Filistin sineması oldukça komplike, karmaşık ve dönüşen bir ülkesiz ülke sinemasının adıdır. Bu komplike hâl ve ülkesizlik onu hem besler hem de farklı ülke lokasyonlarında evrilerek vücut bulmasını sağlar. İşgale uğramış topraklardan mülteci olunmuş kamplara, iltica edilmiş ülkelerden işgalcinin karasularında kendine yeni dehlizler açmaya çalışır.
Filistin sinemasının Mustafa Abu Ali’nin çabalarıyla ortaya çıktığını söyleyebiliriz. 1967’de şimdiki adıyla London Film School’dan mezun olan yönetmen, FKÖ’ye bağlı olarak faaliyet gösteren ve “devrimi belgelemek ve tarihi belgelerin görüntülerinden oluşan bir arşiv oluşturmak” önermesiyle vücut bulan Filistin Film Birimi içinde çalışmalar yaptı. 30’dan fazla üretim yapan yönetmenin en önemli çalışmalarından biri Filistinlileri olanca gerçeklikleriyle resmeden bir kısa belgesel olan They Do Not Exist (1974) isimli üretimiydi.
Michel Khleiff: Filistin Sinemasının 1980’leri
Filistin sinemasının ilk ses getiren yapımı, Michel Khleiff’in ilk kurmaca filmi olan Fertile Memories’dir. (1980) Filmde iki kadının Filistin toplumu içindeki var olma mücadeleleri anlatılıyordu. Arap toplumsal yapısı içinde kadınların erkekler kadar özgür olamamaları sorunu üzerinde duran yönetmen, gerçek görüntüleri kurmaca filmi içinde ustaca harmanlamıştı. Filistin sineması için büyük bir yenilik olan film, daha önce yapılan ve yapılmaya devam edilecek olan Filistin sorununu merkeze alan filmler arasından farklı duyarlılığıyla sıyrılıyordu.
Filistin sinemasında karşımıza çıkan her konu esasen direnişin bir yansıması gibidir. Her film bir yerinden direnişe, istilaya, ezene ve ezilene dairdir. Michel Khleiff’in ikinci uzun metrajlı kurmaca çalışması 1987 yapımı Wedding in Galilee’yi (Celile’de Düğün) de bunlardan biri. Michel Khleiff’i ve Filistin sinemasını dünya çapında tanıtan ilk uzun metrajlı film olan bu çalışma, 1987’de Cannes Film Festivali’nde Uluslararası Eleştirmenler Ödülü’ne layık görüldü. Film sayesinde Filistin gerçekliği dünyanın farklı yerlerinde tartışılır oldu. Ayrıca Avrupalı yapımcıların Filistin’deki sinemacılara olan desteğini de artırdı. Zira film, ticari olarak da başarılı olmuştu.
Şiirsel ve Gerçekçi Bir Belgesel Yönetmeni Mai Masri
1959 doğumlu olan Mai Masri’nin babası Batı Şeria’nın Nablus şehrinden annesi ise Amerika’nın Teksas eyaletinden. Doğu ile Batının vuslatının ürünü olan yönetmenin yaşam dinamiklerinde bu ikili hâlin izlerini görmek olasıdır. San Francisco Eyalet Üniversitesi ve UC Berkeley’de sinema eğitimi gören yönetmen, Daha sonra Lübnan’a gelip kariyerine burada başladı.
Onun Lübnan’a gelişi İsrail’in Lübnan’ı işgal ettiği döneme rastlar. Hem Lübnan İç Savaşı hem İsrail işgalinin yıkıcı etkilerinden ötürü o dönem Lübnan’daki çoğu yönetmen gibi Mai Masri de belgesellerle kendini var eden bir sinemacı oldu. Bu dönemde kocası Jean Chamoun ile birlikte dönemin fotoğrafını çeken, bölgedeki yıkımda çocuklar ve kadınların yaşadıklarına odaklanan Moloz Altında (1983), Kır Çiçekleri (1986), War Generation – Beyrut (1988), Askıdaki Düşler (1992) ve In the Shadows of the City (2000) filmlerinin hem yapımcılığını hem de yönetmenliğini yaptılar. Ateşin Çocukları (1990), Zamanına Göre Bir Kadın (1995), Shatila’nın Çocukları (1998), Hayallerin ve Korkuların Sınırları (2001), Beyrut Günlükleri (2006), 33 Gün (2007) filmleri onun sinemasının kilometre taşı belgeselleridir.
Kadınları ve çocukları konu alan filmleriyle, insani ve şiirsel yaklaşımıyla tanınan Mai Masri’nin filmografisi Filistinli olmanın ve Lübnan’ı savaş zamanında görmenin gerçek ve bir o kadar da şiirsel bir fotoğrafıdır.
2000 Sonrası Filistin Sinemasının Uyanışı
2000’lerde Filistin sorunu çözümsüzlüğün çözüm kabul edildiği bir dönemi daha haber veriyordu. Elli seneyi geride bırakan toprak sorunları, yanlarına yenilerini de katmış hâlde ortada duruyordu. Buna karşılık sinema, dünyanın birçok coğrafyasında olduğu gibi Filistin’de de kendini yeniledi ve önemli gelişmeler gösterdi. Sarsıcı filmlerin yapıldığı bu dönemde kuşkusuz geçmişin getirdiği miras ve mücadele azminden de söz etmeliyiz. Filistin sinemasının nasıl olması gerektiğine kafa yoran Mustafa Abu Ali’nin azimli çabaları, Michel Khleiff’in başarılı filmleri yapılmasaydı; bu sinema hareketi bulunduğu yerden çok uzakta olurdu.
Üretimin artmasıyla çeşitlilik de kazanan Filistin sineması, filmleriyle bütün festivallerde gözlerin Filistin’e çevrilmesini sağladı. Bu etki Michel Khleiff’in 1987’deki Wedding in Galilee ile sağladığı başarıya denkti. Özellikle Elia Süleyman’ın Divine Intervention (Yadon İlaheyya – Kutsal Direniş) ve Hany Abu-Assad’ın Paradise Now filmleri festivallerde büyük beğeni gören, birçok ödül alan yapımlar oldular. Hani Ebu-Essad’ın Paradise Now’ndan önce 2002’de çektiği Rana’s Wedding filminde Kudüslü genç bir kızın istemediği bir evlilikten kurtulmak için yaptıkları anlatılıyordu. 2002 Montpellier Akdeniz Film Festivali Altın Antigone Ödülü’nü alan film, Filistin’in insan hikâyelerine odaklanmıştı. Mai Masri’nin ilk uzun metrajlı filmi 3000 Gece (2015), dünya prömiyerini Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yaptı ve uluslararası alanda gösterime girerek 28’den fazla ödül kazandı. Filmde Yeni evli öğretmen Layal, bir terör saldırısına karıştığı iddia edilen genç bir adamı arabasına aldığı için tutuklanır ve 8 yıl hapis cezasına çarptırılır. Hapishanede hamile olduğunu öğrenir ve bebeği doğurmaya karar verir. Fakat İsrail ile Filistin arasındaki savaş tüm şiddetiyle sürerken, Filistinli siyasi mahkûmların İsrailli ağır suçlularla bir arada tutulduğu bu hapishane hayatta kalmanın giderek zorlaştığı bir yere dönüşecektir.
Katıldıkları festivallerden önemli ödüllerle dönen filmler, Filistin sinemasının varlığını ve uluslararası kabulünü müjdeliyorlardı. Gişe başarıları da yakalayan filmler, yapımcıların Filistin sinemasına olan bakışının da değişmesini sağladılar.
Çeşitlenen Konularıyla Filistin Sineması
Ömer: İhanet ve Direniş
2010’dan sonra çekilen filmlere baktığımızda konuların çeşitlendiğini söyleyebiliriz. Hani Abu-Assad’ın yönettiği 2013 yapımı Ömer filmi bunlardan biri. Filme ismini de veren baş karakter Ömer; hemen her gün Batı Şeria’daki ayırıcı duvarı el yordamıyla geçerek arkadaşlarına ve arkadaşının kardeşi, sevgilisi Nadia’yla kavuşmaya çalışıyordur. Bu rutin uygulamanın, sağından solundan geçen İsrail kurşunlarını da gündelik hayatın bir parçası hâline getirmesini görürüz. Ömer ve iki yakın arkadaşının tek hedefleri vardır o da İsrail işgaline seslerini çıkarmak. Bu üçlü İsrail işgaline karşı silah talimleriyle direniş ruhlarını perçinlerler. Silah talimlerinin sonunda bir İsrail askerini öldürmeyi başarırlar; ancak İsrail askerini öldürmenin bedeli ağırdır. Ömer bir aşk filmidir de. Bakışlarla, mektuplarla, şiirlerle, kuşatılmışlık ve umut arasına sıkışmış insanların aşkını resmeder. Filistin’in kuşatılmışlığını, işgalin insanlar üzerindeki etkilerini, dostluğu, kardeşliği ve ihaneti yüzümüze çarpan bir yapım olan Ömer için, yönetmen Hany Abu-Assad, Alin Taşcıyan’a verdiği röportajda filmin öyküsünü anlatırken öykünün gerçekliğinin altını çizmiş:
“İki yıl önce bir arkadaşım bana benzer bir öykü anlattı. Gizli istihbarat ajanlarının sırlarını öğrenip onları işbirliğine zorlamak için nasıl kullandığını anlattı. Tam filmi yapılacak öykü dedim! İyi filmler hep gerçek olaylara dayanır. Ayrıca böyle bir krizi de düşündüm. Herkesin sırları vardır, ben öyle bir durumda kalsam çıkış yolu bulamam! O zaman filmini yapmalıyım dedim!”
Düğün Davetiyesi: Gündelik Hayatta Filistin
Annemarie Jacir’nin çektiği 2017 yapımı Wajib – Düğün Davetiyesi, son dönemin en çok ödül alan Filistin filmi. Kızının düğün davetiyesini yurtdışından gelen oğluyla tanıdıklarına dağıtan baba ile oğulun ilişkileri üzerinden Filistin’in yaşadığı dönüşümleri resmeden film, oldukça başarılı bir çalışmaydı.
Bize Her Yer Filistin
2019 yapımı Elia Süleyman’ın yeni filmi Burası Cennet Olmalı ise bir yurtsuzluk hâli üstüne kişisel bir çalışma. Paris’ten New York’a dünyanın farklı yerlerinden Filistin ruhunun onu takip etmesi üstüne kurguladığı filmi, bu yılın Filistin Oscar adayı olmuştu.
Yeni Yönetmenler Kuşağı
Hany Abu-Assad, Elia Süleyman, Rashid Masharawi ve Annemarie Jacir’ın 2000 sonrasındaki ilk çıkışlarından sonra artık yeni bir kuşaktan da söz edebiliriz. Çoğunluğu son birkaç yıl içinde ilk uzun metraj filmlerini ortaya koyabilen, festivallerde filmlerini gördüğümüz yönetmenler Filistin sinemasının artık yeni yüzleri olacaklar.
Najwa Najjar bunlardan biri. İlk uzun metrajlı filmi 2008 yapımı Pomegranates and Myrrh 80’den fazla festivalde gösterilip 10 ödül kazanmış, sinemalarda da gösterilmişti. Yeni evli Hristiyan bir çift olan Zaid ve Kamar çifti evlendikten kısa bir süre sonra Zaid’in İsrail polisi tarafından Ramallah’ta ansızın tutuklanmasıyla yalnız kalan Kamar kendini eski tutkusu olan geleneksel danslara verdiğinde, kocası hapiste bir kadından toplumun beklediği davranışların dışına çıkmasının yarattığı etkiye odaklanmıştı. 2004 yapımı ikinci uzun metraj filmi Filistin namına Oscar yarışına yollanan Eyes of a Thief İsrail hapishanesinden salıverilen bir Filistinlinin kaybolan kızının izni sürmesini anlatıyordu.
Yaşlılar da Aşık Olur: Gaza Mon Amour
Filistin’in aykırı ikiz yönetmenleri Tarzan Nasser ve Arab Nasser kardeşler çoğu Filistin filminden farklı bir aşk filmi çektiler. 2020 yapımı Gaza Mon Amour filminde, Altmış yaşındaki balıkçı Issa, yetişkin bir kız olan ve pazarda çalışan Siham’a âşık olur. Denizde bulduğu bir Apollo heykelinden aldığı cesaretle Siham’a aşkını itiraf eder, ne var ki toplumsal kurallar her zaman aşktan taraf değildir. Hele ki âşıklar 60’lı yaşlarına geldiyse. Müzikal kullanımı ve görsel yaklaşımıyla farklı bir aşk filmi olan Gaza Mon Amour, coğrafyanın gerçekliğini reddetmeden bir aşk filmi denemesi sunuyor.
Ameen Nayfeh’in ilk uzun metraj filmi 2020 yapımı 200 Metre o yıl Ürdün için Oscar yarışına katılmıştı. Venedik Film Festivali’nde ilk gösterimini yapan Filistin-Ürdün ortak yapımı olan filmde, Mustafa, Batı Şeria Duvarı’nın ayırdığı, kendi Filistin tarafında, eşi ve ailesinden yalnızca 200 metre ötede yaşayan bir inşaat işçisidir. Oğlunun yaralandığını öğrendiği gün sınırdan geçişine izin verilmez. Bunun üzerine bir kaçakçının yardımıyla 200 metrelik bir yolu kat etmek için 200 kilometrelik tehlikeli bir yolculuğa çıkmak zorunda kalır.
Basil Khalil’in ilk uzun metraj filmi A Gaza Weekend, İsrail’de ortaya çıkan bir virüsten ötürü ülkeden kaçmak isteyen biri İngiliz biri İsrailli çiftin tek çıkar yol olarak Gazze’ye girmesi ve bu kez de oradan çıkamamasının hikayesini trajikomik bir dille anlatıyor. Film yeni dönemin festivallerde karşımıza çıkan filmlerinden biri. Yönetmeni Basil Khalil’in daha önce çektiği kısa film Ave Maria Oscar’da aday gösterilen beş filmden bir olmuştu.
Maha Haj İsrail sınırları içinde doğan Filistinli yönetmenlerden biri. Bu yüzden filmleri İsrail sineması içinde de değerlendirilebiliyor. Bu karmaşık süreç pek çok Filistinli sinemacının uğraşmak zorunda olduğu bir sorun. İlk filmi 2016 yapımı Personal Affairs İsrail sinema fonu desteğiyle çekilen bir Filistinli aile hikayesi. Filmde Filistinli bir ailenin farklı yerlere dağılmış hâllerini resmediyordu. Aile üyeleri; İsrail, işgal altındaki Filistin toprakları ve Avrupa ülkelerine dağılmış hâlde yaşamlarını giderek bağları zayıflayarak geçirmek zorundadır. 2022 yapımı Medıterranean Fever filminde ise Hayfa’da yaşayan yazar olmak isteyen ve depresyondan çıkamayan bir adamın komşuyla kurduğu iletişimin sonuçlarını izleriz. Film Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış Bölümü’nde Senaryo Ödülü aldı.
Firas Khoury’in ilk uzun metraj filmi 2022 yapımı Alam da son yılların festivallerde karşımıza çıkan Filistin merkezli filmlerinden biri. İlk gösterimini 2022 Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapan film, Kahire Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü aldı. Film Bir Filistin kasabasında lise öğrencisi olan Tamer ve arkadaşlarının kasabaya gelen güzel Maysaa’yı etkilemek için Filistinlilerin yas günü olarak gördükleri İsrail’in Bağımsızlık Günü arifesinde gizemli bir bayrak operasyonuna katılır. Ancak bunun sonuçları ağır olacaktır.
Son yılların filmlerinde ortak noktanın işgal ve baskı altında olan Filistinlilerin günlük yaşam rutinlerini ne denli etkiledikleri üstünde durulduğunu söyleyebiliriz. Yönetmenlerin İsrail mi yoksa İşgal altındaki Filistin bölgelerinde mi yaşadıklarına göre de filmlerin konu çeperlerinin farklılaştığını da söyleyelim. Çoğunluğu belgesel ve kısa film türünde olan üretimlerin az da olsa uzun metraj filmlerin de üretildiğini görebiliyoruz. Özellikle dünyanın farklı yerlerinde yapılan Filistin film festivalleri yeni filmlerin üretilmesi için oldukça önemli bir motivasyon kaynağı oluşturuyor.
Filistin Sinemasının Motive Gücü Film Festivalleri
Filistinlilerinin dünyanın farklı yerlerine dağılmış olmalarının Filistin sinemasına en önemli katkısı Filistin dışında düzenlenen film festivallerine önayak olmalarıdır. Amerika, Almanya, Fransa, Kanada ve Avustralya gibi farklı merkezlerde düzenlenen çok sayıda Filistin sineması festivalinin oluşması, oralarda yaşayan Filistinlilerin çabalarıyla oluşturuldu. Bu festivaller sayesinde üretilen filmler dünyanın farklı yerlerine toplu hâlde yılın belli zamanlarında düzenli olarak gösterilebiliyor.
Lina Bokhary: Filistinli Sinemacılar İçin Film Yapmak, Hayatta Kalmak Demek
Kasım 2018 tarihinde düzenlenen 8. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde, Filistin sineması odak ülke seçilmişti. Festival kapsamında Filistin sinemasından kısa ve uzun metraj Filistin filmler sinemaseverlerin beğenisine sunulmuştu. Festival kapsamında; ben ve Filistin Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürü Lina Bokhary birlikte bir Filistin sineması paneli düzenlemiştik. Filistin’in ruhuna uygun olarak hem son derece donanımlı bir entelektüel hem de militan ruhlu bir sinema emekçisi olan Bokhary, yaptığı konuşmada Filistin sinemasının son dönemini şu ifadelerle anlatmıştı: “Bu dönemde sinemacıların realiteyle yüzleşebildikleri, daha önce romantik olarak baktıkları şeylere daha gerçekçi yaklaşabildikleri, kendileriyle yüzleşebildikleri bir dönem. Filistinli sinemacılar için film yapmak, hayatta kalmak, mücadeleyi sürdürmek gibi bir anlam ifade ettiği için koşullar hiçbir zaman iyi olmadığı halde bu insanların mücadeleleriyle bu üretim sürüyor. Yılda belgesel ve uzun metrajlar için 5 tane, kısa filmlerde ise 10 civarı filme destek oluyoruz. Filistin Film Enstitüsü sabit yeri olan bir yapı değil. Şu sıralar bir araya getirmeye ve bir yerde toparlamaya çalışıyoruz. Biz Filistinli yetenekleri bulunduğumuz coğrafyayla sınırlı düşünmüyoruz. Çok çeşitli sebeplerden dünyanın başka yerlerinde yaşayan yönetmenler var ama bunları Filistinli yönetmenler olarak kabul ediyoruz biz.”
Devletsiz Bir Ulusal Sinema
Mustafa Abu Ali’nin çabalarıyla ortaya çıkan, Michel Khleiff’in başarılarıyla adından söz ettiren Filistin sineması, günümüzde Alia Süleyman, Hani Abu-Assad ve Annemarie Jacir’in çalışmalarının üstüne genç yönetmenlerin çabasını da ekleyerek kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Umarım bağımsız bir devlet mekanizmasını da ulaşır da kurumsal kimliğini yetkin bir çizgide devam ettirir.