yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Ebu Nuvas ve Abbasi Dönemi Arap Şiiri (II)

Ebu Nuvas’ın Çağında Arap Şiiri

İslâm’ın Eski Arap şiiri üzerine uyguladığı boykot Emevîler devrinde son bulmuş, Emevî halifeleri Eski Arap şiiriyle ilgili hafızalarda kalan tüm eserlerin derlenmesi ve yazıya geçirilmesini emretmişlerdir.[1] I. Yezid’in (680-683) kütüphanesinde Eski şiire ait eserler olduğu, Abdülmelik’in (685-705) bu şiirleri ve Arapların kadim tarihini anlatan haberleri (aĥbar) yazıya geçirttiği bilinmektedir.[2] II. Velid (743-744) şairleri, Cahiliye dönemi şiirini toplayıp bir külliyat oluşturmaları konusunda yönlendirmiştir. Yarı İranlı yarı Arap bir aileden gelen Hammâd, Cahiliye şiirlerini derlemesinden ötürü 100 bin dirhemle ödüllendirilmiştir.[3] Dönemin şairleri olan Ebî Rabia (öl.719) ve el-Ferezdak (öl.733) Eski şiirin koleksiyonlarını yapmışlardır. Ebu Nuvas’ın çağdaşı olan Ebu Temmam’ın çoğu 650 yılından önce yaşamış şairlere ait 881 şiir biriktirdiği söylenmektedir. Eski şiirin derlenmesi Ebu Nuvas ve kuşağının bu kaynaklara ulaşmasını kolaylaştırmış ve onların şiirini besleyen önemli bir unsur olmuştur.

Eski şiirin derlenmesi faaliyeti, bir bakıma Arapların tarihinin unutulmasını engellemek amacıyla da yapılmıştır. Zira Eski şiir Arapların geçmişiyle ilgili tüm anıların saklandığı yegâne kaynaktı. Bütün kabilelerin kökenleri, ataları, göçleri, savaşları Eski şiirin konusuydular.[4] Bu bakımdan İbrâniler için Tevrat, Yunanlılar için İlyada ve Odysseia neyse Araplar için de Eski şiir oydu. Hatta Câhiliyûn şiiri, gayr-i İslâmî içeriğine rağmen fasih Arapçanın öğrenilmesi için vazgeçilmez bir kaynak olarak görülmekteydi. Arap şiir geleneğini dinsel olarak değil linguistik açıdan değerlendiren Ortaçağın Müslüman edebiyat kuramcıları Câhiliyûn, Muhadramûn ve İslâmiyûn devirlerinin eserlerini fasih Arapçanın kullanıldığı, dilbilimsel açıdan güvenilir şiirler olarak kabul etmişler fakat Ebu Nuvas’ın da dâhil olduğu Muhdesûn[5] (ﻤﺣﺪ ﺙ) güvenilmez olarak görmüşlerdir. Hatta bazı kuramcılar Müslümanlığa geçen farklı halkların etkisiyle Arapça olmayan unsurların sızdığı İslâmiyûn şiirini de linguistik açıdan güvenilir kabul etmemişler ve sadece Câhiliyûn, Muhadramûn dönemlerini ciddiye almışlardır.[6] Bu açıdan bakıldığında Arap dili edebiyatı eğitimi almaya başlayan her genç için en temiz ve temel kaynak Câhiliyûn-Muhadramûn şiiri olmaya devam etmiştir. Bu bir bakıma bütün Bizans okuryazarlarının eğitimlerine Homeros okuyarak başlamalarına benzetilebilir. Ebu Nuvas’ın kendisi de eğitiminin bir parçası olarak Cahiliye devrinde yazılmış 1000 kasideyi ezberlemek zorunda kalmıştır.[7]

Emevîler devrinde yalnızca Eski şiirin derlenmesiyle yetinilmemiş bu üslupta yeniden şiirler de yazılmaya başlanmıştır. Eski şiirin temalarına dönüşün öncülerinden biri kendisi de bir şair olan Emevî Halifesi Velîd I (720-724) olmuştur. Velîd I, –birçok Emevî Halifesi gibi– “zevk sefaya, kadınlara ve şaraba adanmış”[8] bir hayat sürmüştü. Kendisine benzer bir yaşam süren diğer halifelerden farklı olarak o bu yaşantısını şiire de dökerek Arap edebiyatında kendine has bir yer edinmiştir. Şiirleri tematik olarak Câhiliyûn devrinin takipçisidir. Velîd I’e göre ölümden sonra bir hayat yoktur bu nedenle günahlardan kaçınmak anlamsızdır ve insan hayattayken mümkün olduğu kadar zevk içinde yüzmelidir

“Kupayı sola değil sağa gezdir,

Dirilmeyeceğimden ve lanetlenmeyeceğimden eminim (…)

Bırak cennet için çalışanları boşa çalışsınlar”[9]

“Hayat mı? Hayran edici bir kadın şarkıcıyı dinlemektir,

Ve insanı sarhoş eden bu şaraptan içmektir.

Cennetin hûrilerini almayı ummuyorum

Akıl sahibi adam, hûrilere inanır mı?”[10]

Velid I’in şiirleri kendisinden sonraki şairleri de etkilemiş ve Ebu Nuvas’ın kuşağında Eski şiirin konularına yeni bir üslupla yönelme modasının başlamasına sebep olmuştur.

 

Muhdesûn Şiiri

Ebu Nuvas dünyaya gözlerini açtığında Arap şiiri iki temel dönem ve tarzın (Câhiliyûn ve İslâmiyûn) etkisi altındaydı ve üçüncü dönem/tarzı ise henüz şekillenmekteydi. Üçüncü döneme Ortaçağ Arap edebiyatı tarihçileri Beşşar ibn Burd’den (öl.783) itibaren “sonradan meydana gelme-eskiden olmayan” anlamlarına gelen Muhdesûn veya yine benzer şekilde sonradan olma/doğma anlamında Muvellidûn[11] ( ﻤﻮﻠﺪ) adını vermişlerdir. Zira Muhdesûn şairlerinin kullandıkları dil ve üslûp seleflerinden tamamen farklıydı. Örneğin Câhiliyûn ve İslâmiyûn şiiri genellikle somut ve sâde anlatımı tercih etmiş, mecaza fazla önem vermemiştir. Muhdesûn şiiri ise neredeyse her satırında mecaz anlamlar taşımaktaydı ve okuyucu/dinleyici şiirden ne anlamak istiyorsa onu görmekteydi. Örneğin Muhdesûn şiirinde bir ceylanın aslan tarafından parçalanması tasviri, klasik eserlerdekine benzer bir av sahnesi olarak görülebileceği gibi cinsel birlikteliğin sembolize edilmiş hâli gibi de düşünülebilirdi. Nitekim Ebu Nuvas’ın cinsel ilişkilerini konu aldığı şiirlerinde en sık başvurduğu metaforlardan biri aslan-ceylan sahnesidir.

Bir Ceylanın Hediye Şarkısı[12]

Şu sıralar şarap en iyi içtiğim içkidir.

Ve benim görünüşüm zarif bir ceylan gibidir.

Yakınım sevgili arayan tüm erkeklere,

Meyhanelere veya çalılıklar içinde.

Ve sonra uzun boylu, gösterişli bir delikanlıya içerim,

Yanaklarında üzümlerin olgunlaştığı bakışları,

Alıp uzak diyarlara götürecek gibi görünür

Gözlerinde bir efsun, tıpkı ellerinde olduğu gibi

Ayakuçları dokunur kadehime inceden

Ve bu güzellik beni düşürür şarabın içine

Ve akşam karanlığının utangaç örtüsü döküldüğünde,

Ve nihayet udun şarkısı yankılandığında

Ona gider ve almaya başlarım

Benim için hazırladığı hediyeyi

Câhiliyûn ve İslâmiyûn şiiri tematik farklılıklarına rağmen temiz (fasih) bir Arapçayla yazılmışlardı. Hâlbuki Muhdesûn şiiri, Arap halkı arasına karışmış yabancı unsurların – bilhassa Farsların- söz varlığını ve Arap geleneklerinde yer almayan -özellikle İran edebiyatından alınan- konuları da kullanan, kozmopolit bir çizgiyi benimsemişti. Nitekim bu akımın öncüsü kabul edilen Beşşâr ibn Bûrd (öl.783) da İran kökenliydi.[13] Kuşkusuz bu İslâm imparatorluğunun artık içinde Arapların da olduğu çok kültürlü bir yapıya ulaşmasının doğal sonucuydu. Arap kimliğine daha fazla önem veren bazı Ortaçağ kuramcıları bu nedenle Muhdesûn akımının Arap şiiri içinde kabul edilip edilmeyeceğini dâhi tartışmışlardır. Birçok kuramcıya göre Arap şiiri İslâmiyûn devri ile son bulmuştur. Zira sonrası içine Farsça, Rumca sözlerin, tamlamaların doluştuğu bir yamalı bohça dönemidir.[14]

Muhdesûn şiirinin Arap edebiyatını ne derece temsil ettiği tartışıldığı gibi İslâm edebiyatını da ne ölçüde temsil ettiği de tartışılmaktadır. Zira Beşşâr ibn Bûrd’dan başlayarak Muhdesûn şairlerinin ekseriyeti, İslâmî kaidelerin dışında ve bazen de karşısında eserler vermişlerdir. Çeşitli kaynaklarda Maniheist (zındıq) veya aşırı Şiî yanlısı olarak gösterilen Bûrd, aşk, cinsellik, şarap vb. temalar haricinde döneminde tabu olan bir konularda da şiirler yazmış ve ileride de değinileceği üzere şeytanı yüceltmekle suçlanmıştır. Kendisine atfedilen meşhur bir beyitinde şöyle demiştir.

Toprak karanlık, ateş aydınlık verir

Yaratıldığından beri ateşe tapılır.[15]

Şairin mecaz söylemlerini de hesaba katanlar bu beyitle Bûrd’u, topraktan yaratılan Âdem’e karşı Şeytan’ın tarafını tutmakla eleştirmişlerdir. Bu dedikodu üzerine Halife Mehdî’nin (775-785) emriyle kendisi sorguya çekilmiş ve 70 yaşındayken sorguda işkence sonucu ölmüştür.[16] Başka bir rivayete göre Bûrd sarhoşken vakitsiz yere ezan okuduğu için had cezasına çarptırılmış ve 90 yaşındayken sopayla dövülerek öldürülmüştür.[17] Bûrd’un dinsel kaidelere karşı aldığı radikal tavır ve Arapları sürekli küçümseyerek İranlıları övmesi nedeniyle şiirlerinin çoğu yok edilmiş ve günümüze ulaşamamıştır. Buna rağmen Ortaçağ Arap dilbilimcileri onun dil örgüsünü takdir etmiş ve Bûrd’u Arap dili ve grameri için kaynak gösterilmeye değer son şair olarak nitelemişlerdir.[18] Bu baskılara rağmen, Muhdesun şairlerinin hemen hepsi dine karşı ilgisiz kalmış veya açıkça dini kaideleri yermiş, şarap, erotizm gibi konuları işlemişlerdir. Bazı halifeler bu duruma ses çıkarmazken bazı dönemlerde ise bu şairler ağır şekilde cezalandırılmışlardır.

Muhdesûn şiirinin diğer bir özelliği, şarap ve erotizm konusunu Cahiliyûn’dan çok daha farklı bir tarzda ele almasıdır. İrfan Şahid’in deyimiyle Muhdesûn şiiri artık kentlileşmiş Arapların sanatıdır ve geçmişteki bedevî şiiri ve zevkleri ile arasında önemli bir mesafe koymaktadır. Örneğin Cahiliyûn ve İslâmiyûn şiirinde şarap konu olarak kullanılmış ama içki sofrası şarap sunan sâkiler Muhdesûn devrinde ortaya çıkmıştır.[19] Sofra tasvirleri gibi, avlanma, eğlence, cinsellik gibi konuların işlenmesinde de önemli bir farklılık göstermiş ve kentlileşmeden doğan farklılıklar Arap şiirinde belirgin hâle gelmiştir. Çöl ve deve tasvirlerinin yerini, saray, havuz, şehir, gemi tasvirleri almıştır.[20] Ebu Nuvas da bu akımın bir temsilcisi olarak Eski Arapların yaşantılarını ve Eski şiirin konularını küçümsemiştir. Eski şiirin en sevilen konularından olan terk edilen diyarlara ve eski günlere duyulan özlemler, yitip giden sevgiliye ağıtlar Ebu Nuvas için artık demode bir geleneği temsil etmektedir. Geçmişe ağlamanın yararsız olduğunu düşünen şair, bunu yerine dinleyicilerini yaşamdan tat almaya çağırmıştır.

Şiirlerinde kullandığı şarap teması ise yaşam sevgisini temsil etmektedir. Şu dizeler onun insanlara öğüdüdür:

“Terk edilen diyarın tasviri, eskilerin belagatidir.

Sen tasvirlerini şarap için yap”[21]

Başka bir beytinde Eski şiiri şu şekilde alaya almıştır:

“Söyle ayaküstü durup izlere ağlayana, otursa da zararı olmaz.

Evi de Leyla’yı da bir yana bırak, ateş gibi kızıl kerh şarabını iç sabah sabah”.

Arap şairleri İmruu’l Qays’tan beri yıkık dökük mekânları ziyaret eder onlarla konuşur ve geçmişlerini yâd ederlerdi.[22] Bu tür şiirlerle alay etmek için Ebu Nuvas şu dizeleri yazmıştır:

“Bedbaht bir evin karşısında durup ona soru sordu,

Ben de durup, şehrin meyhanecisini sordum”

Arap tarihinin kahramanlıkları, geçmişte yaşamış ünlü savaşçılara duyulan nostaljik duygular da Ebu Nuvas tarafından alaya alınmışlardır.

“Esed kabilesinden o oymağın yurdunu andın dediler,

Allah aşkına söyle bana kimdir bu Esedoğulları”

Arap tarihi üzerine yapılan sohbetlerde sıkılan şair en sonunda dostlarını susturur.

“Bırak şu konuyu yasakladım sana!

İç boğazdan yağ gibi akıp giden

Su ve köpük karışımı yıllanmış şarabı”

Ebu Nuvas eski Arap tarihini de şiirini de gayet iyi bilen biri olmasına rağmen bu tarzı küçümsemesinin sebebi onun kendini şehirli “modern” (muhdes) biri olarak görmesidir. Ebu Nuvas’ın çağında, Arapların geçmiş yaşantısının küçümsenmesi İslam halifeliği içinde etkileri giderek artan İranlıların genel bir eğilimi olmuştur. Ortaçağ boyunca İslâm dünyasındaki İranlı tarihçiler ve edipler, İslâm öncesi Arap tarihini küçülterek İslâm medeniyetini İranlıların eseri olarak göstermekten hoşlanmışlardır.[23] Şiirde ise Arapları küçük görerek İranlıları yüceltme geleneği Emevî devri şairlerinden İsmail ibn Yesâr’la başladığı kabul edilir. İsmail, İranlıları övdüğü bir şiirinde Araplara şöyle seslenmektedir:

“Eğer bilmiyorsan sor bizi de sizi de öğren bizim geçmiş asırlarda nasıl olduğumuzu,

Hani biz kızlarımızı eğitiyorduk, siz ise kızlarınızı ahmakça toprağa gömüyordunuz.”[24]

Ebu Nuvas’ta da benzer bir eğilim sezilmektedir. Nostaljik geçmiş kurgusundan hoşlanmayan Şair konu İran tarihine gelince farklı davranmaktadır. Sāsāni şahlarından kalma bir altın kupada şarap içerken eski İran şahlarını ve onların sanatını ve tasvirlerini zevkle betimlemiştir:

“Şarap bize İranlıların çeşitli resimlerle süsledikleri altın kadeh içinde sunuluyordu

Altında Kisrâ’nın[25] resmi, çevresinde ise süvarilerin oklarla avlamaya çalıştıkları bir yaban

ineği resmi vardı

Süvarilerin resimlerinin boyun hizasına kadar şarap koyup sonra başlarını aşıncaya kadar su

dolduruyorlardı.”[26]

Ebu Nuvas’ın bu mısraları kendinden yarım asır önce yaşamış Emevî halifesi Velid I’in (öl.744) şu satırlarını andırır.

“Bana tekrar tekrar sunun İsfahan şarabından

İhtiyar Kisrâ’nın şarabından, Hürmüzlerin[27] şarabından

Ya şarapta misk var ya onu bana sunanın ellerinde!

Kadeh bir bahadır, parmaklarda tutulan (…)”[28]

Ancak bu tavır Ebu Nuvas’ın yarı İranlı olmasından kaynaklı bir milliyetçilikten (şuubiye) değil, İranlıların Araplardan daha ince zevklere sahip olmasından kaynaklanıyor gibidir. Ebu Nuvas’ın bir “İrancı” ve şuubiye taraftarı olmadığı düşünülmektedir. Ki Şuubiye’nin taraftarı olan Ebân’la olan ihtilafı da buna kanıt olarak gösterilebilir.[29] Ebu Nuvas İranlılar karşısında Arapları küçümsememekte o “modern” hayat karşısında çobanların, göçebelerin eski geleneklerini hâkir görmektedir. Şarap yerine süt içmek, altın kupalar varken, toprak kaplardan yemek içmek, yelkenli kayıklara binmek varken deve sürmek gibi. Bu nedenle Şahların İran’ı, Arap olmadığı için değil “gelişmiş zevklere” sahip olduğu için değerlidir. Nitekim aynı derecede “incelmiş zevklere ve görgüye” sahip olabilmiş “modern” Araplar da Ebu Nuvas’a göre övülmeyi hak etmişlerdir. Örneğin Halife el-Emin’i metheden bir şiirinde Halifenin –muhtemelen Dicle üzerinde– gezen gemisinin Süleyman Peygamberin develerinden üstün tutmaktadır.

“Allah mihrab sahibinin[30]

hizmetine vermediği binekleri el-Emin’in hizmetine verdi.

Onun develeri karada yürürken; O (el-Emin) bir orman aslanına[31] binerek suda yürüdü.

Geniş avurtlu, dilleri açık, iki kolunu yayarak koşan bir aslana binerek gitti,

Ona ne dizgin, ne kamçı ne de üzengi içindeki ayağıyla mahmuzlayarak eziyet verir.”[32]

O halde Ebu Nuvas’ın şiirinde küçümsenin Araplık değil göçebelik ve sadelik olduğu söylenebilir. Neticede Arapların hâlen büyük çoğunluğunun göçebe olarak yaşadığı bir çağda Ebu Nuvas kendisini Arapların yaşam biçimiyle alay eden birçok şiir kaleme almıştır.

Benim İçin Şehir Hayatı[33]

Güney rüzgârının estiği bu eski kampı unut,

Herkesin bildiği günler geride kaldı artık!

Çölü göçebelere bırakın, izin verin dolaşsınlar,

Asil deve, keçi postunda uyusun

Hiçbir bitki yetişmez burada-kaktüs ve devedikeni hariç,

Ve avlamak için kim ister ki çakalları ve sırtlanları,

Bedevî evlerinden hiçbir keyif bekleme

Onların hayatları dolaştıkları çöller kadar kuraktır.

Sıradan halleriyle süt içerken bırak onları

Süt onlar için bir sevgili kadar önemlidir

Ve tıpkı bir aşkın hikâyesine benzer bu

Bir süt ekşimeye görsün kokmaya başlar

At onu gitsin o zaman arkadaş! Nasıl olsa cehenneme gitmeyeceksin

Şimdi bir bardak temiz kırmızı şarap alacağım

Masanın etrafında çok iyi bir saki tarafından yerleştirilmiş

Özellikle dişinde uzun süre kalan bir şarap

Bu tıngırdayan gençliğin ellerinden akıtılmış

İyi yetiştirilmiş toy bir ceylan

Çocukluğundan beri akşam yemeği yiyenlere hizmet için eğitilmiş,

Şimdi gülücük ve çapkınlık filizleriyle doluyum

Onun kokusu cilveleri kadar güzeldir,

Güzel bir kalça ve hoş fallusu

Yürürken şalvarının içinde kasılıyor

Onu içmeye davet et ve sonra yine ve yine iç

O giysilerini indirecek ve dizginleri sana teslim edecektir

Onu kollarına al ve mutlu bir şekilde söyle

Bugün ihtiyacın olan her şeye sahip o

Bu! Bu senin hayatın! Göçebe türünden uzak!

Hayat budur bu! Süt kabağı değil,

Şehirle kıyaslandığında çöl nedir?

Bir koyun ağılı, acınacak bir şey ne para eder ki?

Ey ihtiyar suçluluk duygusu kocakarısı,

Benim kötü yola düştüğümü mü düşünüyorsun?

Benim yolum benim olsun sert kadın göğüsleri senin


[1] Çetin, age, 22.

[2] Hitti, age, s.392–396

[3] Çetin, age, 22

[4] Örneğin İslâm öncesi Arap tarihi hakkındaki temel eserlerden birini kaleme alan Endülüslü yazar el-Bekrî’nin (öl.1094) çalışmasında Arap kavimlerinin kökenleri, savaşları, göçlerini aktarırken başvurduğu yegâne kaynak Eski şiirdi. Bkz. el-Bekrî, Câhiliye Arapları, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998.

[5] Meydana gelme, ortaya çıkma anlamına gelen   (ﺃﺤﺪﺍﺚ)     fiilinden. Çetin age, 6.

[6] Asmai, sekiz yıl boyunca yanında kaldığı Ebu Amr’ın İslâmiyûn devrinden hiç delil göstermediğini belirtmiştir. Rahmi Er, “Müvellidun” DİA, Cilt 32, 2006, 227

[7] Kenndey, age, 5

[8] M. Chokr, İslâm’ın İkinci Asrında Zındıklık ve Zındıklar, Anka Yayınları, İstanbul, 2002, 348.

[9] Ağanî, VII, 46, Velîd, Dîvân, 41-42, Chokr, age, 351.

[10] Ma’arrî, Ğufran, 444, Chokr, age, 351

[11] Doğma anlamına gelen (ﻮﻠﺪ) fiilinden Er, agm, 227

[12] WSD vol.IV, p.161, no 23, Abu Tarab,3

[13] Cemal Muhtar, Beşşâr ibn Bûrd, DİA, Cilt 6, TDVY, İstanbul, 1992,

[14] Er, agm 227

[15] İbnü’l Kesir, El Bidâye, Cilt 10, 252

[16] Rivayete göre evinde Peygamberi öven şiirler bulununca Halife yaptığından pişman olur. İbnu’l Mutezz, Tabaqât, 22, Ağanî, III, 249. Chokr, 397.

[17] Muhtar, agm,

[18] Muhtar, agm,

[19] Yanık, age, 126

[20] Yanık, age, 164-178, 234

[21] Aksi belirtilmedikçe bu bölümdeki mısraların hepsi Nevzat Yanık’ın eserinden alınmıştır, s.124-125

[22] Goodman, age, s.114

[23] Goodman, age, s.354-355

[24] Yanık, age, 123

[25] Arapların İran şahlarına verdiği isim.

[26] Yanık, age, s.266-267

[27] İran şahlarından bazılarının ismi.

[28] Yanık, age, s.116

[29] Karaaslan, agm, 206

[30] Süleyman Peygamber kastediliyor.

[31] Halifenin gemisi kastediliyor.

[32] Yanık, age, s.234

[33] WSD Vol. III, p. 43, no 20, Abu Tarab, age, 9.

Ulaş Töre Sivrioğlu
diğer yazıları