yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Deprem ve Devlet: Neoliberalizmin İzdüşümü Olarak Sentor – Devlet

6 Şubat Depreminin yıkımını ve insanların acısını tarif edecek bir söz öbeği bulunmuyor. Depremin üzerinden iki ay geçmesine karşılık bölgedeki insanlar su ve çadır için feryat etmeye devam ediyor. Sağ kalanlar çadır bulamazken, yitirdiklerinin yasını tutmaya çalışırken soğuk ve susuzlukla; iyi kötü başını sokacak bir yer bulanlar sel baskınlarıyla ve hastalıklarla mücadele etmek zorunda bırakılıyor. Schopenhauer’in bellum omnium olarak nitelediği[1] “uzun ve yoğun bir acı, duraksamayan bir mücadele, baskı, ihtiyaç, kaygıdan” oluşan topyekûn savaş halinin görünümleri depremin izdüşümü olarak beliriyor.

Topyekûn savaş en çıplak haliyle sınıf savaşının kendisidir. Söz konusu savaşta yıkımın yoğunluğunu artıran, birikim rejiminin (siyasal ve ekonomik) karakteridir. İnşaata dayalı birikim ve büyüme modeli Türkiye coğrafyasını kentlerden kıra betonlaştırırken –ilksel birikimi yoğunlaştırarak– kent ve orman eko-sistemlerini yeni değerlenme ve rant alanlarına dönüştürüyor. TBMM Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu’nun açıkladığı rapora göre 2001-2020 yılları arasında tarım alanlarının yüzde 12’si kaybedildi.[2] Ekilebilir tarım alanları ve meraların azalmasındaki başlıca faktör yapılaşma ve betonlaşma oldu; 2017 verilerine göre 2 milyon dekar tarım arazisi imara açıldı.

Sermayenin, üretim kaynaklarını, üretim araçlarını ve hammadde tedarikini karşılarken ve çeşitlendirirken çevreyle kurduğu parazit ilişki metabolik yarığı derinleştirmektedir. Metabolik yarık, insanın yaşamın maddi koşullarından ve doğadan yabancılaşmasının somut bir ifadesidir.[3] Meta-dışı alanları metalaştırmanın “doğal” sonucu metabolik yarılmayı soyutlamadan çıkararak insanların içerisinde kaybolduğu maddi yarıklara, bina yıkıntılarına dönüştürdü. Marx, metabolizma kavramını anarken toprağın gücünün tahrip edileceğinden ve tahribatın ticaret yoluyla ülke sınırlarının ötesine taşınacağından bahsetmişti.[4]

Mekândan (kent-tarım-orman alanları) ve insandan (emek gücü) daha fazla kaynak ve artık-değer çekme stratejisi William I. Robinson’ın “karanlık değer”[5] olarak tartıştığı bir kavramı akla getiriyor. Robinson, karanlık değerin yaratılması ile küresel meta zincirlerinin devamlılığı uğruna el koyma ve birikimin yoğunlaştırılması arasında ilişki bulunduğunu belirtir. Ulusötesi şirketlerin kârlarını artırırken işgücü maliyetlerini düşürmesi ve doğal kaynakları daha düşük maliyetlerle elde etmesi “karanlık değer”in bir biçimi olup gezegenin sömürülmesini kolaylaştırır. Çokuluslu şirketler hâkimiyetindeki dünya hayatta kalma mücadelesi verir. Robinson’un teorik çerçevesinde yer alan, toprağı (kent-tarım-orman arazileri) temellük ederek “karanlık değer” çekme olgusu, ilksel birikimin tarihsel seyrinden ve süreklileşen yapısından bağımsız değildir.

Werner Bonafeld, ilksel birikimin sadece kapitalizmin ortaya çıkışına kaynaklık eden bir geçiş dönemi olmadığını, aslında kapitalist toplumsal ilişkilerin temeli olduğunu ve böylece emeğin sömürüsünün devam ettiği toplumsal kuruluşu tanımladığını öne sürmüştü.[6] 6 Şubat depreminin -Hakkı Özdal’ın isimlendirdiği şekliyle- “Anadolu Katliamı”na[7] dönüşmesinde metabolik yarığı derinleştiren, süreklileşen ilksel birikimin işaretlerine rastlayabiliriz. İlksel birikimin sistematik karakteri sermayenin kurulu ilişkilerinde içerilerek, aşılmış olarak varlığını sürdürür ve artık sermayenin önkoşulu olarak vazedilmiştir çünkü kapitalist toplumsal ilişkileri bir bütün olarak kuran, onun bir parçası olagelen, tarihsel bir “harekettir”.[8]

Yapılaşmaya elvermeyen alanları ruhsatlandırıp metalaştırarak piyasa mekanizmaları içerisinde öğüten birikim stratejisinin mümkün olabilmesini sağlayan ve nüfus yığınlarının üretim araçlarından ayrılmasına dayanan ilksel birikimi döngüselleştiren, “hareketi” sağlayan başlıca aygıt kuşkusuz devlettir. Usulsüz ruhsat işlemlerine onay verenlerden, siyasal bağlar ve rüşvetler eşliğinde imza yetkilerini kullananlara; tarım arazilerini, dere yataklarını, bataklıkları imara açanlardan, inşaat sermayesini teşvik eden iktidara uzanan bir devlet algoritması karşımızdadır.

Depremin ilk saatlerinde ve onu izleyen günlerde halkın çaresizlik içerisinde “nerede bu devlet” derken sorguladığı “devlet”, imgelem düzeyindeki beklentileri karşılamamasına rağmen, fonksiyon düzeyinde beklemedeydi. Devlet imgelemi; kurumların koordine seferberliği eşliğinde enkaz arama kurtarma faaliyetlerini organize edecek, depremzedelerin barınma, beslenme, tuvalet ihtiyaçlarını karşılayacak, en önemlisi kamu hizmeti sorumluluğu çerçevesinde bunları ücretsiz ve nitelikli yerine getirecek kamu yararı anlayışına göre şekillenmekteydi. Ne var ki, arama kurtarma faaliyetlerinde geç kalan, gerekli ekipman ve araç sevkiyatını gerçekleştiremeyen, barınma ve beslenme ihtiyaçlarını temin edemeyen, üstelik halkın gönüllü birliktelikleriyle kurduğu ekipleri ve yardım kampanyalarını engelleyen, Kızılay’da görüldüğü üzere kamu mahiyetindeki kurumlarca yardım malzemelerinin parayla satılmasına izin veren, insanlar enkaz altındayken inşaat ihaleleri bağıtlayan bir devlet, imgeleminin aksine kamu yararı gütmediğini, özünde “piyasa şiddeti”nden ibaret olduğunu kristalleştirdi.

Kapitalist devlet, belirli bir teritoryada toplumsal ilişkileri ve kurumları düzenleyen, sermaye grupları ile sermaye-emek arasındaki ilişkilere müdahale eden, piyasayı ve bölüşüm ilişkilerini belirleyen, çeşitli stratejilerle artığa el koyan ve çeşitli araçlarla dağıtan biçim-belirlenimli bir yapıdır. Depremde mevcudiyetini sürdüren devlet yapısının öncelikli fonksiyonu piyasa şiddetini muhafaza etmek olmuştur.

Bu çerçevede “nerede bu devlet?” sorusuna üç yanıt verilebilir:

  1. Devlet kendisini inşaat sektörünü ayakta tutmaya çalışırken gösterir. Türkiye ekonomisinin içerisinde bulunduğu durum inşaat sektörünü doğrudan etkiliyor. İnşaat sektörü 2022 yılında küçülmesini sürdürerek yüzde 8,41 geriledi. İnşaat sektörünün finansman sorunları devam ederken inşaat maliyetleri son 5 yılda 3 katın üzerinde arttı. Devlet, sektördeki birikim krizini deprem aracılığıyla çözmeye yönelik eylem planıyla sahadadır. Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği’nin raporuna göre 11 ilde hedeflenen imar faaliyetleri inşaat malzemelerine yönelik yüksek bir ilave talep yarattı.[9] Çiğdem Toker’in aktardığı bilgiye göre TOKİ’nin depremden iki hafta sonra başlattığı ve tümünü pazarlık usulüyle yaptığı konut ihalelerinin toplam büyüklüğü 75 milyar TL’yi geçti.[10] İMSAD ise deprem bölgesinin yeniden onarımı için 46 milyar doların gerektiğini belirtti. Bu da ihalelerin devam edeceği ve illerin inşaat şirketleri arasında pay edileceği anlamına geliyor. Devletin hâkim birikim stratejisi kapsamında temel fonksiyonu sektörün sorunlarını öncelemek çünkü birikim krizi, arz ile talep arasındaki dengesizlikten doğan ve pazarla sınırlı kalan devresel dalgalanmalardan farklı olarak, tüm toplumsal formasyonu etkileyen bir kriz türüdür. Sermaye birikim süreçlerinin tıkanması, sermaye ilişkisinin yeniden üretilemediği anlamına gelir.[11]
  2. Devlet kendisini depremin uzun vadedeki toplumsal sonuçlarını kontrol altına almaya yönelik güvenlik politikalarıyla gösterir. Depremden sonra oluşan coğrafi hareketlenme basit bir nüfus hareketinden ibaret olmayıp, emek gücünün demografik bileşimini etkileyen ölçek değişimlerine yol açıyor. Kocaeli Sanayi Odası Başkanının depremin ilk günlerinde “depremzedeye iş vermeyin” açıklamasını bölge sanayi ve ticaret odaları başkanları izledi, “işçilerimizi ayartmayın” açıklamalarını yaptılar. İşçi sınıfının hem can kaybı hem de iç göç nedeniyle niceliksel olarak azalmasının emek yoğun sektörlerde yaratacağı sorunları dile getiren sermaye kuruluşları, kısa çalışma ödeneği, çift asgari ücret, konteyner kent gibi çeşitli taleplerde bulunarak emek gücünün demografik yapısının bozulmasını istemediklerini ortaya koydular. Depremin vurduğu 11 ilin gayrisafi yurt içi milli hasıla içindeki payının yüzde 9,3 olması (675 milyar lira) ve toplam ihracatın yüzde 8,7’sini gerçekleştirmesi üretim kompozisyonunun bozulmaması için devlete önlemler aldırıyor. Depremden sonra çıkarılan OHAL Kararnamesi’ne göre işverenler, işyerlerinin ağır veya orta hasarlı olduğunu belgeleyerek uygunluk tespiti beklenmeksizin kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilecek. İş Kanunu’ndaki “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymamak”, “işyerinin kapanması” gibi sebepler dışında işten çıkarma yasaklandı. Kısa çalışma veya işsizlik ödeneğinden yararlanmayan ve işsiz kalanlara OHAL süresini aşmamak kaydıyla İşsizlik Sigortası Fonu’ndan günlük 133,44 TL sözde destek ödemesi yapılıyor ve Genel Sağlık Sigortası kapsamında sayılıyor. Madalyonun diğer yüzünde ise Sendika Kanunu kapsamındaki yetki tespitinin, toplu sözleşmelerin, grevlerin yasaklanması yer aldı.[12]
  3. Devlet kendisini Hatay’ın yeniden yapılanmasında gö Gerek Hatay milletvekillerinin gerek Hatay’da ikamet edenlerin gerek Hatay’a yardım çalışmalarına gidenlerin aktardığı ilk husus, Hatay ve İskenderun’un bilerek kaderine terk edildiği, resmi kurumsal yardımların ya çok geç geldiği ya da hiç gelmediğidir. İlin jeopolitik, tarihsel ve demografik özgünlüğünden kaynaklı imar politikaları depremden etkilenen diğer illere göre farklı bir seyir izliyor. Depremden etkilenen iller bazında karşılaştırıldığında Hatay’ın ekonomi içindeki payı yüzde 1,4’tür ve nüfus yoğunluğu itibariyle Hatay (287) Gaziantep’ten (312) sonra ikinci sırada yer alıyor. Hatay’ın kendi kaderine terk edilmesi sonucu şehrin tarihsel ve toplumsal kozmopolit dokusunu değiştirecek Hausmann-vari imarlaştırılmasında devlet tüm gücünü seferber ediyor. Hatay’ın bazı mahallelerinde ağır hasarlı evlere ilişkin yıkım öncesi itiraz süresi verileceği taahhüt edilmesine karşın habersiz yıkım gerçekleştirildiği bildirildi.[13] Hatay’ı yeniden inşa ederken güvenlik politikası eşliğinde kentin yeniden ölçeklendirildiği, sermaye çıkarları doğrultusunda soylulaştırıldığı açıktır. Manuel Castells’in belirttiği gibi kent mekânları aynı zamanda “toplumsal yapının bir ifadesi”dir.[14] Sermaye dolaşımının gerçekleştiği ve emek gücünün yeniden üretildiği kentsel mekânların organizasyonu kuşkusuz devletten bağımsız değildir. Kapitalist mekânın örgütlenişindeki asli sorumluluk devlete aittir. Çünkü kentsel mekânlar sadece binalarla yapılarla inşa edilmez; ekonomik, siyasal ve ideolojik süreçler tarafından inşa edilir. Yeniden inşa süreci aynı zamanda Engels’in belirttiği üzere kentsel mekânların kapitalist organizasyonuyla ilgilidir; temel amaç “sefaleti ve kirliliği gizleme”, kent mekânını arındırmadır.

Depremde inşaat sektörünü besleme, emek gücünü yeniden üreterek işyerlerine gönderme amaçları doğrultusunda ihaleler yoluyla sermaye transferi, ilksel birikim ve mutlak artık değer sömürüsü çıkar ve ihtiyaçlar hiyerarşisinde en tepelerde yer alırken, halkın somut ihtiyaçları en altlardadır. Devletin konumlanışı bu bağlamda neoliberalizm tarafından belirlenir. Neoliberal devlet mimarisinde egemen olan bürokrasinin işleyişi devlet-sermaye ilişkilerinin cisimleşmesidir. Loïc Wacquant’ın Pierre Bourdieu’nün “bürokrasi alanı” kavramından yola çıkarak açıkladığı neoliberalizm ve devlet ilişkisi, depremde halka yavaş, sermayeye hızlı davranma motivasyonunu anlamayı kolaylaştırabilir.

“Bürokrasi alanı”, devletin tabakalaştırma ve sınıflandırma makinesi olarak yeniden yapılandırılmasına işaret eder. Piyasaya direnişin üstesinden gelmek ve piyasa koşullarından kaçış stratejilerini dizginlemek için belirli koşullarda devletin devreye girmesi gerekir. Neoliberalizm, süregelen bir siyasi yaratım olarak piyasayı etkin biçimde besleyip teşvik edecek bir odağa sokma derdindedir.[15] Bourdieu’nün, kamu mallarının tanımını ve dağıtımını tekelleştiren kurumlar kümesi olarak açıkladığı bürokrasi alanı kavramı bu noktada kilit rol oynar: “Bourdieu bu kavramı, iktidarın hanedan esasına göre yeniden üretildiği evreden, kurumsallaşmış kültürel sermayenin artan erki temelinde bürokrasi esasına göre yeniden üretildiği evreye geçişini analiz ederek titizlikle inşa etmiştir.”[16] Wacquant’a göre kavramın en önemli faydası, devletin yekpare, bütünlüklü bir aktör olmadığını hatırlatması; devletin kuvvetler alanı ve kamu otoritesinin hudutları, yetkileri, öncelikleri üzerinde yürütülen bir mücadele alanı olduğunun altını çizmesidir. Wacquant, bu teorik çerçeveden hareketle neoliberalizmin devlet formunu Yunan mitolojisinde yarı insan yarı at görünümündeki bir yaratığa karşılık gelen Sentor-Devlete [centaur-state] uyarlar. Neoliberal devlet yukarıda “liberal”, aşağıda cezalandırıcıdır: Yukarıda, ekonomik ve kültürel sermaye sahiplerinin kaynaklarını arttırmak ve yaşam olanaklarını genişletmek üzere hareket ederken özgürleştiricidir. Aşağıda ise eşitsizliği yaygınlaştırır, istikrarsızlaştırılmış toplulukları cezalandırıcı ve sınırlayıcı işlemle yönetir.

Depremde açığa çıkan piyasa şiddeti neoliberal devlet formunun Türkiye kapitalizmine özgü, toplumsal formasyonun güncel yapısına denk düşen dolaysız ifadesidir. Sentor-devletin biçim ve işlevine uygun sermaye gruplarına karşı kamu kaynaklarını sınırsız açma ve yararlandırmada “liberal”, halkın talepleri karşısında cezalandırıcı mekanizma çalıştırılmaktadır. Depremde gecikmeli davranan veya koordinasyon eksikliği bulunan bürokrasi, yukarıda (sermaye sınıflarına) aktif ve efektif işlerken, aşağıda hantal ve ağırdır. Enkaz altında yardım bekleyen insanlar varken inşaat ve altyapı ihalelerine başlamasını “kötü” ya da “acımasız” kılan sermayenin birikim hızıdır. 1848 yılında Komünist Manifesto’da kaleme alınan şu cümleler bugün de geçerliliğini korur: “Burjuvazi egemenliğini sürdürme yetisinde değil, çünkü kölesine köle olarak bile var olma güvencesi veremiyor, çünkü köleyi, o kendisini besleyeceğine kendisi onu beslemek zorunda olduğu bir duruma düşürüyor elinde olmaksızın. Toplum artık burjuvazinin sultasında yaşayamaz, yani, burjuvazinin varlığı toplum tarafından taşınabilir gibi değil.” Neoliberal devletin (sentor-devlette olduğu üzere) çift yapılı formu, emekçi halkı yaşam ile ölüm arasında bir tercihe zorlamaktadır.


[1] Arthur Schopenhauer, The World as Will and Representation, New York, 1969, p. 353-354

[2] İlgili rapora ulaşmak için: https://www5.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem27/yil01/ss300.pdf

[3] “Ekolojik Marksizmi Savunmak Adına: John Bellamy Foster’ın Eleştirilere Yanıtı” – Polen Ekoloji çeviri ekibi, https://www.polenekoloji.org/ekolojik-marksizmi-savunmak-adina-john-bellamy-fosterin-elestirilere-yaniti

[4] Karl Marx, Ekonomik El Yazmaları 1863-1865

[5] William I. Robinson, “Can Global Capitalism Endure?” https://www.ppesydney.net/william-i-robinson-can-global-capitalism-endure/

[6] W.Bonefeld, The Permanence of Primitive Accumulation: Commodity Fetishism and Social Constitution, The Commoner, sayı 2, Eylül 2001. Bu yazı Otonom Yayınları tarafından yayıma hazırlanan Conatus çeviri dergisinin 8. sayısında yer alması için çevrilmiştir. Fakat dergi 7. sayıdan sonra yayımını durdurmasından ötürü matbu olarak yayımlanamamıştır.

[7] Hakkı Özdal, “Anadolu Katliamı” https://mavidefter.net/anadolu-katliami/

[8] Bonafeld, a.g.e.

[9] Türkiye İMSAD Şubat Raporu https://imsad.org/Uploads/Files/Turkiye_IMSAD_Aylik_Sektor_Raporu_BB_Subat2023.pdf

[10] Çiğdem Toker, Deprem ihaleleri 75 milyar TL’yi geçti, https://t24.com.tr/yazarlar/cigdem-toker/deprem-ihaleleri-75-milyar-tl-yi-gecti,39260

[11] Tülin Öngen, Devletin Yeniden Yapılanması, Toplum ve Hekim Dergisi, Cilt 26 / 6, s. 408

[12] Deprem bölgesi için ‘işten çıkarma yasağı’ ve ‘kısa çalışma ödeneği’ kararı, https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/resmi-gazetede-yayimlandi-deprem-bolgesi-icin-isten-cikarma-yasagi-ve-kisa-calisma-odenegi-karari-2054170

[13] Hatay’da eşyalı evler ‘itiraz süresi var’ denmesine karşın habersiz yıkılıyor, https://haber.sol.org.tr/haber/hatayda-esyali-evler-itiraz-suresi-var-denmesine-karsin-habersiz-yikiliyor-369415

[14] Manuel Castells, The Urban Question: A Marxist Approach, London: Edward Arnold, 1977

[15] Loïc Wacquant, “Reel Neoliberalizmin Tarihsel Antropolojisi İçin Üç Tez”, Çeviri: Elçin Gen, https://www.e-skop.com/skopbulten/reel-neoliberalizmin-tarihsel-antropolojisi-icin-uc-tez/5839

[16] Loïc Wacquant, a.g.e.

Kansu Yıldırım
diğer yazıları