Son İsrail-Filistin savaşı ve İsrail’in hiçbir etiğe, kurala, insani değere uymayan, doğrudan ve kasten sivilleri ve sivillerin sığınma noktalarını hedef alan saldırıları, bir türlü çözülemeyen Filistin meselesini ve neredeyse bir asırdır aynı zulüm döngüsünde yaşamak zorunda bırakılan Filistin halkını bir kez daha gündemimize oturttu. Bu ise tüm bu tarihsel süreç nedeniyle tam bir direniş ve var olma mücadelesine dönüşen Filistin edebiyatına çevirdi dikkatleri. Filistin edebiyatı başta Arapça olmak üzere dünyanın birçok dilinde, birçok mekânda yazılan parçalı ama son tahlilde bir bütün oluşturan bir edebiyattır. Bu tanıma göre Filistin edebiyatı hem hiç bitmeyen savaşlar hem de bu savaşların ve yıkımların neden olduğu sosyopsikolojik etkenler nedeniyle çeşitli parametrelere göre sınıflandırılabilir. Siyasi gelişmelere bağlı bir kronolojiye tabi tutulacağı gibi, yazıldığı mekânlara ve dillere göre de sınıflandırılabilir.
Günümüzde araştırmacıların genel eğilimi Filistin edebiyatını dört döneme ayırma yönündedir: Nekbe öncesi dönem, Nekbe ile Nekse arası dönem, Nekse sonrası dönem ve bu döneme bağlı olarak Oslo sonrası dönem.
Nekbe öncesi dönem, Filistinliler için büyük bir felaket, İsrail içinse bir devletin kurulması anlamına gelen 1948 tarihinden önceki dönemi kapsar. Osmanlı döneminde Filistin topraklarında üretilen edebiyat, diğer Arap coğrafyasında üretilen edebiyattan farklı değildir. Osmanlı döneminde, edebi türde Arapça metinler üretilmeye devam edilse de önceki dönemlere göre durgun bir sürece girildiği görülür. Bunun sebeplerine ilişkin detaylar bu yazının konusu değil.
Filistin kimliğinin şekillenmeye başladığı yıllar
Arap edebiyatının bir uzantısı olarak Filistin edebiyatının “Filistinli” karakteri, Filistin kimliğinin, aidiyetinin paralelinde şekillenmeye başlar. 1917’de İngilizlerin, Osmanlı yönetimi altındaki Filistin’in işgalinden hemen önce ilan ettikleri Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarında Yahudiler için bir vatan vadedilir. Hemen ardından Birinci Dünya Savaşı sonrası Filistin’e Yahudi göçünün artışıyla birlikte toplumsal hayatta İngilizler tarafından desteklenen güçlü bir “öteki”nin ortaya çıkması süreci başlar. Bu süreç modern anlamda Filistin kimliğini güçlendirir. Artık Filistinlilerin mücadele etmesi gereken birden çok hasmı vardır: İngiliz manda yönetimi, manda yönetiminin yanında yer alan işbirlikçi toprak ağaları ve kurdukları “kibbutz”larla Filistin köylüsünü gittikçe tehdit eder hale gelen Yahudi göçmenler. Bu yönüyle Filistin mücadelesinin sınıfsal bir karakteri olduğu da söylenebilir.
Bu dönemdeki Filistin edebiyatı iki akımın etkisindedir. Bunlardan birincisi, Mısır’da Mahmud Sami el-Barudi ve Ahmed Şevki gibi şairler eliyle temsil edilen Neoklasik Şiir çizgisidir ki klasik Arap şiirinin imkânlarıyla modern şiir yazma çabasından ibarettir. İkincisiyse, on dokuzuncu yüzyıl sonlarından itibaren Lübnan’dan Kuzey ve Güney Amerika’ya göç eden, başta Halil Cibran, Mihail Nuayme, İlya Ebu Mâdi olmak üzere Mehcer şairleri ve yazarlarıdır. Arap edebiyatında henüz adı konmamış bir romantizm anlayışını el-Mütenebbi gibi klasik şairlerde görsek de Mehcer yazarları Arap edebiyatını ilk defa Batılı anlamda bir romantizmle tanıştırırlar.
Dönemin başlıca şairleri arasında İs’âf Neşâşibi, İbrahim Tûkan, Mutlak Abdulhâlık, Abdurrahim Mahmud, Ebu Selma lakabıyla bilinen Abdulkerim el-Kermi sayılabilir. Bunlardan İs’âf Neşâşibi, Ahmed Şevki’nın üslûbuna yakın Neoklasik tarzda şiirler yazsa da asıl başarısını klasik tarzda nesir örneklerinde gösterir. Mutlak Abdulhâlık, Amerika’daki Mehcer Arap şairlerinin “fısıldayan şiir” şeklinde bilinen tarzlarında şiirler yazar. Ölüm temasını işlediği şiirlerinde kötümser bir hava hâkimdir. Abdurrahim Mahmud otuzlu yılların sonunda bölge insanını, Filistin’i bekleyen tehlikelere karşı uyaran ateşli şiirler yazar. Şair, 1948 savaşında katledilen yazarlardandır. Abdulkerim el-Kermi namıdiğer Ebu Selma ise Şam’da sürgündeyken Filistin’in acılarını şiirine taşımaya devam eder.
Dönemin dikkat çeken bir diğer şairi İbrahim Tûkan, daha sonraki dönemde Filistin şiirinin önemli şairlerinden biri olacak olan Fedva Tûkan’ın ağabeyidir. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde eğitim alır. Beyrut’taki kültürel ve edebî yaşama katılır. Neoklasik tarzda yazsa da şiirlerine ironik bir hava hâkim. Bu söylem pek çok durumda kara mizaha dönüşür. Çalışma hayatında öğretmenlik yapan İbrahim Tûkan, Mısırlı Ahmed Şevki’nin bir şiirine şöyle nazire yapar:
“Öğretmenin gelince saygıyla ayağa kalk”
Demiş şair Şevki, bilmeden başıma gelenleri
Otur oturduğun yerde, kurban olduğum
Nasıl büyük göreyim giderek çocuklaşanı
Bir de ne demiş biliyor musunuz dostlar?
“Öğretmen bir peygamber kadar değerli”
Bir saat öğretmenlik yapsaydın da görseydik
Anandan emdiğin sütün nasıl burnundan geldiğini
Bu dönemde Filistin kimliğinin gelişmesiyle birlikte Filistin karakterli bir edebiyatın da iyice şekillendiği görülür. Filistin’de beliren “ithal” kibbutz kültürüne karşılık Filistin köylüsüne özgü kıyafetler (kefiye, fistan) Filistinliliğin simgesi haline gelir. İsrailli araştırmacı Ilan Pappe’nin belirttiği gibi “Siyonist hareket İsrail ulusunu yaratmaya çalışırken iki ulus yaratır: Filistinler ve İsrailliler.” Filistin kimliğinin nasıl oluştuğu, bunların arkasındaki sosyokültürel, sosyopsikolojik sebeplerin neler olduğuna ilişkin daha geniş çözümlemeler için Erhan Keleşoğlu’nun İsrail Yurttaşı Filistinliler kitabına başvurulabilir.
Keleşoğlu’nun kitabında ifade ettiği gibi, 1948 yılında Filistin’in büyük bir bölümünde İsrail Devleti’nin kurulmasının arifesinde, İngiliz Mandası yönetimi altındaki Filistin’de iki milyona yakın insan yaşamaktadır. Bu nüfusun üçte birini Yahudiler oluşturmaktadır. Savaşın sonunda İsrail’in giriştiği etnik temizlik ve kitlesel göç sonucunda Filistinli Arap nüfusun yaklaşık %10’u (160 bin kişi) İsrail sınırları içinde kalır. 780 bin Filistinli ise savaş sırasında Ürdün’ün denetimine giren Batı Şeria ve Mısır’ın denetimine giren Gazze Şeridi’nde mülteci konumuna düşer.
1948 Nekbe’sinde Filistinliler evleri dâhil her şeylerini kaybederler. Bu Filistin edebiyatı ve kimliği için en önemli kırılma noktası. Esasında bir tarım toplumu olan Filistin halkı çoğunlukla köylü ve işçi sınıfı ağırlıklıdır. Köylülerin aidiyet hissettikleri topraklardan kopmaları ise toprağın ve eve dönüşün ulusal sembol hâline gelmesine neden olur. Tüm bu süreçte İsrail’in söylemi ise “Filistinli diye bir halk yoktur; onlar mülteci Arap ya da İsrail’de yaşayan Araplardır,” şeklindedir. İşte Filistinliler böyle bir ortamda kimliklerini korumaya çalıştılar, çalışıyorlar.
Şiirde geleneksel biçimin parçalanması
1948 felaketinden sonra Filistin edebiyatının önemli bir kavşak noktasına girdiği görülür. 1950’lerde Irak’ta Nâzik el-Melâike ve Bedr Şakir Seyyab’ın başlattığı “Arap şiirinde yenileşme” çabaları sonrası; Filistin’de yaşanan Nekbe travması, şiirde geleneksel biçimin parçalanması fikrini getirir. Artık İslam öncesi çağlardan bu yana süregelen şiir biçimlerinin kırılmasının zamanı gelmiştir. Bu yıllarda Filistin şiiri de serbest nazımdan (tef’ile şiiri), düzyazı (kasîdetu’n-nesr) şiire kadar cesur ve başarılı biçim denemelerine tanık olur. Anlamsal düzeyde ise 1948 trajedisi şiire temalar ve durumlar açısından yeni boyutlar yükler. Özellikle şiirin sosyal ve politik bağlamı Arap dünyasında yankı bulur.
1950’li yıllarda şiirsel yaratıcılıktaki yenilikler, estetiğe gösterilen ciddi ilgi, anlatı ve tiyatro sanatı alanlarındaki sürekli gelişim ve teori alanındaki yoğun tartışmalar, yirminci yüzyılın ikinci yarısında hızlanır.
1948 büyük felaketi (Nekbe) ile yaşanan Filistin’den büyük insan kitlelerinin göçü ise sürgünde yaşamak zorunda kalan şairleri ve yazarları, Filistin topraklarında kalan yazarlara kıyasla daha fazla yeni etkilere maruz bırakır. Ancak İsrail’in içinde kalan Filistinli yazarlar, 1948 felaketinden sonra büyük bir şaşkınlık dönemi yaşarlar ve kendilerini yeniden bulmaları zaman alır. Buna karşılık diasporada yaşayan Filistinli yazarlar, 1950’lerin ortalarında ilk şoku atlatıp canlılık ve kararlılıkla faaliyetlerine devam ederler. Hatta onlardan bazıları kısa öykü ve şiirsel yaratıcılığın ön saflarında yer alır.
Bu dönemde Abdulkerim el-Kermi (Ebu Selma) büyük kalabalıklar önünde “yüksek sesli” şiirler okurken Fedva Tûkan da kendi ifade tarzını, kadın sesini geliştirir. Ruhun ve bedenin özgürleşmesinden duyduğu sevinci ifade etme konusunda olağanüstü bir yetenek gösterir. Tûkan’ın bu yeteneği zamanla bir direniş şiirine evrilir ve büyük kalabalıklar önünde, halkını ve haklarını savunan güçlü seslerden biri hâline gelir. Fedva Tûkan, Filistin mücadelesinin simgesi hâline gelen devrimci kadın şairlerindendir. Şiirleriyle, mücadelesiyle Filistin davasına can olur. Mahmud Derviş, onu “Filistin şiirinin anası” diye çağırır.
İsrail’deki Filistinli şairler ve yazarlar, Nekbe’den sonra uzun yıllar boyunca yerinden edilmiş yurttaşlarıyla tanışmaktan mahrum kalırlar. Ancak bir süre sonra Tevfik Zeyyad, Mahmud Derviş ve Semih el-Kâsım’ın şiirleri Arap okuyuculara ulaşmaya başlar. Altmışlı yıllarda büyük bir sevinçle karşılanan bu isimler, yıllar geçtikçe Arap dünyasının her yerinde bilinen isimler hâline gelir. Bunlardan biri olan Mahmud Derviş, yetmişli yılların başında İsrail’i terk ederek modern çağın ve tüm Arap şiir tarihinin en önde gelen Arap şairlerinden biri olarak öne çıkar.
Ellili yılların şiir devrimine katkıda bulunan diaspora şairleri arasında Tevfik Sâyiğ ve Cebra İbrahim Cebra öne çıkar. Cebra İbrahim Cebra edebiyat eleştirisine ilgisinin yanında erken yaşta öyküye yönelir. Daha sonra Arap dünyasının önemli romancılarından biri olur. Cebra bir şair olarak Arap edebiyatına düzyazı şiiri tanıtan ve Arap şiirinde bereket mitlerini ilk kullananlardan biridir. Frazer’in Altın Dal kitabından Adonis veya Temmuz mitlerini konu alan kısmını çevirerek Arap şairlerinin de bu mitlerle tanışmasına katkıda bulunur. Bu dönem şairleri üzerinde özellikle T.S. Eliot etkisini de unutmamak gerek. Tanrı’nın dirilip dünyaya doğurganlık ve hayat getirdiğini anlatan bu mitlerin kullanılması, 1948 felaketinden sonra da Arap ruhunun yeniden ortaya çıkacağına dair derin bir umudu yansıtır.
Tevfik Sâyiğ ise ellili yıllardan itibaren Arap edebiyatında henüz başlangıç aşamasında olan modernist akımı kuran ilk Filistinli şairdir. İlk avangart düzyazı şiir kitabı 1936 yılında yazdığı Muallaka’sıdır. Onun bu modernist açılımı, ancak 1953’te yayımlanan Otuz Şiir adlı kitabıyla fark edilir.
Filistin öyküsü ve romanından örnekler
Batılı anlamda Filistin öykü ve romanının ilk örnekleri bu dönemde ortaya çıkar. Daha önce klasik Arap kurgu türü “makâme”lere ve alegorik öykülere benzer tarzda metinlere rastlamak da mümkündür. Arapçaya yapılan çevirilerin basın yayın organlarında yer almasıyla birlikte bu türe olan aşinalık artar. Modern tarzda kurgu metinlerinde öne çıkan bazı yazarlar arasında Cebra İbrahim Cebra’nın yanı sıra Halil Beydes, Ahmed Şakir el-Kermi, Cemil el-Bahri, İshak Musa el-Huseyni, Mahmud Seyfuddin el-İrani ve Semira Azzâm da sayılabilir.
Bunlardan Halil Beydes önemli bir entelektüel şahsiyettir. Beydes, Nâsıra’da Rus Ortodoks Okulu’nu bitirmiştir. Rus edebiyatından çeviriler yapar. Kimi zaman da Batı dillerinden Rusçaya çevrilmiş kitapları Arapçaya çevirir. Victor Hugo’dan çevirilerini ise Rusça aracılığıyla yapar. Beydes, kurgu türünü insanları hem eğitmek hem de estetik anlamda eğlendirmek için en iyi araç olarak görür. Mirasçı adında bir roman ve bir öykü koleksiyonu yayımlayan Beydes, Filistin öykücülüğünün atası kabul edilebilir. Halil Beydes’in Mirasçı romanında Suriyeli genç bir adam, ticaret amacıyla Mısır’a gider ve orada gönlünü Yahudi bir dansöze kaptırır. Kadın, bazı Araplarla işbirliği yaparak genç adamı soyup soğana çevirir ve onu borçlar içinde bırakır. Beydes, bu romanıyla Yahudilerin Filistin’e yönelik emellerine dikkat çeker sanki.
Ahmed Şakir el-Kermi de iyi derecede İngilizce bilmektedir. Oscar Wilde, Mark Twain gibi yazarları Arapçaya çevirir. Maupassant, Tolstoy ve Çehov gibi yazarları da İngilizce aracılığıyla Arapçaya aktarır. Cemil el-Bahri ise polisiye hikâyeler çevirmeyi sever. Birçok hikâye ve romanı oyunlaştırır.
Beydes, el-Kermi ve el-Bahri’nin çıkardığı birer dergi vardı. Bu dergilerde hem çeviri hem de telif metinler yayımlanır. Öte yandan şiir ve edebiyat teorisine ilişkin metinlere de önem verilir.
İshak Musa el-Huseyni Bir Tavuğun Anıları adlı romanında, Kelile ve Dimne’dekine benzer bir hayvanlar dünyası yaratır. Romanın kahramanı tavuk, huzurlu bir hayat sürmek için yeni bir ülkeye taşınır fakat çok geçmeden ülkeyi devler basar ve önlerine gelen her şeyi yakıp yıkarlar ve bütün yurttaşları göçe zorlarlar. Tavuk, bu öfkeli topluluğu sağduyuya davet etmek için çaba gösterir.
1948 felaketi sonrasında, 1950’li yıllarda Filistin anlatı sanatı genel olarak Arap dünyasındaki gelişmelere paralel olarak daha çok kısa öyküye ya da novellaya odaklanır. Bu dönemde hepsi Filistin dışında sürgün yaşayan dört öykü yazarı öne çıkar: Mahmud Seyfuddin el-İrani, Cebra İbrahim Cebra, Semira Azzâm ve Gassan Kanafani.
Mahmud Seyfuddin el-İrani Yafa’da doğar. İyi derecede İngilizce, Fransızca, Farsça bilir. Öykülerini sade ve gerçekçi bir olay örgüsüyle kurar. Zaman zaman ahlaki eğilimi nedeniyle bazı öyküleri zayıflasa da önceki öykü girişimlerine göre daha sağlam metinler yazar. İnsanlarla adlı öykü koleksiyonu onun öykü yazma becerisini en iyi yansıtan kitaplarının başında gelir.
Beytüllahim’de doğan Cebra İbrahim Cebra da İngiltere’de İngiliz edebiyatı eğitimi alır. Iraklı Lamia Hanım’la evlenebilmek için Müslüman olur. 12 roman, 4 şiir kitabı, 12 çeviri, 15 araştırma yayımlar. Arap öykücülüğünü daha modern bir seviyeye taşır. Dahası, toplumun zor kaldıracağı meseleleri anlatısına dâhil eder. Bir anlatısında şehirde erkekler iktidarsız kalınca kadınlar lezbiyenlik ilişkisine yönelir. Ancak yazarın bu tutumu düşünce meseleleriyle ilgilendikten sonra değişir. Biri İngilizce olmak üzere iki roman yazdıktan sonra üçüncü romanı Gemi’yle dikkat çeker. Sonra Velid Mesud’u Aramak romanıyla başarısını sürdürür. Suudi Arabistanlı romancı Abdurrahman Munif’le birlikte yazdığı Haritasız Bir Dünya’dan sonra Diğer Odalar romanıyla da dikkat çeker. Onun romanlarında en ayırt edici özellik, parlak üslûbudur. Romanlarının hemen çoğunda olağanüstü bir dil esnekliği, bol enerji, kendine özgü şiirsel ritim ve kelime seçiminde büyük bir ustalık vardır. Cebra, birçok kısa öyküsünde olduğu gibi romanlarında da seçkin entelektüelleri konuşturur. Örneğin Gemi romanında, otuzlu yıllarda Kudüs’te on dört yaşındaki iki oğlan çocuğu, Boticelli’nin bir tablosu üzerinde sanatsal bir sohbet yapabilmektedir.
Akka doğumlu Semira Azzâm, 1948 savaşında Kıbrıs’a göç etmek zorunda kalır. 1967 Savaşı’ndan (Nekse) bir yıl önce de Kıbrıs’ta vefat eder. Azzâm, metinlerinde gerçekçi bir zeminden beslenir. Arap kültüründeki kadınların deneyimleri de dâhil olmak üzere insan deneyiminin birçok yönünü tasvir etmede başarılıdır. Dakik, kısa, öz ve net, melodramdan, bayağılıktan uzak bir üslûp kullanır. Öykülerini ustalıkla kurabilmektedir. “Satılık Gözyaşları” adlı öyküsünde ölüler için profesyonel yas tutan bir kadının çelişkisini gözler önüne serer. Öyküde mesleği gereği cenazelerde ağlayan kadın, tek kız çocuğunun ölmesi üzerine bir damla gözyaşı dahi dökemez.
Gassan Kanafani ise edebiyat alanına altmışlı yılların başında on yedi kısa öyküden oluşan 12. Yatağın Ölümü koleksiyonuyla girer. Bu kitaptaki öyküler, daha sonraki diğer üç koleksiyonu gibi, sanatsal olgunluk açısından farklılık gösterse de bunların büyük bir kısmı modern Arap edebiyatının güçlü kısa öyküleri arasında sayılır. İkinci öykü koleksiyonu Hüzünlü Portakallar Diyarı’nda ise 10 öykü var. Öyküler trajediyle renklenen Filistin deneyimlerine odaklanır. “Filistin’den Üç Belge” isimli üçlü öyküde de Filistinlilerin sürgüne olan zorlu yolculuğu işlenir. Bizim Olmayan Bir Dünya adlı koleksiyonunda ise Gassan Kanafani insan davranışlarının detaycı bir gözlemcisi olarak ne kadar duyarlı bir öykücü olduğunu gösterir. İnsanlar ve Silahlar Üzerine adlı dördüncü koleksiyonunda ise yine Filistin’in çeşitli deneyimlerini okuyucuya aktarır. Kanafani yazmaya Kuveyt’te öğretmen olarak çalışırken başlar. 1959’da ailesinin 1948’den beri yaşadığı Şam’a dönüp ardından Beyrut’a taşınır ve burada Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin sözcüsü olur. Şeker hastası olmasına rağmen yazma faaliyetini hiç durdurmaz. Güneşteki Adamlar (1963), Sizin İçin Geriye Kalan (1966) ve Hayfa’ya Dönüş’le (1969) becerisini en üst seviyelere taşır.
Güneşteki Adamlar, Arap edebiyatının en önemli modern klasiklerinden biridir. Hikâye, farklı yaşlarda ve farklı sosyal kökenden üç adamın Kuveyt’e girmeye çalışırken yaşadığı hayatta kalma sorununu ele alır. Hikâye, 1948 felaketi ve Filistinlilerin hayatta kalma mücadelesinin ardından gelen sefaletteki ironiyi ele alır. Bu trajik deneyimin herkes için benzer olduğunu vurgular. Son derece sembolik olan bu hikâye, Kanafani’yi Arap edebiyatında, özellikle de Filistin edebiyatında kurgu yazarları arasında en ön sıralara yerleştirir. İkinci romanı Sizin İçin Geriye Kalan da Filistin ve Arap edebiyatında yazılmış en parlak eserlerden biridir. Arap edebiyatını modernleştirmeye yönelik erken ve orijinal bir girişimdir denilebilir. Filistinli Tevfîk Sayiğ ve Suriyeli Muhammed el-Mâgût’un farkında olmadan şiirde gerçekleştirdiği modernizmi Kanafani öykü ve roman alanında gerçekleştirir. Bu yazarlar Arap edebiyatında henüz moderniteden söz edilmediği bir zamanda modern metinler yazarlar.
Bu isimlerin dışında Batı Şeria kökenli başka önemli kurgu yazarları da vardır. İmil Habibi, Seher Halife ve Yahya Yahluf bu yazarların önde gelenleridir.
İmil Habibi Altı Günün Heksagramı adlı öykü koleksiyonunda Nekse (1967) sonrasında işgalin birleştirdiği ailelerin 19 yıl sonra birbirlerini arayıp bulma serüvenini işler. Meşhur romanı Kötümser/İyimser Said’in Ortadan Kayboluşundaki Garip Gerçekler İbranice ve başka dillere çevrilir. Arap dünyasında ve İsrail’de pek çok dergi ve kitapta romanla ilgili incelemeler yayımlanır. Roman, İsrail’deki Filistinlilerin yaşamlarının yirmi yıllık kesitini ele alır ve ardından bu kesitleri birleştirir. Romanın ana karakteri, İsrail işgalinin sert yönetimi altında hayatta kalma arayışıyla, Çek yazar Baroslav Hašek’in ünlü romanındaki Şvayk’ın arayışını hatırlatan aptal, karamsar Said’dir. Said de bir başka bilge aptalı ve İsrail devleti için casusluk yapan bir komedi kahramanını temsil eder. Ama aptallığı, korkaklığı ve açık sözlülüğü sayesinde kurbana dönüşür ve görevini tam anlamıyla başaramadığı için rolünü tersine çevirerek Filistin direnişine destek verir.
Seher Halife de şehirli Filistinlilerin, basit işçilerin ve entelektüellerin çeşitli sınıflarının lehçelerini, kelime dağarcığını ve düşünce kalıplarını yeniden keşfedip metnine dâhil eder. Karakterleri genellikle kendisinin de yaşadığı Nablus bölgesinden seçer. Seher Halife, iki temel konuya odaklanır: Filistin mücadelesi ve kadınların kurtuluş mücadelesi. Seher Halife’nin kadınlarla ilgili en iyi eseri, kadınlar arasındaki hırs sorunlarını ve onlara uygulanan kısıtlamaları araştırdığı Gerçek Olmayan Bir Kadının Anıları (1986) adlı romanıdır. Ayçiçeği romanında ise siyasi mücadele ile feminist mücadele arasındaki yakın uyumu ortaya koyar.
Yahya Yahluf, Arap ülkelerindeki baskıcı, köktendinci rejimlerin onlara karşı isyan edenlere uyguladığı korkunç intikam operasyonlarını anlatmak için gerçekten de mevcut Filistin siyasetinin kapsamının ötesine geçen ilk Filistinli yazar olur. Sıfırın Altındaki Necran‘da (1975), Necran’daki yarı ritüel bir kafa kesme olayını, modern Arap edebiyatında eşi benzeri olmayan bir doğruluk ve canlılıkla anlatır.
Bu dönemin bir diğer önemli yazarı İbrahim Nasrallah, pek çok şiir kitabı ve roman yayımlamış üretken bir yazar. Yazarın Filistin Destanı adını verdiği roman dizisi, Filistin’in çeşitli evrelerini anlatan birbirinden bağımsız sekiz romandan oluşur. Bu romanlardan Beyaz Atlar Zamanı, bir Filistin köyünde yaşayan ailenin üç neslinin, Osmanlı yönetiminin çöküşüyle başlayıp İngiliz manda yönetimi ve son olarak Filistinli Arapların eski İngiliz Mandası’ndan kovulduğu 1948 felaketini içeren hayatlarını anlatır. Nasrallah, son romanı İkinci Köpek Savaşı’yla fantezi ve bilim kurgu tekniklerini kullanarak distopik bir geleceği ustaca kurguya taşır.
Ruh hâlinin edebiyata yansıması
Filistinliler, İsrail devletinin bir oldubittiye getirilerek kurulduğu 1948 felaketinden sonra ikinci travmayı ise 1967 yılında yaşarlar. Tam 19 yıl sonra felaket yeniden nüksetmiştir. Bu yüzden “Nekse” olarak adlandırılır. 5 Haziran 1967’de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan savaş altı gün sürer. Savaş, İsrail’in kesin üstünlüğüyle sona erer. Savaşın sonunda İsrail, Mısır’ın Sina Yarımadası’nı, Suriye’nin Golan tepelerini, Filistin’in de Gazze Şeridi ve Batı Şeria topraklarını işgal eder. Bu yenilgi bütün Filistinliler ve Araplar için en büyük travma olur. Bu travmanın etkisi bugün bile devam eder. Bu ruh hâlinin edebiyata yansıması ise son derece doğaldır.
Filistinlilerin yaşadığı bütün bölgelerde yani işgal altındaki topraklarda, İsrail’de, diaspora dünyasında ve şimdiki Filistin Özerk Yönetimi’nde gelişen kurgu sanatına paralel olarak şiir de hem nicelik hem de nitelik bakımından hiç ulaşmadığı seviyelere ulaşır.
Yetmişli yıllara gelindiğinde ise iki temel nokta dikkatimizi çeker. Birincisi Filistin dâhil Arap şiirinin dil ve imge bakımdan geçirdiği büyük değişimdir. Şairler Batı şiirini keşfettikçe İslam öncesi, Emevi, Abbasi ve Endülüs şiirinin yaratıcı damarlarını keşfetmeye başlarlar. Başkasını keşfettikçe de kendi zenginliklerini fark ederler. Onlara bu açılımı sağlayan başta Suriyeli şair Adonis olmak üzere Şi’r (Şiir) dergisidir.
Ellili yıllarda Filistin şiirinin önemli konularından biri olan direniş şiiri, yetmişli yıllarda ana konu hâline gelir. Ancak tamamen direniş konusuyla meşgul olmanın sanatsal düzeyde zorluklar yaratması kaçınılmazdır. Bu yıllarda ünlenen şairler seksenli yıllarda yeniden sahneye çıkıp önceki olumsuz eğilimlerden kurtulmayı başarırlar. Mahmud Derviş, Semih el-Kâsım, Hayri Mansur, Murid Bergûsi, Ahmed Duhbûr, Velid Haznedar, Gassan Zaktân, Zekeriya Muhammed, İbrahim Nasrallah ve Muhammed el-Es’ad bunlardan bazılarıdır.
Direniş şiirleriyle sadece Filistin’de değil bütün Arap dünyasında tanınan Mahmud Derviş, 1970’li yıllarda Filistin’i terk ederken Fedva Tûkan’a şu dizelerle hitap eder:
Hatırlatmaya gerek yok
Karmil dağı içimizde
Kirpiklerimizde Celile’nin çimenleri
“Keşke ona nehir gibi akabilsek” deme
Deme öyle!
Et ve tırnağız biz ve memleketim
Haziran’dan önce güvercin yavruları değildik
Bu yüzden parçalanmadı aşkımız
Yirmi yıldır ey kız kardeşim
Şiir yazmadık ama savaştık.
Derviş de dâhil olmak üzere Filistinli şairler, estetik zemini güçlü “direniş” şiirlerine yönelir. Derviş, Kahire’de yayımlanan Seni Seviyorum yahut Sevmiyorum kitabıyla birlikte düzyazıya yakın ahenkli şiirler yazmaya başlar. Bundan sonra kimi zaman lirik kimi zaman epik ve destansı tarzda şiirlere yönelir. Son dönem şiirlerinde ise geleneksel Arap ölçülerini (tef’ile) akıcı ve esnek bir ritimle ve daha dingin bir şiirsel sesle kullanır. Bu şekilde nazım ile nesri birbirine yaklaştırmış olur. Mahmud Derviş’in yaklaşımı ne olursa olsun şiirsel dönemlerin ve sınırların ötesinde parlayan bir şiiri vardır. Bunun yanı sıra küresel kültürel hayata katkıda bulunan bir halk olarak Filistinlilerin itibarını pekiştirir.
Velid Haznedar günlük dilden kopmayan, akıcı bir üslûp ve titizlikle seçilmiş muğlak imgeler kullanır. Filistin kimliğinden yola çıkarak evrensel bir şiir dünyası kurmaya çalışır. Öte yandan Gassan Zaktân sokaktaki Filistinliye dair temaları evrensel boyuta taşırken Zekeriya Muhammed daha içkin, sakin, ironik ve özeleştirel tonda şiirler yazar. Murid Bergûsi de ilk dönem şiirinin yüksek sesli tonunu çoğu zaman ironik bir nefesle değiştirir. Muhammed el-Es’ad da daha geniş bir bakış açısıyla özgün bireysel sesini koruyarak şiirini mecazlar dünyasına açar. Böylelikle köy kökenli olmasına rağmen son derece estetik ve kentli bir şiir damarını Filistin şiirine eklemler.
Neredeyse bütün şiirini Filistin davasına ayıran Semih el-Kâsım, kendini tekrarlamamak için şiirinin siyasi tonunu hafifleterek zaman zaman lirizme ve mizaha kayar. Bazen de dizelerini bir tür doğaçlama tekniğiyle halkla birlikte tamamlamaya çalışır. Şiir, nesir, basın bildirileri gibi kolajlarla “postmodern” karakterli teknikler de kullanır.
İhanet, öfke, hayal kırıklığı dönemi
Nasıl ki Nekbe ve Nekse, Filistin edebiyatının kritik kavşaklarını oluşturuyorsa Oslo süreciyle Filistin Özerk Yönetimi’nin tanınması da önemli bir kavşak olur. Fakat bu tanıma süreciyle Filistinlilerin geri dönüş haklarını garanti altına almaz. Kudüs’ün statüsü daha sonra belirlenmek üzere ötelenir. İsrail’in yerleşim merkezlerini inşa etme politikası da değişmez. Oslo süreci, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’den çekilmesini ve Filistinlilerin kendi sivil kurumlarını inşa etmesini sağlasa da İsrail’in tecrit politikaları, Filistin toprakları olan Batı Şeria’nın kuzey ve güneyini, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi şeklinde fiilen Güney Afrika’daki “apartheid” rejiminin uygulama alanlarına dönüştürür.
Oslo sürecinin Filistinliler açısından bazı kazanımları olsa da Filistin toprakları A, B, C bölgelerine ayrılarak bölünme kalıcı bir hâle getirilir, Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşim birimleri kalıcı olur. İsrail anlaşma gereği öngörülen “iki devletli” çözüme hiç yanaşmaz. Edward Said, Oslo Antlaşması’nı “Filistin’in Versailles’i” şeklinde tanımlayarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri’nin Almanya’ya dayattığı koşulları hatırlatır.
Filistinliler açısından bakıldığında bu dönemi ihanet, öfke, hayal kırıklığı ve umutsuzluk duygularıyla özetlemek mümkün. Bu duyguları Necvan Derviş, Samir Ebu Havvâş, Esma Azayze, Fahri Ratrût, Esma el-Hâc, Gayyâs el-Medhûn, Sultan el-Kaysi, Mazin Ma’ruf gibi dönemin öne çıkan şairlerinin şiirlerinde görmek mümkün. Çoğunlukla ironik, yer yer nevrotik bir dille yazılan şiirler, Oslo süreciyle Filistin meselesine bir kez daha yapılan bu apaçık ihaneti ve ikiyüzlülüğü iyice görünür kılar. Necvan Derviş’in geçtiğimiz aylarda bendenizin çevirisiyle yayımlanan Kudüs’ün Kapılarında Kelimeler (Ayrıntı Yayınları, 2023) adlı şiir kitabı, bunun en somut kanıtıdır. Bunun yanında daha içe dönük ya da varoluşsal şiirler yazanlar da var. Halid Nasiri daha içe dönük, çocukluğuna odaklanan şiirlere yönelirken Muna Zahir ve Ali Ebu Hattab “avangart” denilecek türden, varoluşçu bir çizgi takip eder.
Oslo sonrasının öykü ve roman yazan yazarları arasında ise Küçük Bir Ayrıntı romanı Türkçede yayımlanan Adania Shibli, Alâ Huleyhil, Huzame Habayib, Ziyad Haddâş ile Silahlı Adamlara Fıkralar kitabı Türkçede yayımlanan Mazin Ma’ruf ve Mecd Keyyal, Larisa Sansur gibi isimler ilk akla gelenler.
Filistin edebiyatı, Arapça yazan yazarlarla sınırlı değil elbet. Oslo sonrası süreçte Arapça dışında dillerde yazılan “Filistin diasporası” edebiyatından da bahsedebiliriz. Ancak Filistin dışındaki her bir dil ortamının kendine özgü bir Filistinlilik karakteri olduğuna da dikkat çekmeliyiz. Bu yazarlardan Suzan Ebulhawa romanlarını İngilizce yazıyor. Susan Muaddi Darraj, Amerikan ve Filistin kadını, feminizm gibi konuların yanında Filistinlilerin yaşadıkları zorlukları, bölünmüşlüklerini anlatıyor. Dahası başına belalar açtığı için Filistin’den kimi zaman “nefret”le bahsediyor. Rana Jarrar Batı Şeria’dan Kuveyt’e, oradan da Mısır’a, sonra Texas’a göç eden bir yazar. Romanlarında kadın bedeni, cinsellik, şiddet gibi konulara odaklanıyor. Lezbiyen olduğunu saklamıyor. Yazar ve çevirmen Anton Shammas romanlarını İbranice yazıyor. İbranice yazdığı Arabesques (1986) romanı ona yakın dile çevrildi. Roman ve senaryo yazarı Seyyid Kaşşû İbranice dört roman yazdı.
Şair Yahya Hasan, 2020’de yirmi dört yaşında öldüğünde Danimarka’nın ana akım yazarları arasındaydı. Wikipedia’da Türkçe dâhil birçok dilde yazarın biyografisi olmasına rağmen Arapça biyografisinin olmaması ilginç. Haiti’de doğan Natalie Handal ise dünyanın birçok yerinde dolaşmış. Sekiz şiir kitabı yayımlayan Handal birçok tiyatro oyununa ve makaleye de imza atmış. May Masri, Annemarie Jacir, Maha Haj, Maysaloun Hamoud, Cherien Dabis ve Suha Arraf Arapça dışında dillerde Filistin’i kurgularına taşıyan isimlerden yalnızca birkaçı. İlginçtir ki Arap dünyası da birkaçı dışında çeviri anlamında bu yazarlardan henüz haberdar değil.
Bu çalışmadan da anlaşılacağı üzere kapsamlı bir Filistin edebiyatı incelemesi birkaç sayfalık çalışmaya sığacak bir konu değil. Daha detaylı bir inceleme için Arapçanın yanı sıra İbranice, İngilizce, İspanyolca, Danca, İtalyanca gibi dillerin takibini de gerektirir.
Türkçeye kazandırılan Filistinli edebiyatçılar ve eserleri
Gelelim Türkçede Filistin edebiyatına. Bu konuda telif eser olarak iki kitap öne çıkıyor. Birincisi Ali Çakmak’ın Düşmanlıklar Zamanı: Gassan Kanafani ve Filistin Direniş Edebiyatı (Zoom Kitap, 2020). Eserde Gassan Kanafani’nin metinlerinden alıntılarla onun romancılığı ve öykücülüğü çözümleniyor. İkincisi ise Peren Birsaygılı Mut’un Zeytin Ağaçları Arasında: Filistin Edebiyatından Portreler (Usta Kitap, 2018) adlı biyografik derleme kitabı. Kitapta Fedva Tûkan, Gassan Kanafani, Mahmud Derviş, Semih el-Kâsım ve Naci el-Ali’nin biyografilerinden sonra Filistinli yazarlardan metin örneklerine de yer veriliyor.
Çevirilere gelince; Filistinli şairlere ait doğrudan Arapçadan Türkçeye çevrilen eserlerin listesi şöyle:
Yazar/Şair | Eser Adı | Çeviren | Yayınevi | Yıl |
Necvan Derviş | Kudüs’ün Kapısında Kelimeler | Mehmet Hakkı Suçin | Ayrıntı | 2023 |
Mahmud Derviş | Badem Çiçekleri Gibi yahut Daha Ötesi | Mehmet Hakkı Suçin | Everest | 2020 |
Mahmud Derviş | Atı Neden Yalnız Bıraktın | Mehmet Hakkı Suçin | Ayrıntı | 2017 |
Mahmud Derviş | Bu Şiirin Bitmesini İstemiyorum | Mehmet Hakkı Suçin | Yapı Kredi | 2016 |
Mahmud Derviş | Mural | Mehmet Hakkı Suçin | Kırmızı | 2015 |
Mahmud Derviş | Biz Kaybettik Aşk da Kazanmadı | Lütfullah Göktaş | Kitabevi | 2008 |
Filistinli yazarlara ait kurgusal metinlerden Türkçeye yapılan çeviriler ise şöyle:
Yazar | Eser Adı | Çeviren | Yayınevi | Yıl | Tür |
Gassan Kanafani | Güneşteki Adamlar | Mehmet Hakkı Suçin | Metis | 2023 | Roman |
Adania Shibli | Küçük Bir Ayrıntı | Mehmet Hakkı Suçin | Can | 2021 | Roman |
Gassan Kanafani | Bizim Olmayan Âlem | Ökkeş Hengil | Loras | 2023 | Öykü |
Gassan Kanafani | On İki Numaralı Yatağın Ölümü | Murat Göçer | Loras | 2022 | Öykü |
Gassan Kanafani | Hüzünlü Portakallar Yurdu | Muhammed Ali Söylemez | Loras | 2022 | Öykü |
Mazen Maruf | Silahlı Adamlar İçin Fıkralar | Mustafa İsmail Dönmez | Yeni İnsan | 2018 | Öykü |
Faruk Vadi | Saudade / Ceylan Uçurumu | Abdussamed Yeşildağ | Farabi | 2022 | Roman |
Mahmud Derviş | Gazze İçin Sessizlik: Alışılagelmiş Hüznün Günlüğü | Hakan Özkan | Özgür | 2009 | Anı |
İngilizce yazan Filistinli yazarlardan çeviriler:
Yazar | Eser | Çeviren | Yayınevi | Yıl | Tür |
Suzan Abulhawa | Sevgisiz Dünyaya Karşı | Şafak Tahmaz | The Kitap | 2022 | Roman |
Suzan Abulhawa | Yüreğimin Senden Tarafı | Handan Ünlü Haktanır | Koridor | 2016 | Roman |
Suzan Abulhawa | Filistin Sabahları | Berrak Göçer | Everest | 2010 | Roman |
İngilizce ara dilinden Türkçeye yapılan çeviriler ise şöyle:
İbrahim Nasrallah | Karanlığın İçinde Filistin’in Siyah Güneşi | Arzu Nalbantoğlu | Pupa | 2009 | Roman |
Mourid Bargouti | Şairin Filistini | A. Melis Hafez | Klasik | 2004 | Roman |
Bu kitapların yanı sıra geçmiş yıllarda dergilerde, antolojilerde şiirlerini ve öykülerini yayımladığım Filistinli yazarlardan bazılarının isimleri şöyle: Fedva Tûkan, Semih el-Kâsım, Mahmud Derviş, Hanan Avvâd, Musa Havamde, Murid Bergûsi, Gassan Zaktan, Samir Ebu Havvâş, Necvan Derviş, Muna Zahir, Fahri Ratrût, Ali Ebu Hattab, Esma Azayze, Gayyas el-Medhûn, Sultan el-Kaysi, Esma el-Hâc, Riyad Beydes, Gassan Kanafani, Yahya Yahluf, Mahmud Şukayr, Ziyad Haddâş, Mazin Ma’ruf. Öte yandan Burcu Alkan ve Çimen Günay-Erkol editörlüğünde yayımlanan Turkish Literature as World Literature adlı kitapta yer alan “The Influence of Nâzım Hikmet on Arab Poetry” (Nâzım Hikmet’in Arap Şairleri Üzerinde Etkisi) başlıklı bölümde başta Filistinli yazarlar olmak üzere Arap şairlerinin Nâzım Hikmet’ten etkilenmelerini ele alıyorum.
Özetle son yüz yıldır çok sancılı süreçlerden geçen ve çok büyük travmalar yaşayan ve hepimizin bildiği üzere yine çok zor zamanlardan geçmekte olan Filistin halkının edebiyatının yazıda bahsettiğimiz koşullarda biçimlenmesi ve bu koşulların içinden geçerek dünya edebiyatındaki yerini ve dünya edebiyatına karşı konumunu belirlemesi son derece doğal bir tavırdır. Bu tavır, Filistin edebiyatının baskın bir şekilde direniş edebiyatı olarak şekillenmesi sonucu doğurmuş olsa da aynı zamanda dünya edebiyatıyla da eş zamanlı büyümesini, zenginleşmesini ve güçlenmesini engellemez. Aksine insanı ve insana dair olanı anlamada ve anlatmada ustalaştırır. Geçmişten günümüze Filistin edebiyatını bu bakış açısıyla okumak hem okurlara hem de edebiyatçılara bölgeyi ve insanı anlamak için yepyeni kapılar açacaktır.