yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

“Gökyüzü Her Yerde!”

Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir Ödülü bu yıl Geldim Sana adlı şiir dosyasıyla şair İlhan Sami Çomak’a verildi. Şairin bu dosyadan önce yayınlamış 7 şiir kitabı var. Tüm bu yaratılar okuyucusuna cezaevinden ulaşıyor. Çomak, hiçbir delil gösterilmeksizin “bölücü faaliyette bulunmak” iddiasıyla, 1994 yılından beri kesintisiz olarak 25 yıldır tutuklu. Türkiye’nin, alınan hukuksuz karar karşısında AHİM tarafından mahkûm edilmesine rağmen, Çomak’ın tutukluğu devam ediyor.

“Adalet unutulmamaktır” diyen Çomak’ın Geldim Sana dosyası R.M. Rilke’den bir alıntıyla başlıyor: “Kuşlar uçtukça genişliyor gökyüzü”. Bu cümleyle başlayarak şair okuyucusuna hemen her şiirinde gökyüzü özlemini çok yalın bir biçimde duyumsatıyor. Her gün altında yürüdüğümüz, koşuşturduğumuz, gündelik telaşların içinde kafamızı kaldırıp da bakamadığımız gökyüzü, özgürlüğü çalınan Çomak için hayatî önem taşıyor. Gökyüzünün çatısı altında, doğaya ait ne varsa; dağ, deniz, ırmak, göl, orman, ağaç, çimen, kuş, güvercin, kelebelek, vb. şairin kendisini ifade biçiminde başvurduğu sözcük kümesine dönüşüyor. Çoğumuzun yanından geçerken dikkat bile etmediğimiz bu nesneler, onun için imgeselleştirilmiş bir gerçeklikten çok ötede. Bizim imgeselleştirdiğimiz ne varsa, Çomak onları gerçek kılıyor. Işığını, güneşini, göğünü, kuşunu, özgürlüğünü şiiriyle kendisi var ediyor ve okuyucusuna “işte bu benim dünyam” diyor.

“Kara bilincimle yazımı düzelttim/El çırpıp dünyaya niye geldim,/kulak ver bana/Senin huzurunda sordum dünyaya/niye kondum?/Bu aralar uçmakla dölleniyor aklım.” Sadece aklı mı? Kalbi ve ruhuyla uçmak, gitmek, şöyle bir uzun yürümek isteği… Zamanın donduğu bir mekânda varoluşunu sorgularken umutla umutsuzluk sarkacında, umuda çalışan bir şair Çomak. İşte o yüzden; “ne önemi var uçmanın/kuş tüyü bende gökyüzü bende/gülüşünle yıkanan kalp atışı bende” diyerek, aslında bulunduğu olumsuz mekânı hiçleştiriyor, etkisizleştiriyor, önemsizleştiriyor. Önemli olanın kendi içinde gizlendiğini paylaşıyor okuyucusuyla.

Kuştüyü biriktiriyor şair. Doğadan ona düşen tek şey, sahip olup dokunabileceği, biriktirebileceği, sevdiğine sunabileceği tek şey. Sevdiğine kırlardan çiçek toplama hakkı elinden alınan şair, kuş tüyüne bakarak, ona dokunarak, onu biriktirerek kuşları, gökyüzünü, özgürlüğünü okşuyor ve bu en değerli şeyi sevdiğine sunuyor.

Sürekli varoluş sorunsalı üzerine düşünen şairin sık kullandığı sözcüklerden ikisi “ışık” ve “rüzgâr”. Bu iki öğenin ortak noktası fiziksel olarak elle tutulamayışlarıdır. Rüzgârın sesini duyarız. Işığı görürüz. Şairin dünyasında bunlar ve bunlar gibi birçok imgenin aslı, hayatında hiç yoktur. Bu yüzden Çomak ne kadar hiçleştirmeye çalışırsa çalışsın, içinde bulunduğu mekân onu dönüştürür. Bu dönüşüm şiir diline yansır. Kullandığı şiir dili de bulunduğu mekânı dönüştürür.

“mart’ı düşünüyorum nisan’ı sevmeyi/kalın kitapları, sabunun orantılı kayganlığını/çiçeklere konan arıları, dağın ıssız gölgesini/karın soğuğunu, haritaların matematiğini/irkilerek uyandığım rüyaları, saçının şeklini/- mantık çökünce insan güzel oluyor”.

Hep düşünür şair, gerçekliği zalimce elinde alınmış ve sadece hayal etme yetisi ona bırakılmıştır. Mevsimleri, ayları, doğayı, geceyi, gündüzü, sevdiğini hayal eder. Mantıklı düşünürse çıldıracağını bilme duygusu, şairi “ona dayatılan gerçeklikten başka bir gerçeklik yaratısı”na iter. Bu yaratma güdüsü hapsedilemez! Hayal gücü kelepçeleri, parmaklıkları, duvarları, sınırları aşıp geçen mavi bir sudur çünkü.

“üşüdüm, ışığa gitmeyen pervaneye döndüm/ayaklarıma ellerime hep beraber gözlerime baktı/işte dedim ağlamayı bu yüzden bıraktım/yürüdüm seni geride bıraktım.”, “akıyor hayat ne güzel akıyor!/yürüdüm seni geride bıraktım.”, “Senin olsun gün!/Senin olsun alev!”. Sevmek, o, zamanı ve mekânı aşan duygu şairi de sarar. Hem umut, hem vazgeçiş olur ona. Üşümekle birdir vazgeçmek onun için. Zaten ışığa gidemeyen bir pervanedir o ama geride bırakmayı da bilir. Fiziksel olarak yeri değişmese bile, gönül yeri değişir ve her şeye rağmen bırakır sevdiğini geride, ona günü ve alevi hediye ederek. Hayatın akışına katılır çünkü var olmanın gereğidir bu onun için. Bunu birçok şiirinde okuyucusuna duyurur.

Şairi etkileyen sadece kendi bireysel acıları, savruluşları, yoksunlukları değildir elbette. Kendi ülkesindeki adaletsizliklerle yakından ilgilidir. Gezi olaylarına düşürür şiirini, bunu yaparken de yine sevgilisiyle dertleşir gibidir ve ona “gezi’nin ışığını kanlı mendillere düşür de yaz” diye seslenir. Işıktır Gezi onun için, umuttur, ancak karartılmış ve söndürülmeye çalışılmış, canlar yitirilmiştir. Tüm bunların unutulmaması, kayıt altına alınması, insan vicdanına kazılması gerekmektedir. Bu yüzden “yaz” der sevgilisine. O hem kayıt tutan, hem de seven, güvenilebilecek tek kişidir belki de. Sevgilisine ulaşamamanın ötesinde, bir de arzu edilen toplumsal düzene ulaşamamanın şairde yarattığı yalnızlık duygusunu katar şiirine ve der ki; “YALNIZLIĞI büyük harflerle bana/ sadece bana yaz”. İşte bu büyük harfli yalnızlık belki de en büyük en evrensel duygudur. Buna rağmen, bu evrensel duyguyu sadece kendisine yazmasını ister çünkü yalnızlık da mahremdir aşk gibi. İçerideyken dışarısı onun içinde kanar. “- hoyrat ışıklarda ve yeryüzünde kim var?” diye sorar okuyucusuna. Adeta yoklama alır gibidir. Kimler vardır yeryüzünde ışığı hoyratlaştıranı gören, duyan, bilen, bunun için bir şeyler yapmak için harekete geçen? Sonra dönüp, hem kendine, hem okuyucusuna “yalnızlığı sev” der ki, bu duygu fiziksel yalnızlıktan çok ötede, varoluşun özünden gelmektedir. “üstüme varlık çöktü” derken de okuyucusuna duyurduğu bu mecburi ağırlıktır.

Yorulur şair de, düşünmekten, yoksun olmaktan, varlığını esir etmeye, ufalamaya çalışan, onu yalıtarak tüketmeyi deneyen her şeyden yorulur. “Burada neler yok” isimli şiirinde, orada olmayanları sıralarken, şiirinin sonunu “ama hep bir çıkış vardır” diye bitirmesi tesadüf değil, aksine, üzerinde sıkı çalışılmış bir umudun ifadesidir. “bahçe duvarını aşıp okulu asan çocuklar yok/ kelimelerden dostluk yapan insanın iyilik bağı yok/(…)/lamba gibi mum da yok/karanlık yok karanlık hiç yok/ mevsim dönümleri ve ay tutulması yok/(…)/rüzgârın havalandırdığı perde üzümün/çürüyen salkımı yok/ ayrı kaldı hayat güneşten./Burada yön yok/ama vardır bir çıkış hep vardır!”

Kuşların kanat çırpmalarını, kedilerin yumuşacık patilerini, yaprakların düşüşünü düşünürken bildiği tek bir şey vardır şairin, gökyüzü her yerde!”dir. Eğer gökyüzü her yerdeyse, daha söylenecek söz var demektir. “ama söz bitmedi daha, doğrunun aşinalığına akıyor ırmak”, “ben şarkılar söyleyeyim durmadan taş atayım/atlara binip şiirler okuyayım/burada bir ateş var burada bir derinlik/burada söylenmemiş bir söz!” Söz umuttur, gökyüzü umuttur, sevgili umuttur. Hayata atılan sıkı düğümlerdir hepsi. Şair her gün bu düğümleri ata ata yürür. hayatla bağımı durmadan yeniliyorum/silkiyorum yazdıklarımı./ Her şey çok açık!/hep koynuna doğru yuvarlanıyor aklım”, “bir ısdırap var sesimde yalnız kadınların bildiği/öfkeliyim. boğazım kuru./güne uymak için yontuyorum kendimi/işim bu! Yaşam bu!”

“düşündüm. kıvrım kıvrım bir şey bu hayat.” derken, her şeyin iç içe geçtiği, her duygunun karşıtıyla birlikte büyüdüğü, bu büyük muammada annesine sarılır şair. Anne eskimeyen hafızadır onun için. Koruyucudur, masumdur, hep özlenen ama aslında içinden hiç çıkılmayan bir yuvadır. “annem sevgiyle paçalarımı düzeltirdi/gecenin içinde uyandırıp süt içirirdi bana/annem gül dalına benzerdi, güldü.”, “çocukken ve yazım çocuk kadar güzelken daha/annemin nar tadı gülüşüne muhtaçken” gibi dizelerde, annesiyle beraber aslında çocukluğu da çıkar gelir yanına. Bir geriye dönüş özlemidir bu, çünkü annesizlik masumluğun bitişi, büyümenin ve hayal kırıklıklarının başlangıcıdır bir bakıma.

“Yaratıcılık duvarları çatlatır; mutlaka sızar, özgürce akmak kararlılığını yineler! Ama aslolan şiirin kendisidir, nerede yazıldığı değil” diyen şairin Geldim Sana adlı kitabı incecik bir hatırlatmadır okuyucusuna, bir yoklama, bir iç bakıştır. Doğa, varoluş, özgürlük kavramları sorgulanırken, sessiz sakin ama düşündürerek akıp giden bir dille, belki bir kuş tüyü hafifliğinde ama aslında bir kuş tüyü ağırlığında bir bilinçle sürer Çomak şiirin izini. Şair “beni kelimelerimden aldılar” dese de, umuttan tarafa yontulurken yorulan kalbine yürüyen yine şiirdir. Hayatla girilen o bitimsiz savaşta, insan olmanın hanesine yazılacak ne varsa şiirinde ışıl ışıl parıldayan Çomak’ın, emeğin ve direncin şairi sevgili Sennur Sezer’imizin anısıyla birlikte, gökyüzünü genişletmeye yılmadan devam etmesini diliyorum. “Gökyüzü her yerde!”

Özge Sönmez
diğer yazıları