Kadınların siyasette etkin ve eşit bir özne olarak yer alması her zaman zor oldu, bu zorluk artarak devam ediyor. ‘Erkek işi’ diye tanımlanan en birinci iş belki de bu. Hayattaki hakim eşitsizliğin, kadınlar aleyhine kurulmuş bütün dengelerin su üstüne çıktığı yer. Sadece bu ülke için değil elbette, dünyanın her yeri için üç aşağı beş yukarı geçerli.
Eşit olmayan toplumsal hayat, kadınların görevi olan tariflenmiş işler kadınların yaşamını belirlerken bir siyasi partiye üye olmak, üye olarak aktif görevler almak, yönetim organlarında yer almak, seçimlerde aday olmak son derece zorlu bir durum. Üstelik bu duruma ilişkin kadının kendisinin çözümler bulması, kocaman bir sistemle kendi başına mücadele etmesi de gerekli. Kadınların etkin politika yapabilmesinin sağlanması, ayağına bağ olan herbir engelin çözülmesi için adımlar atılması, önlemler alınması gerekirken bu yapılmadan, ne yazık ki kadınların engelleri tek başına aşması, bu engelleri aşarak kendilerine katılması beklenir.
Bunu başarabilen kadınlar doğal olarak mücadeleci kadınlardır. Epey bir engeli aşmış, yedi düvelle dövüşmüş ve siyaset alanına gelebilmişlerdir. Elbette bu kadınlar sert olurlar, erkek egemenliğine karşı kavga vermiş ve işin bir yanını da başarmışlardır. Ancak siyasetin içindeki erkeklerle ve erkeklikle de uğraşmaları gerekecektir. O nedenle ciddiye alınmayı başarmaları, erkekler kadar bu işi bildiklerini kanıtlamaları, kadın olmanın bir sıkıntı yaratmayacağını her gün göstermeleri gerekecektir.
Bu nedenle kadın olmayı unutmak mümkün olabilir, erkeklerin dünyasında “erkek gibi kadın” olarak var olmak gerekirmiş gibi gelebilir. Cinsiyetsiz davranmak bu alanın yarattığı bir zorunluluk olur belki de. Regl olduğu için mazeretini ifade edemez mesela, çocukları varse onların hasta olması o gün canının sıkkınlığını açıklamak için anlatılmaz, gece yarısına kadar devam eden toplantıların kendisine uygun olmadığını söyleyemez, giyim kuşamında, makyajında istediği gibi değil kadınlığını olabildiğince yok sayan tercihler yapmak durumunda kalır, gülmesi, ağlaması her türlü davranışı sürekli otokontrol gerektirir.
Aday olmak için değil, oy kullanabilmek için mücadele etmiş bir kadın hareketi gerçeği var dünyada. Oy kullanma hakkının söke söke alındığı bir mücadele tarihi. Cumhuriyetin ilk yıllarına bakın, modern Türkiye’nin kadınları politikada ne kadar yer alabilmiş? Nezihe Muhittin adı nasıl da silinmiş koca tarihten. Şu bir gerçek ki politika sınıflı olduğu kadar cinsiyetçidir! Kadınlara devleti yönetme misyonu asla biçilmemiş, siyasilerin yanındaki kadın olarak tariflenmiş öteden beri. O yüzden de siyasetin yapılma biçimi de ağır cinsiyetçilik içeriyor. Kadınların asla içinde kabul edilmediği bir dünyanın cinsiyet eşitliği algısı da elbette olmuyor. “Kadınlarımız siyasette aktif olmalı” lafları aslında “bu bizim işimiz aramızda biraz kadın da olsun” demekten başka bir anlam ifade etmiyor çoğunlukla.
O yüzden erkek gibi görünen sert ablaların işi gibi oldu kadınlar için siyaset. Birlikte mücadele ettikleri erkeklerin kadın olduğunu unuttukları yol arkadaşları oldular çoğunlukla. Bu anlattıklarım hele de kadın erkek eşitliği temelinde bir siyasal politikaya sahip olmayan siyasi partilere mensup kadınlar için ise durumun birkaç kat daha sorunlu olduğunu izah etmeye bile gerek olmaz diye düşünüyorum.
Kota mesela kadınların politikada daha aktif yer alması için yıllardır konuşulan en temel noktalardan biridir. Önceki yıllarda kota çözüm mü diye çok konuşuldu. Kotanın tek başına çözüm olmadığı görüşü, bu anlamda kotayı eleştirmek kadın hareketi içerisinde çok tahammül edilen bir görüş olmadı.
Kadınların saydığımız engelleri aşabilmeleri için önlemler ve düzenlemeler yapmadan, kağıt üzerinden kota düzenlemesine sahip olmak, “kadınlara yer açtık işte” demekten başka bir işe yaramıyor ne yazık ki. Bunun en somut örneğini yerel seçimler konusunda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun açıklaması verdi galiba. Partisindeki kadın aday azlığı konusunda “Kadın aday istiyoruz kadınlar erkek aday öneriyor” biçiminde açıklama yaparak, kadınların aday yapılmamasının sorumluluğunu da kadınlara yüklemiş oldu.
Çok ilginçtir gerçekten; kadınların aday olabilmeleri için ne gibi önlemler aldığı, nasıl çalışmalar içerisinde bulunduğu, bu konuda hem kadınları hem de toplumu ne kadar yüreklendirdiğine ilişkin bir çalışması var mıdır CHP’nin? CHP kurmayları kadınların kentleri yönetmeleri için gerçekten çabalamış ve uğraşmışlardır da, kadınlar yine de inatla ve ısrarla erkekleri mi önermişlerdir?
Sosyal demokrat olduğunu söyleyen, kadınların eşitliğinden dem vuran, üstelik tüzüğünde kadın kotası olan bir parti liderinin yaptığı açıklama üzerine düşünülmeli mutlaka. Kota uygulaması olduğu için gurur duyan partinin kadınların yönetim ve adaylıklarda yer alabilmesini sağlaması gerekir. Bu yapılmadıysa, parti ve partinin yöneticileri suçludur. Kadınlar zaten siyasetin içinde erkekler ile yarışmaktan çekinirken, adaylık kavgaları içinde hırpalanma endişesi yaşarlarken gelen bu açıklama, endişelerinde ne kadar haklı olduklarını da gösteriyor. İstendiği kadar kota konsun, pozitif ayrımcılıktan bahsedilsin bunu uygulatacak mekanizmaların ve bakış açısının bulunmamasının erkek egemen yapıyı değiştirmediği ise çok açık.
O yüzden kota olması çözmüyor işte siyasi partilerdeki cinsiyetçiliği. Kentleri yönetecek insanlar olarak görülmeyen kadınlar, doğal olarak kendilerini o vasıflara uygun hissetmiyorlar. Hayatta eşit sosyal haklara sahip olmayan, çocuk, yaşlı, hasta bakımıyla ilgilenme görevi hiç bitmeyen, ailenin sevecen ve birleştirici unsuru tanımlamaları hiç tükenmeyen kadınlar, eğitimli de olsa, sosyal demokrat da olsa “evet ben bu kenti yönetirim” iddiası ile ortaya çıkamıyor işte. Onu cesaretlendiren bir mekanizma olmadıkça da bunu yapabilmesi olanaklı değil.
31 Mart yerel seçimlerine giderken kadın adayların azlığı çok çarpıcı aslında. Kadınlara yönelik sorunların giderek arttığı, kadın işsizliği, yoksulluğu, şiddet tablosunun giderek ağırlaştığı ülkemizde kadınlar aday olarak da görülmüyor ne yazık ki. 16 yıllık AKP iktidarı kadınlarla o kadar özel uğraştı, toplumda cinsiyet eşitsizliğini o kadar kadınlar aleyhine büktü ki, kadınların aday olması belki de ütopik bir durum olarak görülmeye başlandı.
Kadın ve erkeklerin eşit olmadığını söyleyen, fıtrattan söz eden, annelik görevini ısrarla vurgulayan, çocuk sayısı belirleyen cumhurbaşkanın söylemlerini düşünün. Kadınlara aile ile uyumlu çalışma hayatı lütfedilmiş, kadınların çalışması bile bu anlamda sınırlandırılmaya çalışılmışken, çoluğu çocuğu, kocayı, ev işini, esasen aileyi bırakıp politikada aktif yer almak ne kadar düşünülebilir ki? İşin kötüsü toplumun algıları ile de böyle oynanıyor işte. Kadınlara biçilen rol, verilen görevler hayatın en derin yerlerine kadar böyle sızıyor. Sonuçta kadınlar kendilerine bu anlamda tamamen güvensiz, erkekler de onlara karşı daha hoyrat oluyor.
Özetle muhafazakâr, sosyal demokrat, liberal, milliyetçi her ne burjuva politikası yapılıyorsa eğer onun da dâhil olduğu, sürekli birbirinden etkilendiği bir toplumsal atmosferden geçiyoruz. Bu iklim, dengeleri sürekli kadınlar aleyhine kurarken, 2019 Türkiyesinde kadınlar yerel seçimlere çok az adayla gidiyor.
Kadınların var olamadığı siyaset kadınsız ama bol cinsiyetçi devam ediyor. Kadınlar olmadan kadınlar adına konuşan “ilerici” kişiler için dahi politika erkekçe yapılıyor. İzmir üzerinden yürütülen tartışma bunun dikkat çekici bir örneğini oluşturdu. AKP adayının İzmir’i kadın ilan edip, mahallenin en güzel kızını herkesin almak istediğini söylemesine (dikkat edin burada fiil almak), CHP adayı “İzmir uyuyan bir güzel. Öperek uyandıracağız, silkeleyeceğiz” sözleri ile cevap verdi. Güzel bir şehir olarak tariflenen İzmir’e neden bir cinsiyet biçildi, adaylar neden rızası dışında bu kenti alıyor ya da öpüyor soruları tam da bu aşamada sorulmalı gibi.
Bir kadın ilan edilen kenti yani aslında kadını rızası dışında almak, onu uyurken yine rızası dışında öpmek olarak yürütülen seçim propagandası, politikadaki erkek dilini bir anda ortaya seriveriyor işte. Kadın düşmanı politikaları malum iktidar partisi ya da kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan parti mensubu olmak ayrımı nasıl muğlaklaşıyor. Kendilerini iki ayrı uçta tanımlayan iki siyaset burada birleşiyor işte.
Kadınların olmadığı, yok sayıldığı siyaset dünyasında, kadınlar görünmez hale getirildikçe erkek egemen dil ve üslup daha da yaygınlaşıyor. Mahalle kavgası ağzı ile yürütülen politika, hakaretler ve had bildirmelerle yapılıyor. Devir her türlü kabalığın, hoyratlığın devri. Daha çok ve daha çirkin bağıran en iyi politikacı kabul ediliyor neredeyse. Bir makamı haketme, en küçük bir kamusal göreve bile belli kriterlerle gelme dönemi çoktan kapandı. Liyakat ne güzel bir sözcüktür, şimdilerde ne çok anılıyor…
Yerel seçimin yerel seçim olmaktan çıktığı, İstanbul ve Ankara’nın AKP tarafından kaybedilmesinin memlekette bekaa sorunu yaratacağının ilan edildiği 31 Mart seçimi kadınların daha kabaca, burjuva nezaketinden bile uzak biçimde yok sayıldığı bir seçim olacağa benziyor. Adaylıklar süreci, daha propaganda döneminin başlangıcı bunun işaretlerini veriyor. Zaten devletin bekaası denilerek o kadar yüksek ve hayatın kendisinden kopuk bir politika yürütülüyor ki, kadınlar aday olmuş, olmamış, kentlerde kadınların sorunlarının çözümüne ilişkin nasıl çözümler üretilmiş ya da önerilmiş bunlar konuşulmuyor bile.
Eşitlik fikrinden uzaklaşıldıkça kadınlar toplumsal hayatın her alanında daha da yok sayılacak görünen o. Kadına yönelik şiddetin mutat bir durum haline geldiği koşullar kadınları yaşam hakkı için mücadele etmek durumunda bırakıyor. Evli ya da bekâr, eğitimli ya da hiç okumamış, çalışıyor ya da işsiz hiç fark etmiyor, bulunduğu her alanda şiddettin her bir biçimini yaşayan kadınlar için politika daha da tali hale geliyor galiba.
Her renkten ve biçimden burjuva siyaset için kadınlar seçim çalışmalarında çalıştırılacak unsurlar sadece. Kadınların toplumsal hayatta güçlenmesi için bir şey yapmayanlar politik çalışmalarda yer almaları için de hiçbir şey yapmıyor elbette. Bunun sonucu giderek cinsiyetçi hale gelen politik dil, üslup oluyor.
Lakin kadınların susmadığı gerçek var önümüzde. Yaşananların tümüne karşın ısrarla yan yana gelen mücadele eden, örgütlenen kadınlar hiç vazgeçmiyorlar. Ülkenin en zor koşullarında dahi kadın cinayetlerine, işsizliğe, yoksulluğa, eşit olmayan ücret ve çalışma koşullarına karşı mücadele eden, ilmek ilmek örerek hem kendilerini güçlendiren, hem de yaşananları değiştirmeye çalışan kadınlar var. Bu mücadele Kayseri ve Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylıkları için kadın adaylar yarattı. Kürt hareketinin eş başkanlık uygulaması bu seçimde de devam ediyor.
31 Mart 2019 seçimleri her biçimden cinsiyetçi burjuva propagandası ile devam edecek ve sonuçları ile birlikte elbet değerlendireceğiz. Ancak bu saydığım kadın adayları ve mücadele içinden gelen seçim çalışmasını izlemek gerekir. Kadınların siyasette ilerleyeceği yolun bu olduğunu, kendi sorunları etrafında birleşen, eşit bir dünyayı anlatan ve bunun ancak sosyalizmle olacağını bilen mücadele elbet cinsiyetçi kalıpları yıkacak.