ARZU ERKAN
İş gününün sınırlarının belirlenmesi; iki karşıt sınıfın; sermaye ve işçi sınıfının tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren, aralarında çetin mücadelelere sahne olan temel bir başlık. Sermaye, bitmek bilmez iştahı ile işgününü olanaklı olduğu kadar uzatmaya çabalarken, işçi sınıfı ise bedenen ve ruhen dinlenebilmek, sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için bu süreyi kısaltma gayretindedir. Bugün bile sürüp giden bu kavganın sonucunu elbetteki sınıf güç ilişkileri belirleyecektir…
İşçi sınıfının mücadelelerle dolu tarihi açısından, 1 Mayıs 1886 özel bir öneme sahiptir. Kâğıt üzerinde yazılı olanı, fiilen hayata geçiren Amerikalı işçiler, iş gününün 8 saatle sınırlandırılmasını isterken, bir tam günü de “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat uyku” şeklinde formüle etmişlerdi.
134 yıl sonra, bugün de aynı haslete sahip Türkiyeli işçiler…
Ülkemizde; çalışma süreleri, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 63. maddesi ile düzenlenmiştir. Buna göre de; “Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırk beş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır”. Buraya kadar her şey yolunda, devamında yazılanlarsa esnek çalışmanın önünü açarken, patronlara iş gününün belirlenmesi açısından hep özlemini duydukları fırsatı sunuyor. İlgili maddede, iki ayla sınırlandırılan uygulama ile “haftalık normal çalışma süresi, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde onbir saati aşmamak koşuluyla farklı şekilde dağıtılabiliyor.” Sırası gelmişken, not etmeden geçmeyelim; Cumhurbaşkanı Erdoğan, koronavirüsle mücadele kapsamında açıkladığı ‘Ekonomik İstikrar Kalkanı’ paketi ile denkleştirme usulu çalışma olarak adlandırılan bu uygulamayı, 2 aydan 4 aya çıkardı.
“8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat uyku”; kimi işçilerin hâlâ çok uzağında. Görünen o ki; salgının yayılımının düşüşe geçtiği dönemde daha da uzaklaşacak. Ülkemizde çalışma süreleri OECD ve AB ortalamasına göre yüksektir. OECD ülkelerinde haftalık ortalama çalışma süresi 40,4 saat iken ülkemizde 49,3 saattir. İşçilerin yüzde 55’i haftada en az bir gün ve daha fazla olmak üzere fazla mesai yapmaktadır.
İş günü uzun, iş yükü ağır olunca da dinlenmek, yeni bir güne bedenen ve ruhen tazelenmiş olarak başlamak hiç de kolay olmasa gerek. İşçilerin aktarımları da bunu doğruluyor. Bir otomotiv işçisinin “ne zaman ki fazla mesainin adı, üretim mesaisi oldu, işte biz o zaman kaybettik” sözünde gizli birçok şey. “Fazla çalışma” üretim sürecinin aksamamasının zorunlu bir koşulu olarak kabul ettirilince artık orada rıza da aranmıyor. İşçi üzerindeki denetim ve baskının hayli yoğun olduğu sektörde, bu duruma razı olmamak da kolay değil. İşini kaybetme korkusu, düşük ücretle ay sonunu getiremeyen işçilerin, ücret hesabını bile mesaili-mesaisiz diye ayırır hale gelmeleri gibi gerekçeler, haftanın en az 3 günü, 3 saat fazladan çalışmayı da kabul edilebilir kılıyor. İş dışında kalan zamanın kısıtlılığı, elde edilen gelirin düşüklüğü, işçilerin sosyal hayatını sınırlarken, farklı kültürel alışkanlıklar da bu sınırlılıkta etkili oluyor elbette.
Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin (BİSAM) ‘Metal İşçisinin Gerçeği 2017’ araştırması, metal işçilerinin kültürel hayata katılımı, görüştükleri yerler, televizyon, gazete ve sosyal medya ile kurdukları ilişkileri daha somut değerlendirmek açısından çokça veri sunuyor.[1]
Araştırmaya göre; sendika üyelerinin yaş dağılımına bakıldığında dörtte birinin 30 yaş altı olduğu görülürken, ağırlıklı kısım ise 30-39 yaş diliminde yer almaktadır. Yine bu araştırmada işçilerin haber alma kaynakları arasında yüzde 85 ile televizyon gelirken, bunu yüzde 60 ile sosyal medya/internet takip etmektedir. Yaş gruplarına göre haberlerin takip edildiği kaynakların değiştiğine işaret edilen araştırmada, 35 yaş ve altında sosyal medya ve internetin kullanım oranı yüzde 69 iken, 36 yaş ve üstünde bu oran yüzde 50’dir.
Gözlemlerimiz; benzer bir tablonun, gerek yaş dağılımı gerekse de internet ve sosyal medya kullanımı açısından Türk Metal’in örgütlü olduğu işyerlerinde de olduğunu ortaya koyuyor. Çok sayıda işçinin birarada bulunduğu, ana sanayilerde örgütlü bu sendikanın üyelerinin yaş dağılımının genç işçiler lehine değiştiği söylenebilir. Yeni işe alımlarda çeşitli teşviklerden yararlanan şirketler bir süredir işe alım kriterlerini de değiştirdiler. İşe alımlarda; “askerliğini yapmış olmak”, “endüstri meslek lisesi mezunu olmak” gibi bir zamanların olmazsa olmaz şartları; yerini, “genç olsunda nasıl olursa olsuna” bıraktı. Elbette böyle olması çok doğal, boşuna mı işsizlik sigortası fonu patronların talanına açılmıştı?
BİR SOSYALLEŞME ALANI OLARAK MOBİL OYUNLAR
Evet, metal ve otomotiv sektöründe iş yükü ağır, çalışma süreleri uzun, ücretler düşük (İşkolunda örgütlü sendikalarla MESS arasında imzalanan 2019-2021 yıllarını kapsayan grup sözleşmesi sonrası işkolunda “ortalama” işçi ücreti 4200 lira). Böyle olunca işçilerin fabrika dışındaki yaşamları, sosyal ve kültürel hayata katılımları son derece sınırlı. Bu yazının kapsamı elbetteki bir bütün olarak metal ve otomotiv işçilerinin sosyal, kültürel hayata katılımları, bu alanlarda yaşanan değişimler değil. Sınırlı gözlemlere dayansa da son dönemlerle sıkça tanıklık ettiğimiz, akıllı telefonların her cebe girmesi ve GSM operatörlerinin tarife paketleri içerine internet kullanımının da yer almasıyla, işçiler arasında da hızla yayılan “mobil oyunlar”. Strateji, savaş ve aksiyon ağırlıklı, üstelik birden fazla kişi ile online oynanan bu oyunlar, işçiler arasında öylesine yaygın ki, serviste, ara dinlenmelerinde, evlerde üstelik de fırsat yaratarak oynanıyor. Kendi aralarında WhatsApp grupları da kuran işçiler, iş günü bitip de evlerine gittiklerinde adeta bir şifreye dönüşmüş “haydi gelen yok mu” mesajı ile oyuna giriyor, birlikte vakit geçiriyor, tüm günün stresini birlikte atmaya çalışıyorlar.
Yaş dilimine göre işçilerin oyun tercihleri değişirken, strateji ve savaş ağırlıklı oyunların bu kadar “cazip” hale gelmesinde genç işçilerin etkisi daha yüksek. İşçilerin aktarımlarına göre; 25-40 yaş aralığının mobil oyunlarda tercihi PUBG isimli oyun olurken, 45 yaş üzeri ise Candy Crush türü oyunları tercih ediyor. Oyunlara olan ilgiyi; günlük hayatın ve çalışma yaşamının stresinden bir nebze de olsa kurtulmak ve eğlenmek olarak açıklıyor işçiler. İşçiler için; mobil oyunlara erişmek başka sosyal-kültürel etkinliklere erişmekten hem daha kolay, hem de daha ucuz. Oyunda galibiyet sonrası gelen “Hadi İyisin! Çorba Parası Çıktı” sloganı, çorba parasına çalışan işçilerin kendi gerçeklikleriyle de pek uyumsuz sayılmaz.
Otomotiv fabrikalarında; üretim bandının hızının saniyelerle ölçüldüğü, en küçük üretim biriminin en fazla sekiz kişiden oluştuğu, bu kişilerin çay molalarına bile dönüşümlü olarak gittiği, gün içinde birbirlerini yalnızca yarım saatlik yemek molasında görebildiği koşullar dikkate alındığında; işçilerin birbirleri ile kurduğu ilişkinin sınırlılığa da anlaşılabilir. Mobil oyunlar işte bu sınırlılığın az da olsa ortadan kaldırılmasına hizmet ettiği için de çokça ilgi görüyor. “Aynı grupta çalıştığım, ilişkimin bir merhabadan ibaret olduğu arkadaşımla PUBG sayesinde tanıştım”, “3 yıldır aynı servise biniyormuşuz, bir akşam iş dönüşü arka koltukta oyun oynarken yanıma geldi. O da oynuyormuş. Aslında kızdım kendime, ben nasıl insanım, neden daha önce tanışmadım diye. Ama inanın hiç halimiz kalmıyordu ki, eskiden servise biner binmez gözlerim kapanırdı. Şimdi oyun oynuyoruz da zaman nasıl geçiyor anlamıyorum. Bir bakmışım ineceğim durağa gelmişim…” Mobil oyunların nasıl bir sosyalleşme alanı haline geldiğini bu sözlerle anlatıyor işçiler.
Dijital oyunlar, 25-30 yaş aralığındaki genç işçiler için yeni değil. Bu yaş grubundaki işçilerin tamamının ortaokul-lise çağlarında atari salonları ya da internet kafe geçmişleri var. Kimisi evlenip çoluk çocuk sahibi olsa bile evlerinde oyun konsolları var. Anladığımız kadarıyla; bu karantina günlerinde elinden oyun konsolu düşmeyenler de hiç az değil. Bu işçilerin büyük bölümü babaları da işçi olan, kır ile bağları çoktan kopmuş işçiler. Sadece dijital oyunlar değil; örneğin, televizyon izleme alışkanlıkları, sosyal medyayı kullanım biçimleri de hâlâ kır ile bağı olan işçilere göre farklı. Televizyon kanallarında yayınlanan dizileri izlemek yerine, Netflix’ten film izliyorlar. Sinemaya gidemeseler de yeni filmleri -tabi ki ilgi alanlarına göre- kaçırmamaya özen gösteriyorlar. Bu ifade edilenlerin sadece erkek işçiler için değil genç kadın işçiler için de geçerli olduğunu belirtmeyi atlamayalım.
Kendi aralarında “gurbetçi” diye tanımladıkları, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi’nden çalışmak için Kocaeli’ye gelmiş, hâlâ kır ile bağları kopmamış, yıllık izin döneminde çay ya da fındık toplamaya gidenler de hâlâ sayıca fazla. Bu kategorideki işçiler için “mobil oyunlar” çok yeni bir dünya. Bir kısım işçi; serviste, molada kulaklarında kulaklık, kafaları önlerine eğik oyun oynarken, “acaba ne yapıyorlar” diye merak etmemek mümkün mü? Bir merak ile başlayan şey, bir süre sonra bir sarmal gibi hepsini içine çekiyor. Dün sadece merhaba dediği bugün en yakın arkadaşı olabiliyor. Ya da “Netflix ne ki” diye burun kıvırdığında güzel diziler, filmler olduğunu görerek, “iyi ki önermişsin” diyebiliyor.
Birbirlerini karşılıklı besleyen, etkileyen, dönüştüren bir ilişki kurdukları. Genç olanın, eski olanı sosyal-kültürel anlamda yeni ile buluşturduğu bu ilişkide; eskinin çalışmadaki, sendikal ve sınıfsal anlamdaki deneyimi de yeniye aktarılıyor. O nedenle diyorlar ki “sadece oyundan konuşmuyoruz ki, fabrikada olan biten, sözleşme süreci, memleketin ahvali hepsinden konuşuyoruz. Dün bu ilişkiyi yakalamakta zorlanıyorduk. Bugün bu şansımız var.”
Elbetteki; bu alanda kurulan ilişkinin işçilerin ekonomik, sendikal ve siyasal talepleri için yan yana gelmelerini sağlayıp sağlamayacağını, işçiler içerisinde az çok sınıf bilincine sahip unsurların müdahalesi belirleyecek. Çok uzağa değil, bundan 5 yıl önceye gitmek yeterli. 2015 yılı Mayıs ayında tüm ülkeyi sarsan Metal Fırtına’yı yaratanlardı bu işçilerin bir bölümü. Onbeş gün süren ve işyeri işgalleri şeklinde gelişen fiili grevde sosyal medyayı birbirleri ile haberleşme aracı olarak kullanmışlardı. Sınıf hareketinin deneyiminden yoksunluk, sınıf bilincine sahip işçilerin ana gövde içerisinde etkin olamamaları gibi nedenler kazanımlarının sınırlı olmasına neden olmuştu. Bugün işçiler içerisindeki kültürel değişimin izini sürmek, ipuçlarının peşine düşmek elbette kendisi için sınıf olma yolunda bu değişimin dinamiklerini iyi değerlendirmek önemli. Zira birilerinin iddia ettiği gibi sadece nasırlı ellere sahip değil işçiler.
[1] http://disk.org.tr/2018/02/turkiye-isci-sinifi-gercegi-arastirmamizin-ozet-sonuclarini-acikladik/