BUKET GÜRELİ
“Ne hoş bir güzelliği vardır; Hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin. Kimseye
bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların. Onurlu bir yaşamı seçenlerin.”
Virginia Woolf
Mihri Hanım’ın İstanbul’da paşa konağından Paris’e süren, oradan da Newyork’ta kimsesizler mezarlığında sonlanan hayatına baktığımızda, neredeyse aynı dönemlerde yaşamış olan Virginia Woolf’un kastettiği hafif adımlarla dünyadan geçen ama geçtiği yollara mihenk taşları koymuş o hoş ve güzel insanlardan biri olduğunu söyleyebiliriz.
Sanatına adadığı yaşamı boyunca birçok ilke imza atan Mihri Hanım’ın kadın sanatçı ve aydın kimliğiyle, ülkenin gelişmekte olan kültür ve sanat hayatına ne kadar önemli katkılarda bulunduğunu, toplum için hiç de azımsanmayacak çalışmalar yaptığını görürüz. Mihri Hanım’ın hayatında bizi asıl etkileyen, sahip olduğu ve hiç kaybetmediği mücadeleci ruhuydu. Çocukken başladığı resmin peşinden kararlı ve cesur adımlarla gitmiş, bu uğurda aristokrat ve zengin yaşamını terk edip hayatının son zamanlarına kadar sanatını yaparak çalışmış ve bohem bir şekilde yaşamıştı. Saray çevresinden, aristokrat bir aileden gelmesinin rahat ve cesur davranabilmesinde şüphesiz etkisi olmuştur ama o bu ayrıcalığını ressam Osman Hamdi Bey’in sadrazam babasının ayrıcalıklarını kullanarak Türkiye’de sanat ve arkeolojiye yaptığı büyük katkılar gibi topluma katkı sunmak için de kullanmıştı.
Bu kadar önemli ve tartışmasız yetenekli bir sanatçının, çağdaş Türk resim sanatı tarihinde hak ettiği gibi yer almaması tıpkı dünya resim sanatı tarihinde hak ettiği yeri alamayan diğer kadın sanatçıların “kaderi”yle aynı ne yazık ki!
Osmanlı İmparatorluğu’nun ayakta kalma savaşı verdiği bir dönemde dünyaya gelen Mihri Hanım, Padişah II. Abdülhamit’in tarihe istibdat dönemi (1876-1909) adıyla geçen baskıcı rejiminde çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirmiş, yaşadığı dönemde gerçekleşen önemli siyasi gelişmelerin tanığı olmuştu.
İstibdat dönemi ardından Batılılaşma dönemi olarak adlandırılan 18. ve 19. yüzyıllarda ise Osmanlı İmparatorluğu’nda köklü bir kültür değişimi yaşanmış, yeni bir sanat ortamı oluşmaya başlamıştı. M.S. 10. yüzyıldan itibaren resmin kitaplarda “minyatür” adıyla var olduğu, heykel sanatının ise mezar taşları ve Anadolu taş işçiliği olarak yapıldığı dönem yavaş yavaş değişmişti.
Batı sanatına ve kültürüne ilgi gösteren padişahların ve saray çevresinin desteğiyle 18. yüzyılda gelişmeye başlayan çağdaş Türk resim sanatı, Mihri Hanım’ın yaşadığı döneme gelindiğinde sanat eğitimi veren kurumların açıldığı, resim sergilerinin düzenlendiği ve ressamların cemiyet kurarak ülkenin sanat sorunlarını tartıştıkları canlı ve aktif bir ortama kavuşmuştu.
- Meşrutiyet döneminde her alanda başlayan toplumsal reformlar, yapılan hukuki, idari ve adli reformlar kadınlara birçok konuda yeni kazanımlar sağlamıştı. II. Meşrutiyet’in yarattığı özgürlükçü ortamda İstanbul ve Selanik gibi büyük kentlerde kadın dernekleri kurulmuş, kadın dergilerinin sayısında çoğalma olmuş, gazetelerde kadın erkek eşitliğini savunan yazılar yer almaya başlamıştı. Bu dönem yayımlanan kadın dergilerinin içerikleri de değişmiş, moda haberlerinin yanı sıra kadın hakları ve Avrupa’daki feminist hareketlerden haberler de yayımlarda yer bulmuştu.
Kadınların kamu ve sosyal hayatın içine girmeleri de bu dönemde gerçekleşmişti. Özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında çok sayıda işçi kadın dikiş, dokuma ve tütün yapım evlerinde çalışmaya başlamıştı. Kızlara yüksek öğrenim hakkı ise ilk kez 1914’te verildi. Aynı yıl kızlara güzel sanatlar eğitimi vermek amacıyla İnas Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi’nin açılması yüzyıllar boyunca resim ve heykel yapmanın günah sayıldığı bir toplumda, toplumsal yapının değişiminde büyük etken olmuştu.
1886’da İstanbul’da eğitimli bir Osmanlı ailesinin kızı olarak dünyaya gelen Mihri Hanım, birçok konuda şanslıydı. Yabancı uyruklu dadılarla büyümüş, onlardan dil, edebiyat, müzik ve resim gibi sanatın her alanında ders almıştı. Yaptığı resimler saraya armağan olarak gittikten sonra çok beğenilmiş, saray ressamı Fausto Zonaro’nun Akaretler’deki atölyesinde resim dersleri alan ilk iki kız öğrenciden biri olmuştu (diğeri Celile Hanım).
Mihri Hanım, 17 yaşına geldiğinde, padişahlık döneminde genç bir kızın Avrupa’da resim eğitimi alma isteğinin onaylanmayacağını düşünerek, Fransız Elçisi’nin eşinin hazırlattığı sahte Fransız pasaportuyla Galata’dan bir İtalyan gemisine binerek Roma’ya gitti. Roma’da bir süre kaldıktan sonra dönemin sanat merkezi Paris’e yerleşip orada eğitim almaya ve resim yapmaya devam etti.
1913 yılına kadar Paris’te kalan sanatçı gelen teklif üzerine İstanbul’da kız öğretmen okuluna resim öğretmeni olarak atandı ve İstanbul’a döndü. O dönemde bir bakıma moda olarak başlayan kızların resim eğitimi, Mihri Hanım’ın özverili çabaları sayesinde 1914’te kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’yle sistemli hale geldi. Dönemin Nazırı ile bir görüşmesinde:
“Muhterem Nazır Beyefendi, memlekete Meşrutiyet’le birlikte hürriyet, müsavat (eşitlik), uhuvvet (kardeşlik) geldi ama bütün bu nimetlerden sadece erkekler istifade ediyor, kadınlar hâlâ olduğu yerde, bir adım bile ileri gitmiş değiller. Acaba bu imtiyaz nereden geliyor? (…) Bugün her yerde müsavat ve adaletten söz ediliyor. Fakat İnas Sanayi-i Nefise Mektebi (kadınlar için güzel sanatlar okulu) nerede? Hep yapılanlar erkekler için.” diyerek bu konudaki bilincini de net olarak göstermişti.
İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulmasında yoğun emeği geçen sanatçı, ilk müdiresi olduğu gibi mektebin ilk kadın profesörü de olmuştu. O güne kadar ancak eve gelen özel öğretmenlerle ya da bazı sanatçı atölyelerine devam ederek resim eğitimlerini sürdürebilen yetenekli kızlar, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ne yoğun ilgi göstermişler hatta bu konuda ailelerinden destek bile görmüşlerdi.
Öğrencilerinin kusursuz bir eğitim alması için her türlü olanağı sağlayan Mihri Hanım, kız öğrencilerine Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı ve köprü altında açık hava çalışmaları yaptırmak için özel izin almaya çabalamış ve çalışmaları polis gözetiminde de olsa gerçekleşmişti.
Atölyede resim yarışmaları düzenleyip sergiler yapan Mihri Hanım’ın bir diğer başarısı da ilk çıplak kadın modelini kız atölyesinde kullanması oldu. Öğrencilere poz verecek model bulunamayınca, antik heykelleri, hamamlardan topladığı yaşlı kadınları, 1917 sonrasında İstanbul’a gelen Beyaz Rusları, okulun hademesi Ali Efendi’yi atölyeye getirip modellik yaptırıyordu. Bu nedenlerle başının derde girdiği olsa da zekâsı ve diplomatik dili sayesinde her zaman sorunların üstesinden geliyordu.
Mihri Hanım, güven veren güçlü kişiliğiyle, yüksek ilgisiyle, girişkenliği ve cesaretiyle öğrencilerinin gözünde kısa zamanda efsaneleşti. Bu yüzdendir ki okulda verilen eğitimle, deseni ve tekniği kuvvetli, sanata gönül vermiş pek çok değerli kadın ressamın yetişmesinde ve çağdaş Türk resmine kazandırılmasında katkısı unutulamaz. Bu ressamlardan en bilinenleri Nazlı Ecevit, Aliye Berger, Fahrelnisa Zeid ve yeğeni Hale Asaf’tır.
Yaşamı boyunca yaşadığı her ülkede sanatçı ve aydın çevresinin içinde yaşamış olan sanatçı, dönemin zengin ve aydın kesimine mensup kadınlarını, edebiyat, sanat ve politik yaşamında önemli yerleri olan ünlü kişileri eserlerine model almıştır. Güçlü bir akademik desen bilgisi ve tekniğine sahip olan ve akademik üslupta çalışan Mihri Hanım, eserlerinde genel olarak portre ve natürmort konularına yönelmiştir. Oryantalist bir ressam olan Zonaro’dan resim dersleri almış olmasına rağmen bu üslûpta yoğunlaşmamıştır. Oryantalist, empresyonist tatlarda eserler yapmışsa da onun sanatını, bu akımların içinde değerlendirmemiz, tüm eserleri bilinmediği için doğru olmayacaktır.
Mihri Hanım’ın eserlerinde hiçbir aykırı renk ve biçim yoktur. Her şey olması gerektiği kadar ve olması gereken yerdedir. Kompozisyonlarındaki kusursuz denge yaşantısındaki en küçük ayrıntıların bile güzellik anlayışıyla seçildiğinin göstergesidir. Bu denge tuvalini boyarken de kendini gösterir. Genellikle yumuşak tonlar kullanır ve mutlaka ışık ve renk denge içindedir, izleyene estetik bir şekilde gerçekçi bir dünya sunar.
Mihri Hanım’ın bir aydın ve entelektüel olarak, bu topluma en önemli katkısının, genç kız ve kadınlar için özgüvenli ve cesur bir rol model oluşturması, sanat, kültür alanında kadınların yolunu açmış olması diyebiliriz. Bunun dışında yaşamı boyunca pek çok önemli çalışmaları var şüphesiz, hepsi de ilklere imzalı…
Mesela; Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan ilk kadın ressam unvanı ondadır. Aynı zamanda da ilk Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurucularından, −Edebiyat-ı Cedideci şairlerin portreleri de dahil− dönemin Papası, Atatürk, Roosevelt vb. çok önemli şahsiyetlerin portrelerini ilk kez yapan kadın ressam ve bunların yanı sıra Roma, New York, Washington, Chicago üniversitelerinde konuk resim profesörlüğü ve pek çok ilkler buraya dahil edilebilir.
Mihri Hanım’ın Türkiye’de 32, İtalya’da 36, Fransa’da Louvre Müzesi de dahil 23 ve Amerika’da ise 60’ı aşkın eserinin bulunduğu bilinmektedir.
Mihri Hanım’ın 9 yıl memleketinde (1913-1922) daha sonra tekrar Paris ve New York’ta mücadelelerle geçen hayatının son dönemi Amerika’da yoksulluk ve yalnızlık içinde son buldu. Son zamanlarında, yakınlarına yazdığı mektuplarında, hastalıkları ve çektiği acıları nedeniyle çalışamadığından ve parasız olduğundan yakınan sanatçı, 1954 yılında öldü ve New York kimsesizler mezarlığına gömüldü. Memleketinde ise çok uzun yıllar bu hüzünlü sondan kimsenin haberi olmadı…
Ancak mektuplarında yazdığı bazı cümleler daha hüzünlüdür, en hüzünlüsü ise hayatını adadığı sanatından bunca başarılarına rağmen; bin kez pişman olmasıdır…
“…Bizim gibi –Avrupa’ya– nazaran geri kalmış̧ bir memlekette san’atkârın yolu kadar güç bir yol yoktur. Bizimkisi fazla fedakârlık isteyen bir meslek…
…Her sanatkâr, karşısındaki sanatkârı, daima kendisinden aptal görür! O’nun on senede yaptığını, kendisinin bir senede yapacağını sanır. Bir iki yıl içinde, hayatını kurtaracağına, köşeyi döneceğine emindir! Heyhat ve yine heyhat! İşte, sanatın esrarı buradadır. Sanatkârın yolu, yürüdükçe uzar gider…
…Ben her şeyde olduğu gibi sanat hayatım boyunca da inadımla yaşadım. Bugün buna bin kere pişmanım…’’
Son söz kendi ünlemiyle olsun Mihri Hanım’ın “Heyhat ve yine heyhat!”
Kaynaklar:
*Sezer Tansuğ / Çağdaş Türk Sanatı, Remzi Kitabevi
*Mihri Müşfik (Yaşamı ve Sanatı)
Yüksek Lisans Tezi / Emine Seyran
*Wikipedia
*Sarp Nilgün / Bir Osmanlı Prensesi Ressam Mihri Müşfik
*Malik Aksel, İstanbul’un Ortası