezegeni hemen terk etmesi gerektiğini, uzayın onların tek özgür olabileceği yer olduğunu söyler. Sun Ra bu mesajını, üflemeli çalgıların, synthesizer’ların, piyano ve davulların poliritmik karmaşasıyla aktarır. Albüm, “yapabileceğiniz şeylerin sınırı yoktur!” demektedir.

Charlie Haden (1937 – 2014) – Basçı Charlie Haden, cazda doğaçlamaya getirdiği boyutlarla devrimci bir müzikçi olarak kabul edilir. Beyaz olmasına rağmen devrimci yaklaşımını politik bağlamda da göstermiştir. İstanbul’da ikisini de izleme mutluluğuna eriştiğimiz Ornette Coleman’la birlikte Free Caz gibi çığır açıcı bir müzik yaparlar. Nixon’ın politikalarına, Vietnam’da yapılanlara, Kamboçya’nın bombalanmasına karşı hissettiklerini müzikle ifade etmek için 1969’da “Liberation Music Orchestra”yı kurar. Albümlerinde, İspanya İç Savaşı’ndan esinlenen İspanyol ve Afrika müziği tınılarıyla, birbirini tamamlayan enstrümanlarla, özgürlük için direniş gösteren parçalar yer alır. Reagan, baba ve oğul Bush dönemlerinin “dış politika”larına karşı gelen pek çok albüm yapar.

Ornette Coleman ile 1971’de Avrupa’da turnedeyken Portekiz’e de gideceklerini öğrenir. Oysa Portekiz, sömürge savaşlarındadır. Gecenin sonunda “Song for Che”’yi söylemeden önce parçasını Angola, Mozambik ve Guinea-Bissau’deki siyahların özgürlük mücadelesine adadığını duyurur. Müthiş alkışlar gelir, ancak ertesi gün uçağına giderken onu gözaltına alan polisler ona politikayla müziği karıştırmaması gerektiğini söyler! “İyi insanlar inandıkları konularda eylemde bulunmalıdır, yoksa hiçbir şey değişmez!” der. Yıllar sonra bu eylemi Portekiz’deki ders kitaplarına geçecektir.

Günümüze gelecek olursak… Amerika’da silahsız siyahilerin polis tarafından öldürülmelerine karşı 2015 yılında rapçi Kendrick Lamar, serbest caz ile temas eden rap albümü “To Pimp a Butterfly” ile tepkisini gösterir. Albüm, çok yoğun caz öğesi taşımamasına ve ağır siyasi temalarına rağmen ticari başarı gösterir ve altı tane Grammy ödülü alır. Dahası, albümdeki “Alright” parçası, polis vahşetine karşı yapılan protesto gösterilerinde söylenir ve “Siyahilerin modern Milli Marşı” olarak kabul edilir. Cazdaki protesto ruhu, varlığını bu albümde hip-hop müziğinde sürdürür.

Geçtiğimiz haziran ayında Minneapolis’te polis tarafından katledilen George Floyd’un cenaze töreninde de Louis Armstrong’tan “Black and Blue” ve John Coltrane’in 1965 yılında ırkçılığın, çatışmaların olduğu bir dünyaya karşı yüce bir aşkı yerleştirmek üzere yaptığı “A Love Supreme” (Yüce bir aşk) albümleri çalınır. Caz, siyahiler için hayatın her alanında yer almaya devam etmektedir.

Son sözü Caz Kitabı’nda Joachim Berendt’e bırakalım: “Caz, doğuşundan yüzyıl sonra bile hâlâ doğduğu zamanki şeydir; bir protestonun müziğidir. Toplumsal, ırksal ve manevi ayrımcılığı, değersiz burjuva ahlakının klişelerini, modern toplumun işlevsel örgütlülüğünü, bu dünyanın bireyselliği yok edişini, kendine uymayanları yargılayan standartların kategorize edilmesini protesto eder.

Caz, yalnızca kulüplerde sessizce dinlerken başımızla tempo tuttuğumuz bir doğaçlama fırtınası değildir, aşk şarkıları hiç değildir. Tıpkı savundukları sivil haklar hareketi gibi, caz sanatçıları, rock, folk, soul ve R&B gruplarıyla birlikte sivil haklar ve savaş karşıtı aktivizm kültürünü geliştirmek adına “susturucu” güçlerle savaşmıştır. Günümüzde caz müzisyenleri, odaklarını cazın bir sanat formu olarak genç müzisyenlerle birlikte yenilenerek  “korunmasına” kaydırarak mücadelelerini sürdürmektedir. Ne de olsa cazın temelinde boyun eğmezlik ve bireysel özgürlükte ısrar vardır.

Yararlandığım Kaynaklar:

  • “Caz ve Politika” Köşe yazısı Hülya Tunçağ, Jazz Dergisi, 17 Ocak 2019
  • “Sıradışı İnsan”, Eric Hobsbawm, Bulut yayınları
  • Jazz Is Built for Protests, New York Times 24.06.2020
  • Jazz Dergisi, Özlem Gürçiçek (Charlie Haden’ın ardından)
  • “Birazdan Söyleyecek: Nina Simone” – Nazlı Toprak, Yeni E dergisi, Mart 2018 sayısı
  • “1968’in Free Caz Notaları” – Nazlı Toprak, Yeni E Dergisi, Haziran 2018 sayısı

[1] Eric Hobsbawm, Direniş, İsyan ve Caz , Çeviren: Işıkan Gündüz, Yordam Kitap

Nazlı Toprak
diğer yazıları