Nehir Tuna’nın geçen Eylül ayında prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan ve Bisato d’Oro Ödülleri’nde En İyi Senaryo ödülü alan Yurt, çeşitli yurtdışı festivallerinden de ödül alan bir ilk film. Türkiye’deki ilk gösterimi de 43. İstanbul Film Festivali’nde yapan film aynı zamanda Ulusal Yarışma bölümünde yer alıyor. Yurt bir ilk filmin ana özelliklerini taşıyor, o da Nehir Tuna’nın kendi deneyimlerinden yola çıkıyor olması. Ama bunun ötesinde Türkiye için son derece “netameli” konusu sayılan seküler/dindar çatışması içinde geçiyor. Gerçi son dönemde TV’lerdeki ana akım dizilerin de artık bu konulara değiniyor olması Yurt’u tek başına bırakmıyor. Özellikle Kızıl Goncalar, Kızılcık Şerbeti gibi seküler/dindar çatışmasını işleyen popüler işler de var.
’90’LARDA BİR BÜYÜME HİKÂYESİ
Bir büyüme hikâyesi anlatıyor Nehir Tuna tam da dindar ve seküler yaşam tarzı arasında kalmış bir çocuğu odağına alarak; ama bu siyasal alanı büyüme hikâyesiyle seyreltiyor yönetmen. Film 1996 yılında başlıyor, laiklik ve irtica tartışmalarının çıktığı, Müslüm Gündüz ile Aczmendilerin görünür olduğu o dönem. Daha önceki fotoğraflardan seküler bir yaşam tarzları olduğunu anladığımız ama sonrasında bir cemaate girerek, oğullarını dini yurda veren bir ailenin çocuğu Ahmet. Filmin ilk açılışında Ahmet’i hem okuduğu özel kolejde İngilizce dersleri alırken hem de yurdun yaşamına ayak uydurmaya çalışırken görüyoruz. Ahmet abdest alırken yapılanları taklit ediyor, etrafa yabancı gözlerle bakıyor ve nefret ettiği bu ortamdan ilk fırsatta kaçıyor. Ailesinin evine dönen Ahmet, babası tarafından kendini ağaçtan atıp kolunu kırmasına rağmen okula geri götürülüyor. Ama filmde katı bir baba yok. Aksine oğlunu seven ama ‘Sen benim kefaretimsin’ diyerek bir şekilde oğlunu da yaptıklarına razı eden bir baba var. Tabii bu durum baba-oğulun uzun yıllara dayanan çatışmasını bitiren değil, aksine artıran bir durum.
Ahmet gibi seyirci de yabancı gözlerle izliyor yurt hayatını, tahmin edilebilir bir sistem ama bu sistemde ana motor orada büyüyen çocukların hayatı nasıl algıladığı ve kendilerine karşı kurulan otoriteleri nasıl yer yer deforme ettiği üzerine. Burada Ahmet’e tatil izinlerine çıkmayan ve yurtta kalan, Ahmet’e “çaylak” diye seslenen, Hakan adında sınıfsal olarak fakir bir çocuk eşlik ediyor. Ahmet yurda katlanma eşiğini Hakan’la aşıyor. Ona “öğretmesini” istiyor. Çünkü babasına hoş görünürse bir şekilde özgürleşeceğini düşünüyor. Sonuç itibarıyla babasının ona dair dini planı bu yurtla sınırlı değil. Cemaate yurtlar yapan, mali destek sağlayan babasının elinden kurtulamayacağını anlıyor fakat Hakan’la bu öğrenme çabası, Hakan’ı yarı yolda bırakıyor. Ahmet ise sınıfsal ve babasının gücünün getirdiği avantajla bu yola istemese de devam ediyor; ama artık seküler yaşamından da saklama ihtiyacı duymadan yapıyor bunu. Belki ileride şimdiki siyasal iktidarın kadrolarında yer alabilecek “muhafazakâr ama liberal” birine dönüşebileceğinin de sinyallerini veriyor Ahmet. Kendisine eşlik eden Hakan ise muhtemelen yurttan atılıyor, tüm uyumuna rağmen…
FARKLI OLABİLİRDİ…
Birçok kişi Ferit Karahan’ın Okul Tıraşı filmine benzetiyor Yurt’u. Elbette yurt yaşamına ayak uydurmaya çalışan ve büyümekte olan erkek çocuklarına dair, farklı coğrafyalardan benzer durumlar söz konusu ama siyasal alanın çok da benzemediği açık. Yurt, uzunca bir süre siyah beyaz bir anlatıma sahip ama bir yerden sonra renkleniyor. Renklendiği bu bölüm tam olarak siyasal atmosferden çıkıp büyüme hikâyesine dönüşüyor. Yönetmen filmi bu noktada, kendi anlatısından da koparıyor. Açıkçası uzun bir film Yurt ama buradaki anlatımın başka yöne gidişi çok da konuyu dağıtmıyor ama yabancılaştırıyor. Zira filmin Fransa’da gösterime girdiğini göz önüne alırsak Trakya kıyıları biraz Fransız rivierasına dönüyor, müzikler de bunu destekler şekilde değişiyor. Yurt bir ilk filme göre epey başarılı bir anlatıma sahip ama siyasal bir dil kurmaktan çekindiği söylenebilir. Belki Türkiye’deki siyasal iklim farklı olsaydı, bazı bölümlerin daha keskin ya da daha siyasal bir şey de söyleyebileceği fikri ister istemez akla geliyor.
YARI KURGU-BELGESEL BİR FİLM: FARUK
Bu yazıda ele alacağımız ikinci film Faruk. Yönetmen Aslı Özge’nin babasıyla yarı kurgu- belgesel tarzda çektiği film de festivalin Uluslararası Yarışma bölümünde yer alıyor. Faruk, Aslı Özge’nin yalnız yaşayan babasının hikâyesini anlattığı bir film. Film ilk açılışından itibaren set arkasının da dâhil olduğu bir dizi çekimden oluşuyor. Ana konu ise özellikle İstanbul Kadıköy’deki Göztepe, Erenköy ve Suadiye semtlerindeki kentsel dönüşüm. Elbette bu kentsel dönüşüm daha çok yerinde dönüşüm, zira bu bölgenin sakinleri orta ve üst orta sınıf fakat rantın inşaat şirketlerinin de iştahını bir hayli kabarttığı bir bölge.
Film boyunca müteahhitlik firmalarının apartman için proje sunması, apartman sakinlerinin toplantıları, Faruk Özge’nin bu süreçte yaşadıkları, apartmanın yıkılma süreci, taşınma süreci ve de yaşlandıkça işlerini yapamaz hâle gelmesiyle velayetini kızı Aslı’ya vermesini izliyoruz. Belli bir yerden sonra set ekibi filmden çıkıyor özellikle taşınma ve yeni ev kiralama sürecince film tamamen kurguya dönüyor. Faruk Özge bir yandan taşınma işlerini hallederken diğer yandan bu işlerdeki belgeler için yaştan dolayı, sürekli akli dengesi yerinde raporu almak zorunda kalıyor. Bir gün başına gelen bir olaydan dolayı velayetini kızı ve yönetmen Aslı Özge’ye veriyor. Aslı Özge filmin ikinci yarısından sonra kadraja giren yönetmen değil, sadece telefonda sesi duyulan bir karaktere dönüşüyor. Faruk Özge, kiralık evine taşınıyor ama inşaatı devam eden evini de yakından izliyor. Film finalde Faruk Özge’nin eve taşınıp taşınamamasıyla alakalı önemli bir durumla sonlanıyor.
İKİ FİLMİN BAĞI
Bu iki filmi festival basın gösterimi programında art arda izledik. İki film ister istemez ortak bir noktayı düşünmeye itti beni. Yurt’un finalinde babasına boyun eğen ama asla onun gibi olmayacak bir Ahmet izledik. Film her ne kadar siyasal alana dair sadece var olanı aktarsa da Faruk Özge’nin yaşadığı ve de rant alanına dönüşen o atmosfer tam da Ahmet’in temellerine şahit olduğu siyasal iktidarın neticesinde oldu. Bir çocuğun istemediği yerde yaşadığı büyüme hikâyesiyle 90 yaşında bir adamın köklerinden koparılışının siyasal sebebi ortak. Ahmet’in belli ki müteahhit babasının ve siyasal hareketinin inşaatları hâlâ bitmedi. Tabii finalde ne Ahmet’in ne de tam olarak Faruk’un tümüyle kaybettiği bir tablo var karşımızda. Ahmet’e yarenlik eden Hakan’ın ise evsiz kaldığını ve tümüyle kaybettiğini söyleyebiliriz ama o da zaten bu siyasal atmosferin yan hikâyesiydi. Tesadüfen de olsa art arda bir başını bir de sonuçlarını izlediğimiz günümüz siyasal atmosferinin bu iki ayrı kesiti de bittiyse başrol olma zamanı artık Hakan’a geldi…