yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Görün Bizi Efendiler

Ben 27 yaşında genç bir müzisyenim. Dünyanın neresinde olursam olayım kendimi ifade edebileceğim evrensel bir dile sahibim. Lakin buradayım, hep buradaydım. Başka bir dünyanın mümkünatı Gökçeada’dan yahut Aras Irmağı’ndan ötede olmadı benim için hiçbir zaman. Tezer Özlü’ye hayranlığım bir yana dursun, bu toprağın insanıyla kurduğu ilişkiyi anlamayı reddettim her zaman. Ne demek “burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi”, hiç olur muydu öyle şey, bu ülke bizimdi! Gençlik ateşi miydi bu, yoksa saflık mı bilmiyorum. Ölüyoruz çünkü biz. Bir gün değil, bir an değil, her gün. Şiddet gören bir köpeğin şakaklarında, öldürülen bir kadının vicdanında, kendini asan bir müzisyenin sazında öldük, ölüyoruz ve korkarım ölmeye devam edeceğiz.

Peki biz kimiz?

Biz, nerede bir asker ölse, nerede bir bomba patlasa ilk ekmeğinden olan emekçileriz. Biz, halkın derdini, aşkın şehvetini, dostun kıymetini insanların dillerine dolayan o melodileri üretenler, icra edenler, sonra da birer birer unutulan isimsizleriz. Barlarda, restoranlarda gece gündüz “gönül eyleyen”, üç kuruş para kazanmak için mafyatik patronlara tahammül etmek zorunda olan, istenilen parçayı çalmadı diye kurşunlanan “çalgıcılarız”.

Peki bizi kim öldürdü?

Ne paramızı vermeyen mafyatik patron, ne de istek parçayı çalmadık diye kurşunlayan karaktersizdi bizi öldüren. Bizi, şüphesiz ki başımızdaki siyasal iktidar öldürdü. Gerek sarayın militarist dış politikaları, gerek astro-ekonomik enflasyon bombardımanları ve nihayet son bir yıldır da küfür gibi üzerimize atılan bin liralık “yardım” zırvasıyla bizleri aşağılayan siyasi iktidar…

Şüpheniz olmasın ki son bir yıldır sayıları yüzü aşan müzisyen intiharlarının sorumlusu kimlerse, İbrahim Gökçek ve Helin Bölek’in de faili onlardır. Şüpheniz olmasın ki sarayın tek tek, seçe seçe peşkeş çektiği “sanatçılar” ile sanatını icra ettiği mekanlarda “huzur operasyonu” adı altında maddi manevi tacize maruz kalan sanatçılar arasında su götürmez bir sınıf farkı vardır. Ve şüpheniz olmasın ki bu sınıf farkı gerek kültürel, gerek sosyolojik ve özellikle de ekonomik olarak devasa bir uçurum oluşturmaktadır.

Bir yanda sarayın yardakçısı olmuş, her geçen gün kesesini dolduranlar hayatlarını refah içerisinde yaşamaya devam ederken, diğer yanda evine ekmek götürmek için ekipmanlarını satmak zorunda kalan –ve büyük ihtimalle asla yerine koyamayacakları ekipmanları– yüzlerce, binlerce sanatçı yaşayamıyor. Gitarı olsa da, en ucuzu çekirdek bir ailenin bir günlük asgari beslenme masrafına denk gelen gitar telini yenileyemeyip kopana kadar aynı teli çalmak zorunda olan bir gitaristin nasıl bir müzikal geleceği/kariyeri olabilir? Müziğin kaderi, gerçekten döviz kurlarına mı bağlı? Bizleri bu kadar absürt bir pencereden gören bir yönetim, gerçekten kaderimiz mi? Yaşamak ile yaşayamamak arasında çok ince bir ip var ve bizler o ipin üzerinde dengesizce savruluyoruz. Pandemi başladığından bu yana tam yüz üç müzisyen o ipte dengede kalamadı. Ben bu satırları yazarken belki de daha onlarcamız amansız bir buhranla sağa sola yalpalıyor, dengede durmakta güçlük çekiyor.

Bizler ölüyoruz efendiler. Her gün, onlarca, yüzlerce ölüyoruz. Mesleğimiz itibarsızlaştırılıyor, sanatımız değersizleştiriliyor, sesimizi duyuramıyoruz. Evet, tekrar söylüyorum; bizler ölüyoruz efendiler!

Peki ne mi yapılabilir?

Hayatınızın her anında; gülerken, ağlarken, sevinirken, üzülürken duyduğunuz bizim sesimizdi.

Bizi hep duydunuz, şimdi bir kez olsun görün. Mesela müzisyenlerin internet üzerinden yaptıkları programlara destek olun. Pandemi sürecinde yapılan coverlara, üretilen müziklere destek olarak paylaşımlarda bulunun. Varlığını görünür kılmaya çalışan müzisyenlerin sesi olun, sosyal medyada onlara destek olun. Devlete karşı yürütülen görünür olma mücadelesine omuz verin. Her Cuma ve Cumartesi dinleyip eğlendiğiniz, güldüğünüz, hüzünlendiğiniz müziği bir kez olsun, mesela bir Perşembe günü görünür kılın. Bizler azınlığız, bir avuç müzisyeniz. Ancak bizi dinleyenler, sizler binler, yüzbinlersiniz. Ancak sizler bizim sesimiz olabilirsiniz. Sesimiz olun efendiler. “Bu sabah uyandırsın bizi ava giden dostlar”. Çünkü biz gerçekten ölüyoruz! Yalnızca bedenen değil; bir kültür olarak ölüyoruz. Bir sektör olarak çöküyoruz.

Görün bizi, duyun bizi;

Efendiler!

Can Özkan
diğer yazıları