Evrimsel biyolojinin kurucusu Charles Darwin’in canlılığın kökenine ve bu kökenden çeşitlenen canlı âlemine ilişkin yarattığı derin dönüşüm, Ernst Mayr’in vurgusuyla, doğru bir biçimde, bir devrim olarak adlandırılır. Ancak bu devrimin esas özelliği nedir? Darwin ve Darwinci evrimsel biyolojinin bu sorunun cevabına ilişkin yarattığı algı, popüler hatta akademik seviyede bile aşağı yukarı aynı içeriğe sahiptir: Doğal seçilimle evrimleşme ve gezegenin tarihinde kavranışı güç bir derinliğe inildiğinde tek bir ataya da çakışan ortak bir kökenden türeme vurgusunun taşıdığı devrimci nüve. Ancak Darwinci evrimle anılan ve genel manasıyla evrimsel biyolojinin en önemli mekanistik-tarihsel bileşenleri olan bu iki nokta, Darwin’in yarattığı ve evrimsel biyolojinin son yüz elli yılı aşan süredir devindirici gücü olan dönüşümün nesnesi olmaktan çok, asıl nesne üzerinden işleyen görüngülerin kurallar şeklinde formülasyonuna izin veren kapsamlı tariflerdirler. Peki, bu asıl diye nitelediğimiz temel dönüşüm nesnesi yani Darwin devriminin “motoru” dediğimiz şey nedir? Doğal seçilimle evrimleşme ve ortak köken vurgusunu biyolojinin bu en muhteşem devriminin şanlı yolunda ilerlerken tali bir yol olarak kabul etmemizin sebebi nerede yatmaktadır? Her şeyden önce hem doğal seçilim hem de ortak köken kavramları asıl itibarıyla Darwin öncesinde şekillenmiş, Darwin’in önceki malzemeyi daha keskin gözlemler çerçevesinde kullanmasıyla rafine ettiği kavramlardır. Paleontolojinin canlı ortaklığına ilişkin sunduğu dönem itibarıyla rahatsız edici olgular Darwin öncesinde ve Türlerin Kökeni’nin yayımlanması esnasında mevcuttur ve doğal seçilim, Darwin’in karmaşık biyolojik ilişkileri bütün heterojenliği çerçevesinde evrimleşme bağlamında aktarmak için toparlayıcı bir mecaz olarak kullandığını söylediği bir kavramlaştırma olarak zaten Malthus ve Herbert Spencer vasıtasıyla ziyadesiyle dolaşımdadır. Dolayısıyla bu iki kavram da Darwin için yeni değildir ve yarattığı dönüşümün etkisi ve “yıkıcılığı” itibarıyla zaten ikincil konumda yer almaktadır.
Darwin’in yarattığı asıl dönüşümün yani Darwin devriminin ne olduğunu anlamak için yine Türlerin Kökeni asıl kılavuz niteliğini taşımaktadır. Köken’in mevzuya giren ilk bölümü “Variation Under Domestication (Evcilleştirme etkisi altındaki değişkenlik)” adını taşır. Bu bölümü izleyen bölüm ise “Variation Under Nature (Doğadaki Değişkenlik)”’tir. Doğal seçilimle ortak atadan türemeyle evrimleşme mevzunun geri kalanını oluşturur kitapta. İlk bölüm hayvan ve bitki ıslahının ilgili canlıdaki biyolojik özellik varyasyonunu (değişkenliğini) nasıl bilinçli ve bilinçsiz yönlendirdiğine ilişkindir. İkinci bölüm ise biyolojik özelliklerdeki değişim çeşitleri üzerinde durur daha çok ve pek çok canlı türünden örneklerle değişimin-evrimleşmenin- malzemesi olan kalıtımsal varyasyona işaret eder. Özellik durumları yani özelliğin varyasyon tayfını oluşturan farklılıklar arasındaki yaşamsal ayrımların bilinçsiz yönlendirme ile değişen koşullar karşısındaki evrimleşmesi ve türleşmeyle sonuçlanabilmesi ise kitabının kalanının ana temasıdır. Dolayısıyla, her şeyden önce ve çıkış noktası itibarıyla biyolojik özelliklerin sergilediği farklı durumlar, yani kalıtımsal varyasyon evrimleşmenin başı ve özü olarak kabul edilmektedir. Doğruluğu Darwin’den bu yana çok değişik düzeylerde sınanan ve evrimsel biyolojik araştırma projelerinin ve kuramın içinden açılan yeni yolların artık en önemli ayağı kabul edilen kalıtımsal özellik varyasyonuna yapılan bu vurgu, bilim tarihi açısından da Darwin devriminin özünü oluşturur ve Darwin’in getirdiği asıl yenilik olarak haklı biçimde kabul edilir.
Darwin öncesindeki canlı kavramının durduğu yere bakıldığında bu durumu anlamak çok daha kolay olacaktır. Pek çok enteresan örnek bulunmakla birlikte, konuyu tüm zihniyet tarihi bakımından ortaya koyabilmesi hasebiyle mükemmel bir resim oluşturan bir örneği ele alalım: Francis Bacon’ın 17. yüzyıl başlarında yayımlanan Eskilerin Bilgeliği kitabındaki Pan başlığına bakalım. Bacon bu eserinde, kadim Yunan ve Roma mitolojisinden hikâyeleri alıp özetleyerek anlatır ve ardından her bir hikâyenin içeriğini ifade ettiği tarihsel, siyasal ve felsefi noktalardan tahlil eder. Bu küçük çaplı şaheser içinde, Pan mitolojisi doğayı simgeleyen parçalar halinde ayrıştırılmaktadır. Pan, keçi kulaklı-boynuzlu ve ayaklı oluşu ve insan gibi dik yürüyüşünün azameti dahilinde, Bacon’ın da vurguladığı üzere, isminin de ifade ettiği geniş bir kapsayışla doğanın tüm hallerinin bir tarifidir. Bu kapsamlı varlık külliyatının bizi ilgilendiren cüzü ise, malum sebeplerle cüzden fazlası olmasıyla eski zamanların obskürantist holizminde ayrıcalıklı yeri bulunan boynuzlardır. Şimdi Bacon’un parıldayan tahlilinin izinden ilerlemeye devam edelim: Pan’ın boynuzlarının kaidesi yani doğanın “en aşağı” tabakası, yaygın genişliğiyle varlıkların en biçimsiz, en dağınık ilkin hallerini simgeler. Bir sonraki nokta, boynuzun daraldığı yani varlık bireylerinin tür kategorisi içinde daha bir “görünür” kılındığı basamağa denk gelmektedir. Boynuz daraldıkça türler cinsler içinde temsil edilirler ve yukarı doğru sivrildikçe de cins üstü kapsayıcı varlık kategorilerini oluşturmak üzere varlık silsilesi tamamlanır. Bacon boynuzun sivri en uç noktasının tüm varlık âleminin ilahi birliğine karşılık geldiğinin kabul edildiğini yazar ve o noktadan sonra metafizikten doğal teolojiye geçişin sadece küçük bir adıma kaldığını söyler. Bacon’ın bu Pan imgesinde çizdiği muazzam açıklıktaki resim, tüm varlık âlemini “Varlıkların Büyük Zinciri” olarak bilinen hiyerarşik merdiven içinde temsil eden, Platoncu ideaların tepe noktasında yer aldığı bir evren kurgusunun yeni Platoncu Hristiyan versiyonundan başka bir şey değildir. Darwin devrimi dediğimiz ise, türleri Platonik idealar olarak bir kez ve aynı anda, aralarında herhangi bir ilişki bulunmasına imkân verilmeyecek şekilde tek tek yaratılmış gören ve tür içi veyahut türler şeklindeki tüm canlı çeşitliliğini Linneaus sistematiğinin dayandığı Büyük Varlıklar Zincirine hiyerarşik biçimde dolduran anlayışı tepetaklak edilmesinden ibarettir. Doğanın ilahi tecellisi olan Pan’ın boynuzları tepetaklak edilmiş, kaideyi simgeleyen “biçimsiz” ve “dejenere” biyolojik çeşitlilik, göksel idealar şeklinde temsil edilen türlerin ortaya çıkışını izah etmek için başvurulan temel haline gelmiştir. Temel yine eskisi gibi temeldir ama bu kez kaide kulağı geçmiştir; canlılığın tarihsel hallerinin izahında dünyevi olan göksel olanın yerini almıştır artık. Zihniyet tarihi açısından muhataplarında ciddi rahatsızlık yaratan, evrimsel biyolojinin çıkış gücü olan asal gerilim tam da bu olmuştur. Evrimsel biyolojinin son 150 yılı hep bu dönüşüm üzerine temellenen süreçleri izah etme uğraşından ibarettir desek yanılmış olmayız. Mendel genetiğinin yeniden keşfi ardından hız kazanan ve Modern Sentez’i oluşturan iskeletin omurgasını teşkil eden de hep bu varyasyon dayanaklı evrimleşme kabulüdür. Şu söz evrimle bir şekilde ilgilenmiş herkesin kulağındadır sanırım: Mutasyon evrimin hammaddesidir. Kalıtımsal varyasyonun evrimleşmedeki asal öneminin fazlasıyla yalın bu tarifi, tarihsel ve güncel olarak son derece yüklüdür. Bir türün sahip olduğu genetik varyasyonun genom düzeyinde saptanması ve bu varyasyonun türleşmelere dek odaklanan evrimleşmeler açısından ele alınması evrimsel biyoloji tarihinin dönüm noktalarını oluşturmuştur desek abartı olmayacaktır.
* Yazarın Ginko Bilim’den çıkan Evrim, Bilim ve Tarih kitabında yer alan “Bozunmuş ‘İdeal’ Formlardan Bireysel Farklılık Temelli Doğa Kavrayışına Geçiş” başlıklı yazısından alınmıştır.