Her toplumsal olayın sanatta doğrudan ya da dolaylı yansıması olur. Devrimler ve savaşlar gibi büyük değişimler yaratan olaylar, yer yer sanat anlayışının ta kendisinin sorgulanmasına sebeptir. Sanatın toplumsal mücadelelerdeki yerine baktığımızda akıllara ister istemez böylesi büyük değişimler geliyor. Bunda yadırganacak bir şey yok; ancak daha küçük çaplı olayların da sanata etkisinden bahsedebiliriz. Kendi coğrafyamız üzerinden gidecek olursak grevlerin, toplumsal mücadeleleri merkezine koyan sanatçıların pek de ilham aldığı, etkilendiği olaylar arasında olmadığını görüyoruz. Tabi burada grevin altını çizmek gerekiyor ki işçi mücadelesine olan yaklaşım olarak algılanmasın. Diğer taraftan yakın tarihe baktığımızda Türkiye’de toplumsal yönde bir sanat anlayışını benimseyenlerin çeşitli alanlarda etkili ve zengin içerikler ürettiğini de biliyoruz.
Buna karşın 1963 yılında Kavel Kablo fabrikasındaki grevin sanata etkisi biraz daha farklıdır. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir kilometre taşı olan Kavel işçilerinin grevi sanatta, özellikle de edebiyat alanında kendini gösterir. Evet, aydınların büyük bir sempatisini kazanan Kavel grevi sanata ilham olur. Ama bu sanatı fabrikadan çok uzaklarda aramaya gerek yok, biz öncelikle fabrikadaki sanattan bahsedelim.
İŞÇİLERİN SANATI
Gazeteci Süha Baykal’ın Yön dergisinde 13 Şubat 1963 tarihinde yazdığı grev izleniminin başında ve sonunda işçilerin sanatına dair kimi aktarımlar yer alıyor:
“Verilen tarif üzerine dar bir sokağa saptım. Sağda solda tek tük insanlara rastlıyorum. ‘Dosdoğru bey, dediler, mezarlığı geçince fabrikayı karşında bulacaksın.’ Dertli bir Karadeniz türküsü beni işçilerin arasına sürükledi. Söylenen bazı mısraları kendine göre değiştirmişti: ‘Sordum çobanlara / yüksek dağ kar mıdır? / Kavel’in kapısında ölenlere / sual soran var mıdır?’ Ortada, ara sıra mazot dökülerek ateşi parlatılan tahta parçaları yanıyor. Ben varınca toparlandılar. Yüzlerini pek seçemiyorum. Gazeteci olduğumu söyleyince ısınıverdiler bir anda. Hele geceyi onlarla geçireceğime inanamıyorlar bir türlü. Benim gelişim şerefine ateşe bir iki odun attılar.”
Bahsi geçen türkü büyük ihtimalle Trabzon yöresinden “Karadeniz’in Kızı” isimli türkü… Kavel işçilerinin eli değmeden önceki hali ise şöyle: “Of soralım çobanlara / yüksek dağlar kar mıdır? / Sevdalıktan ölene / sorun sual var mıdır?”
Yazının sonunda yer alan uyarlamaysa daha tanıdık bir türküye ait:
“Vakit epey ilerledi, artık dönmem lazım. ‘Öğleye kadar kal da bir yemeğimizi ye’ diyorlar. Teker teker ellerini sıktım. Benimle mezarlığın ötesine kadar geldiler. Karadenizli ardımdan yeni bir türküye başlamıştı bile: ‘Oy şalım pembe şalım / cel biraz dolaşalım. / Hepimiz işten atılduk. / Kavel’in önünde buluşalum.”
Yine Trabzon yöresine ait “Divane Aşık Gibi” ismiyle bilinen türkü en meşhur Karadeniz türkülerinden. Yazıda aktarılan bu türkülerin bir işçi tarafından yapılan uyarlamaları sanatla grevin buluşmasını gösteriyor. İşçilerin duygularını besleyecek sanat, ilk eden ister istemez yine işçiler tarafından yaratılıyor.
‘KAVEL SENİ KAVEL YAPAN BENİM’
Kavel işçilerinin deyimiyle 1963’deki ‘ilk grev’, bir fabrikayı da aşarak tüm Türkiye işçi sınıfı için kazanımlarla sonuçlanır. Bu tarihten yıllar sonra bile hikâyeler fabrikada bir hayalet gibi dolaşır. 1978 Kavel grevcilerinden Ramazan Gecenoğlu 1963’ün işçiler arasında nasıl ‘efsaneleştiğini’ şöyle açıklıyor:
“Eski işçi abilerimiz, işte, yemek aralarında, çay sohbetlerinde, mahallede, kahvede hep 63 grevinde yaptıklarını anlatırdı. Büyük bir coşku içinde ve sanki yeni yaşanmış gibi anlattıkları her şey bizim kafamıza çakılmıştı. O yüzden 1978’de biz greve çıktığımızda sanki daha önce onlarca grev yapmış gibi her şeyi biliyorduk.”
Gecenoğlu, grev sırasında bir de şiir kaleme alır. ‘Kavel Seni’ ismini taşıyan şiirin ilk dizeleri şöyle: “Emek olmadan çalışmaz makine / Paran çok diye dalmışsın zevkine / İşçi acından ölmüş senin neyine / Kavel seni Kavel yapan benim hey benim (…)”
ÇİZGİLERLE KAVEL
Elbette Kavel’in sanatla bağı, direnişin öznesi olan işçilerle sınırlı değil. Dönemin sanatçı ve aydın çevresinde işçi mücadelesinden yana olanların arttığını görebiliriz. Kavel yaşanmasaydı bu insanlar işçilere uzak mı kalacaklardı? Belki hayır, ancak ortada işçi hareketinden yana canlanan bir ilham olduğunu söylemeden edemeyiz. Bu noktada ilk akıllara gelen Hasan Hüseyin Korkmazgil’in ‘Kavel’ şiiri elbette:
“işime karım dedim / karıma kavel diyeceğim / ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada / güneşe karışmadıkça etim / kavel grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim / ve izin verirlerse istinyeli emekçi kardeşlerim / izin verirlerse kavel grevcileri / ve ben kendimi tutabilirsem eğer / sesimi tutabilirsem / o çoban ateşlerinin parladığı yerde kavel’de / o erkekçe direnilen yerde kavel’de / karın altında nişanlanıp / dostlarımın arasında öpeceğim / nişanlımı kavel kapısında / ve izin verirlerse istinyeli emekçi kardeşlerim / izin verirlerse kavel grevcileri / ilk çocuğumun adını kavel koyacağım.”
Çoğumuz Hasan Hüseyin’in sanatındaki Kavel direnişini bu dizelerle özdeşleştiriyoruz –belki kişisel nedenlerle- ben de öyle yapıyorum. Fakat gerçekten de –belki direniş kadar olmasa da– bu şiirin özellikle kendi döneminde ciddi bir popülerlik kazandığı gerçek. Bu nedenle Hasan Hüseyin’in duygu yüklü tarzı hakkında zaten söylenmiş onca sözü tekrarlamaya gerek yok. Nitekim dizeler kendi başına fazla söze gerek bırakmıyor. Belki biz Hasan Hüseyin’in Kavel’ini farklı bir açıdan, görsellerle ele alabiliriz?
Kavel şiiri, yine aynı isme sahip kitapta yayınlanır. Kasım 1963 yılında Ataç Yayınları’ndan çıkan kitap, aynı zamanda şairin ilk kitabıdır. İlk baskıyı özel kılan bir diğer noktaysa kapağındaki tasarımdır. Hasan Hüseyin’in kaleminden çıkan bu çizim dönemin avangart tekniklerinin işçi sınıfı aydınları arasında da nasıl etkili olduğunu gözler önüne seriyor.
Azime Korkmazgil’in yönetiminde 1960’lı yılların sonuna doğru Kızılırmak Yayınları’ndan çıkan Kavel baskısı da yine değerli görsel sanat eserlerini barındırır. Bu sefer kitabın kapağında karşımıza çıkan tasarım, Sovyetler Birliği’nde Ekim Devrimi’nden sonra fütürizmin de etkisiyle ortaya çıkan görsel tasarımları hatırlatıyor. Bu tarz Sovyetler sınırlarını çoktan aşmış ve hızla yaygınlaşmış olsa da akıllara Letonyalı sanatçı Gustav Klucis’in kolajlarının gelmemesi elde değil.
NÂZIM HİKMET VE KAVEL
Son olarak Nâzım Hikmet’in Kavel grevi ve Adalet Partisi’nin gazeteleri hakkında yaptığı bir yoruma değinebiliriz. TKP’nin yurt dışı merkezli yayın yapan Bizim Radyo’nun yorum yazarlarından Nâzım Hikmet 29 Mart 1963 tarihli programda Kavel direnişinden söz ediyor. Usta şair her ne kadar grevi siyasi boyutuyla ele alsa da söz konusu Nâzım Hikmet olduğu için yorumlarını aktarabiliriz. Mevcut hükümetin işçi sınıfı için ne anlama geldiği, 27 Mayıs sonrası elde edilenler ve Adalet Partisi’nin iktidara geçmesinin işçi sınıfı için ne gibi sonuçlar doğuracağı gibi konuların konuşulduğu kayıt soru cevap şeklinde ilerliyor. Nâzım Hikmet’in Kavel direnişinden bahsettiği kısımsa şöyle:
“AP dediğin eski Demokrat Parti’nin yeni adıdır. Demokrat Parti devrinde işçiye hangi haklar tanınıyordu bir düşün. Gösteri, yürüyüş yapabilirler miydi? Parti kurabilirler miydi? Sendika durumları ne haldeydi? Hatırladın mı? Bugün Adalet Partisinde faşistlerin de iyice çöreklendiğini hesaba kat. Faşistlerin dünyanın her yerinde işçilere ne muamele ettiklerini biliyorsun herhalde. Uzun söze ne lüzum var. Kavel grevinde Adalet Partisi’nin gazeteleri ne yazdı unuttun mu? Yeni İstanbul, Son Havadis, Zafer: ‘İşçiler polislere taaruz etti’, demedi mi? 18 Şubat tarihli Zafer gazetesi: ‘Dikkat tehlike. Kavel hadisesi bir tertiptir’ diye yazmadı mı? Yani bütün işlerinde karma hükümete muhalefet eden Adalet Partisi, Kavel grevinde hükümeti işçilere karşı kışkırtmadı mı? Bu bir tek örnek, bu adamlar, bu faşistler iktidara geçerse ilk ağızda ne yapacaklarını ortaya koymuyor mu? (…) Mecliste bir grev kanunu tasarısı var. Bugünkü haliyle pek ahım şahım değil. Belki böyle de kabul edilecek. Ama bu kanunu, mecliste kabul edip yürürlüğe girdikten sonra da, düzeltmek, tamamlamak mümkün. Yeter ki işçi sınıfı bir yandan sendikalarını kuvvetlendirebilsin, bir yandan da siyasi hayata, kendi partilerinin bayrağı altında daha güçlü katılabilsin. (…)”
İşçi sınıfı mücadelesinin sanatla tek etkileşimi elbette sadece Kavel ile sınırlı değil. Kavel’i bu anlamda özel kılan iki yandan bahsedebiliriz. İlki yazılan ‘destanın’ büyük bir yankı uyandırması ve dönemin rüzgârlarıyla birlikte sanatçıların, aydınların dikkatini çekmesidir. Üstelik bu ilginin kuru bir ilgi olmadığı, verilen eserlerin içeriği ve kalıcılığından anlaşılıyor. İkincisi ve belki daha sıra dışı olan ise işçilerin sanatçı ve aydınların üretiminden önce kendilerini, kendi bildikleri gibi sanatla ifade edişleridir. Basit bir şarkı uyarlaması üzerinden gidecek olursak bu ilk bakışta ‘sanat’ olarak değerlendirilmeyebilir. Ancak sanatı insanın duygularını belli estetik kaygılarla aktarması olarak gördüğümüzde pek tabi bahsi geçen türküler buna bir örnek olarak gösterilebilir. Her yerde olduğu gibi grevlerde de sanat mücadeleye eşlik eder. Yeter ki Kavel’in örgütlü ve kararlı hayalleri dolaşmaya devam etsin…
Kaynaklar
1- Kanunsuz Bir Grevin Öyküsü: KAVEL 1963 – Zafer Aydın (Sosyal Tarih Yayınları)
2- Kavel – Hasan Hüseyin Korkmazgil (Kızılırmak Yayınları)